12.07.2020 - 03:10 | Son Güncellenme:
Ceyda Ulukaya
Türkiye’de 58 üniversite var. Bugünkü mevcut yapı içindeler. Siz bizden 59. üniversiteyi mi istiyorsunuz, yoksa biraz önce size anlattığımız, 80 küsur kişinin katılarak, çalışarak, akıl vererek çıkardığı gibi yükseköğrenime fark getirecek bir üniversite mi?” Güler Sabancı bu sözleri, 1997 yılında amcaları Hacı Sabancı ve Sakıp Sabancı’ya sarf ettiğinde aldığı yanıt, bugün 20 yılı geride bırakan Sabancı Üniversitesi’nin kaderini tayin ediyor: “Tabii ki fark getirecek bir üniversite.” Amcalarının hayalini gerçeğe dönüştürmek üzere yola çıkan Güler Sabancı; kampüsünden cüppesine, öğrenim sisteminden uluslararası iş birliklerine öncü bir model geliştirmek üzere canla başla çalıştığı Sabancı Üniversitesi’nin hikayesini “Bir üniversite var ederken...” kitabında anlatıyor. Bu hikaye, aynı zamanda Güler Sabancı’nın da “tekâmül” hikayesi... Okuyucu içinse, onun liderlik anlayışını yakından tanımanın yanı sıra Sabancı Ailesi’nin eğitim konusundaki yüksek hassasiyetini anlamanın, Türkiye’nin yükseköğrenim serüveninin bir kesitine tanıklık etmenin ve dünyanın en prestijli üniversiteleri arasında gösterilen bir kurumu var etmenin bileşenlerini kavramanın yolu. Sabancı Üniversitesi Kurucu Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı’yla, 20 yılı aşkın “var etme” hikayesini konuştuk.
Güler Sabancı, çocukluğunu birlikte geçirdiği babaannesi Sıdıka Sabancı ve dedesi Hacı Ömer Sabancı'yla.
Merhum Sakıp Sabancı “Rahmetli babam var etti, biz ancak koruduk” diyor bir röportajında. Kitabın ismi de bu söze bir referans gibi. Nedir sizin için var etmenin anlamı?
Her ailenin bir lisanı vardır. En çok kullanılan kelimeler, en çok üstünde durulan konular… Kitabın adını buradan hareketle koydum. “Var etmek” hem Sakıp Bey’in hem ailemizin çok kullandığı bir ifadeydi. Var etmenin içinde yoktan var etmek, kaynakları bir araya getirmek ve sadece kuru kuruya kurmaktan öte, güçlü bir sahiplenme ve yaşatmak için de bir çaba göstermek var. Kurmaktan ötesini de düşünmek var. Ve Sabancı Üniversitesi, benim hayatımdaki önemi ve yaşamıma kattığı değer bir yana Sakıp Bey’in tabiriyle vakıf çalışmalarımızı taçlandıran bir projedir. Sabancı Kardeşler de bu projeyi hep arzu ettiler. Ancak yol boyu çok kıymetli insanlar kaybettik. 94’te karar alındı, 95’te arama konferansı yapıldı, 96’da Özdemir Bey’i kaybettik, 98’de Hacı Sabancı’yı, 2004’de Sakıp Bey’i... Sonra kurucu rektörümüz Tosun Terzioğlu’nu da kaybettiğimizde ben artık hatıralarımı yazmalıyım dedim. Üniversitenin varoluş hikayesini kendi hatırladıklarımla anlatma ihtiyacı hissettim. Emeği geçenlere teşekkür etmek arzumdu, onu da kapsadı bu kitap.
Üniversitenin fikir babaları, aslında Sabancı Kardeşler arasında üniversite tahsili almayan iki kardeş: Sakıp ve Hacı Sabancı. Bu da çok anlamlı…
Sakıp Bey sağlık nedenleriyle üniversiteye gidemiyor. Hacı Bey de ailede çalışılmasına ihtiyaç olduğu için. Çünkü baba çalışıyor. Altı oğlu var. İlk üçü üniversite tahsili göremiyor, benim babam da dahil. Ama sonraki üçünü çok titizlikle üniversite ve yüksek tahsil için İngiltere’ye gönderiyor. Üniversite tahsili yapmamış o iki kardeş, Hacı ve Sakıp Sabancı için üniversite çok önemliydi. Eğitimin önemini çok hissetmişlerdi yaşantılarında. O yüzden en büyük arzularıydı. Çok şükür gerçekleşti. Sakıp Bey hiç değilse ilk mezuniyet törenini görebildi ama Hacı Bey de temel atılışını, yani başladığını gördü projenin.
Size üniversitenin sorumluluğu verildiğinde müdür ve yönetim kurulu başkanı sıfatlarıyla iş dünyasının kalbinde bir konumunuz var. Nasıl karşıladınız bu sorumluluğu? “Yapamam, bana göre değil” demek geçti mi içinizden?
Hayır. Amcamlar bana güveniyor ve bu görevi veriyorlarsa, demek ki yapabilirim dedim. Bunu bilhassa söylüyorum; çünkü gençlere sorumluluk vermek ve güvendiğinizi hissettirmek başarıyı başlatan bir harekettir. Tabii körü körüne değil ama önemlidir. Amcalarım çok akıllı ve dikkatli insanlardı. Bana böyle bir görev verdiler ama görevi vermeden önce, ısındırmak derdi Sakıp Bey, ısındırdılar beni projeye. Beni sohbetlerine dahil ediyorlar, sen de gel dinle bak Bilkent’te böyle olmuş, Koç şöyle yapıyormuş, sen bir git Suna’yla (Kıraç) konuş gibi görevler veriyorlar ve işin içine çekiyorlar. Dolayısıyla görev verildiğinde ben hazırdım. Burada tabii yönetim şekli olarak da öğrenilecek dersler var diye düşünüyorum. O yüzden o aşamada hiç yapamam diye bir düşüncem olmadı ama en iyisini nasıl yaparız diye çok araştırmam gerekti.
Sonrasında oldu mu?
İşin içine girince şunu gördüm: Üniversite tahsili yapmış herkesin hayalinde bir başka üniversite var. O noktada bu işin doğrusunu ve en iyisini yapabilmenin çok katılım ve çok akıl gerektirdiğini fark ettim. Zaten ondan sonra 52 kişilik arama konferansı ve 80 kişilik tasarım komitelerinin 4 yıl boyunca çalışması geldi. Her konuyu ortak akılla tartışarak yaptık. Ben, ailem, ekibimiz, vakfımız… Biz üniversite kurmayı çok ciddiye aldık. İyi ki de o kadar emek vermişiz. Eğitim anlamında birçok yenilik yaptık, birçok örnek alınan uygulamalar gerçekleştirdik ve çok başarılı mezunlarımız oldu. Onların başarıları, doğruları yaptığımızın ispatı oldu.
Bu tartışmaların sonunda da “fark yaratan üniversite” fikri benimseniyor. Nasıl bir ihtiyaçtı fark yaratmak?
O dönem yükseköğrenimin vakıf üniversitelerine açıldığı yeni bir dönem. Biz üçüncü vakıf üniversitesiyiz. Cumhuriyet tarihinde yeni bir açılım. Yeni bir yüzyıla giriyoruz, dünya hızla değişiyor. Yeni ihtiyaçlara cevap veren, mevcutlardan farklı şeyler sunabilen bir üniversite olsun, yükseköğrenime yenilik getirsin, öncülük yapsın istedik. İlk uygulamaların hep öncülük etme sorumluluğu vardır. Sakıp Bey de buna inanırdı, bizim topluluğumuzun kültüründe de bu vardır. Başlangıçta da Kemal Gürüz Hoca büyük şansımız oldu. O dönem YÖK Başkanı’ydı ve arama konferansımızda da bulunmuş biri olarak bu konuyu ne kadar ciddi çalıştığımızı gördüğü için mevcut sistemde izinlerin gerektiği noktalarda hep desteğini gördük. Son yıllarda da YÖK Başkanımız Yekta Saraç ve ekibinden de, artık başarısı kanıtlanmış farklı yaklaşımlarımıza destek görmeye devam ediyoruz.
Örneğin Sabancı Üniversitesi’nde öğrenciler bölüm değil fakülte seçiyor. Fark yarattığınız alanlardan biri bu.
Evet ama sadece o değil. Biz öğrencileri direkt fakültelere alıyoruz ve 1.5-2 sene sonra öğrencilere program değiştirme hakkı tanıyoruz. Asıl fark yaratan budur. Bakın biz her adımı araştırma yaparak attık ve o gün de öyleydi, bugün de öyle: Türkiye’de üniversite öğrencilerinin yüzde 50’den fazlası, okudukları bölümden farklı bir yerde olmak istiyor. Çünkü 18 yaşında karar veriyorlar ama öğrendikçe ve geliştikçe farklı bir şey yapmak istiyorlar. Ayrıca, ilk yıllarımızdan itibaren, örneğin mekatronik gibi yenilikçi programlarda ilk olduk. Neden? Çünkü bizim tartıştığımız esas ilke şuydu: Biz 21. yy’a bir üniversite kuruyoruz. Geleceğin üniversitesi, geleceğin sorunları, geleceğin dünyası nasıl bir eğitim istiyor? Ve bu tartışmalar sonunda üç senaryo çıktı. Bunlardan biri, kampüssüz üniversiteydi. Bakın bugün Kovid-19 dönemindeyiz ve geldiğimiz yeri düşünün. Bunları tartıştığımız için, kampüslü üniversite tercih etmiş olsak da online eğitime geçen ilk üniversite olduk; çünkü 21. yy üniversitesinin teknik altyapısına yatırım yapmıştık. Bu yüzden de online eğitim gerektiği anda en çabuk adapte olan üniversite olduk.
Alfa Yayınları’ndan çıkan kitabın kapağında Güler Sabancı’nın kendi elyazısı kullanılmış.
Üniversiteyi bugün kuracak olsanız kampüssüz üniversite fikrine sıcak bakar mıydınız?
Kampüssüz üniversite modelleri Kovid-19’dan önce oluşmaya başlamıştı. Birçok online eğitim imkanı var ve olacak da. Ama yine de bütün bu süreç şunu da gösterdi: Üniversite adı üstünde, “universal” bir şeyi konuşuyoruz ve insanların bir arada ve etkileşim içinde olması lazım. Biliyorsunuz bizim mottomuz, birlikte yaratmak ve geliştirmek. Birlikte yaratmak ve geliştirmek için de bir arada olmak lazım. Dolayısıyla evet online eğitimler daha fazla olacak, hibrit sistemlere doğru gidiyoruz ama bugün dünyanın en iyi üniversiteleri kampüslerini büyütmeye devam ediyor. Dolayısıya kampüsün yerini almayacak ama yeni bir dönem olacak; yeni tedbirlerle, yeni mesafelerle yaşayacağız. Üniversite ve eğitim kurumları da bunlardan etkilenecek.
Kitap sayesinde sizin liderlik anlayışınıza dair de fikir sahibi oluyoruz: Dönüşümcü liderlik. Nasıl bir anlayış bu?
Evet, Oğuz Babüroğlu böyle tarif etmişti, yoksa insanın kendi kendini tarif etmesi zordur, hele de liderlik konusunda. Özündeki belki de şu: Benim yeniliğe ve değişime çok açık bir yapım var. Bunu kolay kabul etmeyen liderler de vardır, onlar da başarılıdır ama benim yapım bu. Tabii dozunu iyi ayarlamak lazım; çünkü sürdürülebilirlik ve süreklilik de yönetimde önemli bir unsurdur. İkincisi çok akıl alırım. Hatta severim danışmayı. Belki kişilik, belki alışkanlık meselesi. Burada rahmetli Sakıp Bey’i anmam lazım. O da çok akıl alırdı. Bizlere sorardı. Fikirlerimizi illa yapardı değil ama duyardı ve öyle karar verirdi. Ben de duymayı isterim. Bu özelliklerim de üniversitenin kuruluş aşamasındaki süreçte faydalı oldu diye düşünüyorum. Çünkü üniversite kurmak öyle “Ben bilirim” diyerek yapılacak bir iş değil. Benden daha fazla bilenler var, bunu unutmamak gerekir.
“Mezunlarımızın yüzde 21’inden fazlası yurtdışında”
Sabancı Üniversitesi fark yaratma fikriyle kuruldu ve 20 yılı geride bıraktı. Peki önümüzdeki döneme nasıl bakıyor?
Birincisi, Sabancı Üniversitesi’nde çok kuvvetli bir girişimcilik ruhu var. Bunu görmek beni çok mutlu ediyor. Ve yine Türkiye’de ilktir; Inovent diye bir şirket kurarak hem öğrencilerimiz hem öğretim üyelerimize startupları için ufak fonlar sağlıyoruz ve başarılı olduklarını görüyoruz. İkincisi, sanayi-üniversite iş birliği Türkiye’de çok konuşulan ama elle tutulur bir örneği maalesef pek olmayan bir alandı. Biz 5 yıl önce Kordsa’yla bunun çok başarılı bir modelini oluşturduk. Kordsa bugün sanayi konusunda uluslararası iddiaya sahip bir konuma erişti. Şunu demek istiyorum: Biz bir dünya üniversitesi olmak için çıktık yola. Şu anda mezunlarımızın yüzde 21’inden fazlası yurtdışında çok önemli şirketlerde çalışıyorlar ya da çok önemli üniversitelerde öğretim üyesi oluyorlar. Ayrıca umuyorum ki bize geri gelecekler. Bir üniversitenin sorumluluğu sadece meslek edindirmek değildir. Bu ülkenin kaynaklarını en iyi ve en akıllıca nasıl yönetileceğini de öğretmektir. Ve tabii iyi öğretim üyesi yetiştirmektir. Startuplar, yeni fikirler, unicornlar çıkarabilmektir. Ülkenin buna ihtiyacı var. Dolayısıyla bütün bu görevlerimizi yerine getirmeye çalışıyoruz. Bundan sonra da çok daha ileri hedeflere ulaşacağımıza inanıyorum.
“Benim kızım general müdür oldu”
Sizi “Dünyanın en güçlü kadın liderleri” sıralamalarında ilk sıralarda görmeye alıştık. Bu yönünüzle genç kadınlar için de bir rol modelsiniz. Sizin hayatınızda bir rol model var mıydı?
Gençliğimden itibaren beni iki güçlü kadın çok etkilemiştir. Biri anneannem: Beyrut’ta okumuş, Halide Edip’in talebesi olmuş, Türkiye’nin ilk öğretmenlerinden biri olmuş, muazzam akıllı, Fransızca ve Arapça’yı anadili gibi konuşan, Osmanlı’nın çöküşünü ve Cumhuriyet’in kuruluşunu yaşamış gerçek bir Cumhuriyet kadını. Bizimle otururdu, dolayısıyla çok yakındık. İkincisi babaannem: O da gerçek bir Anadolu kadını. Çok yapıcı, becerikli, çalışkan. Ben ilk yöneticilik dersimi babaannemden aldım diye düşünüyorum. Çünkü uzlaştırıcı. 6 oğlu, 6 gelini, dedemin kardeşleri… Bu insanların hepsini bir araya topladığında herkesin konuşmaktan memnun olacağı konuyu bulurdu. Dolayısıyla yaşama ve kişilere ne konuda ayrışıyorlar diye bakmaz, hangi konuda buluşuyorlar diye düşünürdü. Bu bakış açısı onu çok başarılı bir yönetici ve uzlaşmacı yapmıştı. Ve çok hayırsever bir kadındı. Dolayısıyla birbirinden çok farklı olmalarına rağmen ana ahlaki değerleri çok aynı olan bu iki yapıcı, çalışkan kadın hayatımda çok önemli oldular. Babaannem ben Kordsa’ya genel müdür olduğumda çay partisi verdi, bütün komşularını çağırdı ve “Benim kızım general müdür oldu” dedi. E doğru söylüyor, onun için genel müdür general müdür fark etmez. Ama kutluyor, kız torunum fabrikaya müdür oldu diye. Teşvik etti beni, gurur duydu bundan. Dolayısıyla rol model olarak onları sayabilirim. Amcalarımdan da çok şey öğrendim. Kadınlara sadece kadınlar rol model olur diye bir şey yok tabii ki.
Güler Sabancı, üniversitenin kurucu rektörü Tosun Terzioğlu’nun “sessiz güç” olarak anıldığını anlatıyor: “Bir yere girdiğinde hemen hissedilmezdi. Ağır, sakin, sessizce girer; öyle önlere çıkmaz, kenarda durur ve çok iyi dinlerdi.”
Güçlü kadın sıralamaları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu tür güçlü kadın sıralamalarını rol model oluyor diye hoş görüyoruz ama inşallah bir gün bu sıralamalar hiç olmasın. İlla “kadınlar” diye bir sıralamaya ihtiyaç olmasın. O gün geldiğinde, artık bunun bir önemi kalmadığı o gün, gerçek başarıyı yakalamış olacağız.
“Bugün tercih yapacak olsam”
Bugün 17 yaşınızda tercih yapacak olsanız Sabancı Üniversitesi’nde hangi alanı seçerdiniz?
Öncelikle Sabancı Üniversitesi’nde tercih sistemi farklı biliyorsunuz. O yüzden ben de 17 yaşında olsam tercih yapmazdım. Sabancı’ya girer ve iki sene sonra tercih yapardım. Birincisi bu. İkincisi de şu günlerde özellikle data analizi, bilgisayar bilimleri, nanoteknoloji gibi o kadar güzel ve yeni işler var ki dünyada. Ayrıca birbiriyle de birleştiriliyor birçoğu, psikolojiyle data analizi gibi örneğin, birbirini besleyen disiplinlerarası birçok program var. Herhalde öyle bir eğitim almayı isterdim.