12.03.2017 - 02:30 | Son Güncellenme:
Umut EROĞLU / umeroglu@gmail.com
Dünyadaki tüm insanlar, var oldukları günden bu yana önemli bir soruyu paylaşır: Ölümden sonra yaşam var mı? Sorunun önemi malum, hiçbirimiz durup dururken ölmek istemiyoruz. En temel içgüdümüz bize hayatta kalmamız gerektiğini söylüyor. Her ne koşulda olursa olsun. Tüm canlılar hayatta kalmak adına çevresiyle ve değişen koşullarla uyumlanıp evriliyorlar. Her şey, hayatta kalmak için...
Ölümden sonra ne olacağı sorusuna inanç sistemlerinin ve spiritüel öğretilerin farklı yanıtları var. Ana fikirse aynı; hepsi ruhun bedenden ayrılıp yoluna, tekamülüne devam edeceğini söylüyor. Bilimsel yollarla ispat edilebileceğini düşünmekse zor. Zaten ispat arayışı da bilim dünyasını eskisi kadar heyecanlandırmıyor; artık yeni olasılıklar keşfetmek çok daha cazip. İşte tam da bu anlayışla Barcelona Üniversitesi’nden bilim insanları, sanal gerçeklikle beden dışı yaşam deneyimini tasarlamayı başararak, ölüm korkusunu yenme yolunda çok önemli bir adım attılar.
Çarpıcı bir deney
Bilindiği üzere kısa süreli ölüm tecrübe ettiği esnada beden dışı deneyim yaşadığını bildiren pek çok klinik vaka bulunuyor. Ucunda ışık olan karanlık bir tünel görenler, bedenini yukarıdan seyredenler, farklı alemlere geçtiğini görenler gibi pek çok hikaye kaydediliyor. Çoğunun ortak yanı, geri döndüklerinde artık ölümden eskisi kadar korkmuyor olmaları. Bilincin beden olmadan bir şekilde yoluna devam edebileceği düşüncesi, ölünce her şeyin biteceği endişesinden kurtulmalarını sağlıyor olmalı.
Barselonalı bilim insanları, geçtiğimiz haftalarda bir grup insana beden dışı deneyim yaşatarak ölüm korkusunu yenip yenemeyeceklerini anlamak üzere bir deney gerçekleştirdi. 32 kadın denekle başlanan çalışmada, gruplar ikiye bölündü. Deneklerin bedenleri 3D modellenerek sanal ortamda yeniden oluşturuldu. Her bir denek, Oculus Rift sanal gerçeklik başlığı ve hareket sensörlerinden oluşan özel bir kıyafet giydi. Aynı zamanda el ve ayak bileklerine de titreşim veren aygıtlar bağlandı. Böylece sanal ortamda gördükleri bedeni kendi bedenleriymiş gibi hissetmeleri sağlandı.
İnsan beyninin oryantasyon mekanizması, kendine aitmiş gibi algıladığı yapay uzuvlara gerçek tepkiler verebiliyor. Ünlü “plastik el” deneyinde, bir kişinin gerçek eli paravanın ardına saklanıyor ve aynı yerine plastik bir el ve kol konuluyor. Kişinin gerçek eli minik sürtünmelerle uyarılıyor ve bu esnada plastik ele bakması isteniyor. Sonunda plastik ele çekiçle vurulduğunda kişi korkuya kapılarak sıçrıyor. Benzer mantıkla işleyen deneyde kişiler sanal ortamdaki bedenin kendi hareketlerinin aynısını yaptığını görüyorlar. Buna ek olarak görüntüde el ve ayak bileklerine bir top çarpıyor, aynı sırada bileklerine titreşim veriliyor. Böylece görüntüdeki bedenin gerçeklik hissiyatı iyice pekişiyor. İşte bu esnada bedenden ayrılma deneyimi başlıyor. Denekler havaya yükselerek sanal bedenlerini yukarıdan izliyor ve toplar bileklerine değmeye devam ediyor.
Korku azalıyor
Deneyin sonucu çok ilginç. Deneklerin, deney öncesinde yapılan ölüm korkusu testindeki oranları 7 üzerinden 6. Yani hepsi yüksek oranda korkuyor. Deneyden sonraysa korku oranı 7 üzerinden 2.75 ortalamasına geriliyor. Bilincin bedenden ayrılması halini sanal yolla da olsa deneyimleyen beyin, bilincin beden merkezli olmadığını öğrenerek ölüm korkusunu büyük oranda azaltıyor.
Deney, sürekli ölüm korkusuyla yaşayan psikiyatrik hastalardan, ciddi ölüm riski taşıyan işlerde çalışanlara kadar pek çok insana ümit verebilir. Ancak gösterdiği daha önemli bir şey var: Bilinç, beden dışında var olabileceğini bu denli kolay ve hızlıca kabul ediyorsa, benliğin yalnızca et ve kemikten ibaret olmadığının farkında olmalı... Ölüm korkusu, bizi hayatta tutan mekanizmanın en önemli parçası. Ancak yalnızca fiziki benliğimizin varlığını korumaya yarıyor. Ruhumuz ve bilincimiz ise bizi meydana getiren diğer benliklerimiz. Yalnızca bedeni koruyan bu korku mekanizmasıyla kendimizi kısıtlamayı bırakabilirsek, ruhumuzu ve bilincimizi sonsuz olasılıklara ve özgürlüğe açmış olmaz mıyız?