04.08.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:
BUKET AYDIN
Bir süredir Bodrum’dayım. Hayatımın en uzun tatilini yapıyorum. Buradan izlenimlerimi haftaya yazacağım. Ama bu hafta bu sayfayı özel bir isme ayırdım. Bülent Özdemir ismini çoğunuz duymuşsunuzdur belki ama onu yakından tanımaya ihtiyacımız var. Bu röportajı bu yüzden yaptım. Moon Beach’te Perşembe akşamları Gökçe ile birlikte sahne alıyor Özdemir. Partnerleri her yıl değişiyor neredeyse ama o yazları hep Bodrum’da. Ben de bir akşam izlemek, dinlemek istedim. İzlerken de çok utandım. Neden mi? Çok severek dinlediğim “Lale Devri”, “Kaçak”, “Sana Değer”, “Cennet” gibi birçok eserin bestesinin ona ait olduğunu öğrendim. Böyle bir yeteneğin yeteri kadar tanınmaması çok üzücü. Bunda hem sanat camiasının hem de basının payı var tabii. Ben üzerime düşeni yani bu röportajı yaptım. Güzel bir de haber duydum. Bu sonbahar Bülent Özdemir bestelerinden oluşan bir albüm dinleyici ile buluşacak. Ben şimdiden heyecanla bekliyorum. Hepinize iyi pazarlar ve şimdiden iyi bayramlar diliyorum.
-İçimize işleyen birçok bestenin sahibi sizsiniz. Aslında ciddi bir dinleyici kitleniz var ama çoğu kişi sizi kim olduğunuzu bilmeden dinliyor. Bu durum size ne hissettiriyor?
Tabii ki kötü hissettiriyor. Maalesef bizim ülkemizde üretenlerin ikinci ya da üçüncü planda kaldığı bir sistem var. Ama dünyada tam tersi; önce üretenin kim olduğu, ne yaptığı dikkate alınıyor. Üzücü bir durum. Ama yine her şeye rağmen ısrarla üretmeye devam ediyorum. Misyon bu.
-Sizin “Lale Devri”, “Kaçak”, “Sana Değer”, “Cennet”, “Amazon” gibi dillere pelesenk şarkıların sahibi olduğunuzu bilen kişiler de oluyordur ama değil mi?
Tabii ki oluyor. Üreten için ürettiği şeyin beğenilmesi güzel bir duygu. Ama dediğim gibi anlaşılamamak çok daha ağır basıyor.
“Ferhat Göçer’in ‘bu Bülent Özdemir bestesidir’ dediğini hiç duymadım”
-Eserlerinizi verdiğiniz sanatçılara da görev düşmüyor mu acaba? Türkiye’de buradaki işleyişte de bir sıkıntı var diyebilir miyiz?
Bu aslında medyanın öne çıkarması gereken bir şey. Sanatçıların onlara verdiğimiz şarkıların tutması ve beğenilmesi sonucunda egoları biraz önde oluyor. Bazısı “Unutuyorum” demeyi tercih ediyor. Ferhat Göçer’e “Cennet” şarkısını verdim mesela yıllarca çok büyük ses getirdi şarkı ama “Bu bir Bülent Özdemir bestesidir” dediğini hiç duymadım. Böyle durumlarda ben öyle tahmin ediyorum egolar öne geçtiği için şarkıyı sahiplenme duygusuyla bunu hasıraltı ediyorlar sanırım, bilemiyorum. Zaten o psikolojiyi de çok fazla anlamıyorum.
-Sanırım dinleyicilerin çoğu da bunu çok önemsemiyor. Görünür olana bakmayı tercih ediyor.
Bu bir kültür meselesi diye düşünüyorum. Eskiden kasetler varken kasetlerin kartonetlerinde yazıyordu ve merak eden açıp, bakıyordu. Dijital ortamda bu da kalktı. Görünürde bizi lanse edecek herhangi bir şey yok. Ama sanatçıların başarılı olan eserlerin bestecisini söz yazarını söylemesi kadar doğal bir şey olamaz. Ben mesela beni çok uçurmuş, beni çok ön plana çıkarmış bir eserin sahibini sahnede anarken bundan büyük zevk alırım. Sibel Can, Ajda Pekkan, Sezen Aksu bu konuda çok titiz. Geçen sene Sibel Hanım da Ajda Hanım da özellikle telefon açıp, “Bülent lütfen gel, birinci bölümde normal repertuar, ikinci bölümde sadece Bülent Özdemir şarkıları olacak” diyerek beni çok onere edecek bir şekilde Açıkhava konserlerine çağırdılar.
-Değer bilenler eski toprak sanatçılar sanırım.
Aynen katılıyorum. Bu bir evre, olma evresi gibi herhalde. Ama bunları yapmak bir sanatçıyı çok daha önemli kılar dinleyicisi açısından. İzlediniz siz benim programımı; ben söz – müzik kime aitse söylerim her zaman. Atlarsam eğer üzülüyorum. Mesela “İkinci Bahar” şarkısını herkes Özdemir Erdoğan’la bağdaştırır ama söz- müzik Sezen Aksu’nundur. Maalesef ülkemizde bu konuda büyük bir eksiklik var.
-Uzun seneler bu kadar önemli besteler üretmiş bir müzisyen olarak müzik sektörünün geleceğiyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Müzik sektörü maalesef her geçen gün daha da kötüye gidiyor. Plak yapımcıları 2000’lerin başlarında o kadar saçma işlere girdiler ki bir furyaydı o, sanki sabah kalkan kaset yapıyor gibi bir durum vardı. Ve sonrasında bir çöküş başladı. Kaliteden uzaklaşıldı. Ben bir albüme şarkı verdiğimde plakçı özellikle oturur, şarkıları tek tek dinlerdi. Bunlar üzerinde yorum yapardı. Ortam daha bilinçliydi. Dijitale geçilince kimse o özeni göstermemeye başladı. Her geçen gün daha da kötü oluyor. Yozlaşma sonucu bazı besteciler “O zaman kendim okurum” demeye başladı. Üretici dünya çapında korunmadığı, kollanmadığı ve hakkı verilmediği sürece her işte çöküş devam edecektir. Telif haklarında neredeyse dünya sonuncusuyuz! Neredeyse!
-Hiç telif alamıyor musunuz?
Şöyle söyleyeyim çok uzak değil şurada, 5 km uzaklıktaki Kos’ta doğmuş olsa idim, bu eserleri burada değil, orada yapmış olsaydım; şu an 15 milyon dolarlık adamdım. 2000’lerin başında dijital ortama geçildiğinde GEMA’dan bir arkadaş geldi derneğe düzenleme yapmak için. O zaman da benim arka arkaya 4 şarkım patlamış; “Lale Devri”, “Kaçak”, “Cennet” “Benim Yerime de Sev”… Telifleri düzenlemeye gelen arkadaş o bestelerin bana ait olduğunu öğrenince dedi ki “Abi senin burada ne işin var? Senin Miami’de balık tutuyor olman lazım”.
-Sanatçılar ödeme konusunda nasıl peki?
Çok komik rakamlar söz konusu onların kazancına bakılırsa ama. Şimdi vermesen bir dert, yapıyorsun besteyi turşusunu mu kuracaksın?
-Siz kendiniz de söylüyorsunuz ama…
Kendim de söylüyorum ama ben hiç o tarafa meyletmedim. 15 yaşından beri profesyonel müzikle uğraşıyorum ama o hayat bana biraz sert geliyor. Şöhret ateşten gömlek derler ya… Tarzım da değil. Sezen’in bir lafı vardır; “Oğlum bu kadar mütevazı olma; gerçek zannedecekler” der. Aslında böyle mutluyum ama ürettiğim şeylerin maddi manevi karşılığını alsam belki 5 misli fazlasını üreteceğim.
“İyi müzik dinleyenler tanır beni”
-Sizin aslında bir dinleyici kitleniz var. Sahne programınız da gayet doluydu. Tanıyan tanıyor düşününce.
İyi müzik dinleyenler tanır beni. Doğma büyüme Karşıyakalıyım ama 33 senedir İstanbul’dayım. Caz ve rock çalıyordum ama İzmir ufak bir camia olduğu için para kazanamıyorduk. Sonra Bodrum’a geldik tesadüf. Burada 80’lerde rock çalıyorduk, biri benim barımda “Gece 02.00’dan sonra Türkçe çalar mısın?” dedi. Bir hafta sonra benim ses gitti. Bunun üzerine “Ankara’dan bir arkadaşım var, onu çağır beraber söyleyin” dedi.
-Kimdi, tanıdık biri mi?
Akrep Nalan… Onunla bir başladık biz, bir tuttu 4 yıl, sonra İstanbul’a transfer edildik. Ve müthiş bir dinleyici kitlesine ulaştık. Sonra partnerlerim değişmeye başladı. Akrep gitti, Niran (Ünsal) geldi, Niran gitti Yıldız (Tilbe) geldi. Yıldız gitti Nicole (Rona) geldi. Şimdi Gökçe var. Partnerler değişiyor, bir yere geliyorlar ve sonra uçuyorlar. Bu da benim misyonum. Bu 33. yazım benim Bodrum’da. Burada ciddi bir dinleyici kitlem var.
-Yıldız Tilbe ile çalışmak nasıldı?
Yıldız’ın ilk albümü olan “Delikanlım”ı ben yaptım. Kartoneti açıp bakarsanız 29 tane Bülent Özdemir yazıyor.
-Madem bu kadar ünlü sanatçıya eser verdiniz istemez misiniz eserleriniz bir albümde toplansın?
Şimdi bir proje albüme başladık. Yine Yıldız’ın plakçısı olan Cafer; Özdemir plak “Abi neden senin proje albümünü yapmıyoruz?” dedi. Mayıs’ta başladık. Ama yaz girdi araya. 24 şarkılık bir albüm olacak. İki tanesi de sıfır şarkı olacak. Birinde Sibel hanımla (Can), diğerinde de Yıldız’la (Tilbe) düet yapacağım. Onun dışında Sezen Aksu, Ajda Pekkan, Ebru Gündeş olacak. Çok sıkı isimler olacak albümde.
-Ne zaman çıkacak?
DMC de ortak bu arada projeye. Eylülde herkesin konserleri tatili bitmiş olacak. Eylül itibariyle giriyoruz albüme.
“Sezen Aksu beni çok fena gaza getirdi”
-Siz rock ve caz yaparken “Kaçak” ya da “Lale Devri” gibi eserleri nasıl besteleyebildiniz?
15 yaşında başladım müziğe dediğim gibi, düğün salonlarında da çalıştım. Halkın içinden yetiştiğim için Türk müziğini çok iyi biliyorum. Bilgi olarak da biliyorum, enstrümanımla da çok çaldım. Arkasında çalmadığım sanatçı kalmamıştır bir de Sezen hanım beni çok fena gaza getirdi. Rahmetli Onno Tunç’la beraber bizi dinlemeye geldiler. Mesela Jimi Hendrix çalıyoruz, arkasından Cem Karaca, Timur Selçuk çalıyorum. Arada indik ve bana şöyle dedi: “Caz, rock, arabesk, alaturka çalıyorsun. Neden beste yapmıyorsun?” Ve ben ona ertesi gün “Deli Kızın Türküsü”nü götürdüm.
-Peki, siz söze göre mi müzik yapıyorsunuz? Nasıl oluyor üretim aşaması?
Önce müziği yapıyorum. Sözlerin melodiyi kısıtladığını düşünüyorum. Neden mesela şarkıların hepsi tutuyor. Yoğun bir melodi akışı var. Müziğin sözden bağımsız olduğunu düşünerek önce müziği yapıyorum. Müziğe sözleri yazdırıyorum.
-“Deli Kızın Türküsü” nasıl oldu? Çünkü o zaten Gülten Akın tarafından yazılmış bir şiir.
Ben şarkıyı besteledim, Sezen’i aradım. “Gelsene” dedi. Melodiyi dinledi. Kitaplığına döndü. Gülten Akın’ın şiir kitabını eline aldı. Açtı “Çalsana Bülent” dedi, çaldım. Şiiri okumaya başladı. Öyle çıktı. O melodiye bu şiirin dizelerinin oturacağını nasıl bilebilir!
-Tüylerim diken diken oldu. İşte Sezen Aksu farkı!
“Gülten Akın’ı oradan nasıl buldun?” dedim. “Ben onların hepsini içtim” dedi. Çok çılgın bir kadındır. Albümü yeni bitmişti, Açıkhava’ya konsere gelmişti İzmir’e. Beni çağırdı ve o gece ben gitarla çaldım “Deli Kızın Türküsü”nü, o da söyledi.
-Çok güzel bir ilişkiniz var galiba İzmirli olmaktan mı kaynaklı?
Aynı frekanslarda oluşumuz çok önemli ama tabii ki Egeli olmak ona göre de bana göre de bir ayrıcalık. İzmir bu konuda acayip bir memleket. Çok iyi insanlar yetiştiriyor ama İstanbul parlatıyor.
“Lale Devri anneme yaptığım bir şarkı”
-“Kaçak” şarkısı için sahnede çalarken “bunu nasıl bir kafayla yazmışım!” diye serzenişte bulundunuz kendi kendinize. Nasıl bir kafayla yazıyorsunuz?
Kaçak’ın başka bir anısı var. “Lale Devri” ona keza anneme yaptığım bir besteydi. Annem alaturka müziği çok severdi, adı da Lale’ydi. Sezen hanım yazdı onu da sağ olsun. Bir gün “Rodrigo’nun Gitar Konçertosu”nu dinliyorduk evinde. Bana döndü; “Senin de böyle bir eser yapman gerekir, sen çok üstün yetenekli bir adamsın, bak aradan 100 yıl geçse de çalınacak bir eser yapman lazım” dedi. Ben de espriyle karışık “Var” dedim. Sonra “Lale Devri”ni çaldım. Bana döndü “Bülent bu biliyor musun? Yapmışsın oğlum” dedi. Ben inanamadım, şaka yapıyor zannettim. “Yok” dedi “Getirin kalemi kâğıdı” ve yazdı o şarkıyı.
-Aşk şarkısı yapılamıyor mu artık?
Yapamıyorlar!
-Neden? Kimse aşık olamadığı için mi?
Mantıklı bir yaklaşım, o eski duygular kalmadı. Her şeyi acayip tüketiyoruz. Her şeyi ama. Duygular da çabuk tüketiliyor. Ben eşimle evlenmeden önce parktan onların dairesine bakardım. Özel bir işaret dili geliştirmiştik. Parktaki bir ağacın arkasından onların balkona seslenirdim.
“Aleyna Tilki’ye yanlış yerden girildi”
-Yeni nesil ikonlarımız hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bazıları çok kabiliyetli. Edis var mesela ben onu çok beğeniyorum. Aleyna Tilki’nin çok farklı bir sesi var. Ama o çocuğa yanlış yerden girildi. Yaşıyla, başıyla, kıyafetiyle uğraşana kadar, sesi nasıl ona bakın! Ne yorumluyor, ne yapıyor bu kız, ona bakın. Basın burada çok sınıfta kalıyor. Basında yetişmiş, kültürden sanattan anlayan adam çok az.
-Solak olduğunuz için gitarı tersten çalıyormuşsunuz bu nasıl olabiliyor?
Ben müziğe başladığımda davulcuydum. Melodiler üretmek için bizim gitaristin gitarını alırdım. O zaman müzik aletleri falan hak getire. Bir gün onun gitarını aldım eve getirdim, bir müzik üretmem lazım çünkü, davulda üretemiyorsun. Gitarı ters tuttuğum için doğru sesleri çıkaramıyorum. Tellerinin değişmesi lazım. Normal sağ gitarı tellerini değiştirip sol elle çalıyorum. Kalın teller aşağıda benim gitarımın. Bu da dünyada 3-4 kişide olan bir özellik.
-Size Türkiye’nin Carlos Santana’sı diyorlar. Sizce?
Carlos Santana bir afro- rock gitarcısı. Santana’yı Santana yapan özelliği geçmişinde çok ağır rock çalması. O benim rock çaldığım zamanlarda söylenen bir şeydi. Bu işe girdiğiniz zaman bir pencereyi kapatmak zorunda kalıyorsunuz. Talep var, isteniliyor beğeniliyor. Şu an bile 7-8 sanatçı beste bekliyor benden. Ama önce kendi albümüme yoğunlaşacağım.
“Yaratıcının doğarken bana üflediğine inanıyorum”
-İlham mı geliyor? Nasıl beste yapıyorsunuz?
Ben yaratıcının ben doğarken bana üflediğine inanıyorum. O ilham her zaman var. Her an var. Sadece kendimi oraya kanalize etmeme bakıyor ama misyon olarak yaratıcının üflediğini biliyorum. Bu hep içimde var. Objektifim çok açık, üretenlerin, gerçek sanatçıların objektifi normalden çok daha fazla açıktır. Empati eşiğim çok yüksek.