PazarUrfa'nın iki yüzü

Urfa'nın iki yüzü

19.11.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:

Dar bir sokakta yürüyorum. Sokağın ucundan gelen ışık, bir mum misali söndü sönecek. Yerlerde çöpler, kapı önlerinde oturan kınalı yüzler, oynayan çocuklar... "Bir Ortadoğu masalı burası" diye düşünüyorum Şanlıurfa'da

Urfanın iki yüzü

fturkmenoglu@milliyet.com.tr Aileden olmayan, dost olmayan, tanıdık bile olmayan birisi, "canım ciğerim" diye hitap etti bana. İçim ısındı birden. Labirent gibi birbirine bağlanan çarşılar ve hanlar; medreseler, camiler, küçük meydanlar; motor gürültüleri, renkli örtüler, parlak kadifeler; her şey yerli yerine oturdu. Hepsi "kendini iyi hisset" filmindeki dekora dönüştü. Artık bütün gözler gülüyor, bütün eller dostlukla kalkıyordu. Gümrük Han'a nereden giderim amca?" diye sordum. Sabahın erken saatinde, yolun bir ucunda oturmuş, etrafını seyrediyordu. Başında örtüsü, ayağında şalvarı, elinde az önce kaçak tütünle sardığı cigarası. Ondan hiç beklemeyeceğim bir sıcaklıkla gülümsedi, "Bak canımın içi" diye söze başlayıp Gümrük Han'ı tarif etti. Dar yollarda yolumu bulup Gümrük Han'a ulaştım. Herkes "hallo" diye selamlamakta ısrarlı. Sanırım sırt çantamın rolü var bu işte. Bazen sadece selam veriyorum, bazen de konuşmak için duraklıyorum.- Yok amca, ben Türküm.- Öyle mi? Peki o zaman, "eferim"!"Aferin"i de aldık işte... Yolda bir bardak meyankökü şerbeti, artık kendimi tamamen mekana bırakmışım ya, bir sabah kebabı, hem de karışığından...- Abi içine böbrekle dalak da salam mı?- Sal canımın içi, iyi pişsin...- Başım gözüm üstüne abi.Masada taze nane, maydanoz, dilimlenmiş turp, domates, turşu ve isteyene biraz daha isot. Lavaşın içinde gelen karışık sabah kebabı, acı mı acı. - Bu normaldir abi; az domates, maydanoz ekle, alır acıyı...Almasın isterse canına yanayım; Şanlıurfa'dayım, gerekirse isottan dudaklarım, dilim şişsin, ben bunu yerim. Bilim adamları ve filozoflar yetiştiren Harran'ın yanındayım. Peygamberler şehri Şanlıurfa'dayım..."Ben ölüm / Düşman kurşunundan ben ölüm / Ay yıldızlı bayrak için ben ölüm / Sahipsiz Urfam için ben ölüm." Peygamberler şehri Balıklıgöl'ün sazanları, Pavlov'un köpekleri gibi arsızlaşmış. İnsan gölgesi görünce, yem kapmak için gölün dışına sıçrıyorlar. Sonra göl, küçük su kanallarıyla her yere götürüyor beni. Biraz yukarı, biraz aşağı; tüm şehri geziyorum. Ulu Cami, Zincirli Sokak, Kazzaz Pazarı, Halil-ür Rahman Camii, Rızvaniye Camii... Üç gün, sadece geziyorum.Fırfırlı Cami'deki fırfırlı işlemelere bakarken, sanırım bir ara hipnotize olmuşum. Fark etmedim, bir el dokundu arkadan.- Hallo, I am a guide, I know everything..."Türküm" dedim, hemen Türkçe devam etti: "Abi her yere götürürüm seni, ben belediyeye bağlı çalışıyorum, yani part-time abi..."Çocuk 10 yaşında, dünya tatlısı. Üniversiteye gidecek; Harran'a. Kazanırsa... Mühendislik okumak istiyor. Şanlıurfa'yı çok rahat İngilizce, Türkçe, Kürtçe ve Arapça anlatabiliyor. Şanlıurfa Müzesi eserlerinden girip, St. Petrus kilisesinden çıkıyor. Adı İbrahim. En iyi bakırların nereden alınacağını, Kınacı Pazarı'nın resme en uygun köşelerini falan da bir çıpıda söyleyiveriyor... Üç gün dolaştım Şanlıurfa'nın eşsiz ve dipsiz tarihine fazlaca dalmaya niyetim yok. Hem malum, yerim kısıtlı hem de konu fazlasıyla derin. Okuyacak, öğrenecek çok şey var...Ben eski şehirde iki tam gün geçirdim. Taziye evlerinin kapılarında ağıtlar dinledim. Meydanlarda oturdum, laf atanlarla sohbet ettim. Sadece kebap yedim, halis Şanlıurfa yağlı, yanında bol taze otlar ve bostana salatası ile. Meyankökü şerbeti ve şalgam suyunu "meşrubat niyetine" içtim. Şıllık tatlısı ve künefeleri, mutlulukla yedim. Kahvelerim de her zaman "mırra" ve göğsü yumuşatan "menengiç" oldu. O menengiç kahvesinin kokusu; ki "kahve" dense de, aslında "pistacihio terebenthus"tan yapılıyor, yani Türkçesi bildiğimiz antepfıstığı; hâlâ burnumda...Son günümde de, eski şehrin sınırlarının dışında, yeni blokların ortasındaydım. Öyle açılardan "Şanlıurfa'nın yeni yüzü"ne şahit oldum ki, asla "Şanlıurfa" demezsiniz. Yüksek apartmanlar, altlarında pastaneler ve kafeler. Modern kıyafetli gençler, trafik ışıkları, kadın polisler, beş salonlu sinema, bilardo salonu, marketler, ışıl ışıl dükkanlar, alışveriş merkezleri; kısaca modern bir büyük şehirde görebileceğiniz her şeyi gördüm orada.Ama burnumda hâlâ menengiç kahvesinin kokusu, dilimde "Gezme ceylan bu dağlarda, seni avlarlar" türküsü... İçimde nedensiz bir sevinç ve tarifsiz bir hüzün... Yenişehir'de bloklar