14.03.2021 - 03:06 | Son Güncellenme:
Seyhan Akıncı
Ekin Koç, sinematografisine henüz 28 yaşında olmasına rağmen “Bizim İçin Şampiyon”, “Bozkır” gibi yapımları sığdırmayı başarabilmiş bir oyuncu. Beyazperdedeki yolculuğuna Ferit Karahan’ın “Okul Tıraşı” filmiyle devam eden Koç’u otoriter bir öğretmen olarak izlediğimiz yapım 71’inci Berlin Film Festivali’nde FIprescI Ödülü’nün sahibi oldu. Festival bu yıl koronavirüs salgını nedeniyle çevrimiçi olarak iki bölüm halinde düzenleniyor. Oyuncu prömiyerini Berlin’de yapan “Okul Tıraşı”nı, “Gündelik hayatımızın içine sızan ve farkına varmadan parçası haline geldiğimiz çarpık ilişkilere dair ince gözlemlere sahip bir hikâye” sözleriyle anlatıyor. SUB Karaköy’de bir araya geldiğimiz Ekin Koç ile “Okul Tıraşı”ndan kendisinin okul yıllarına, pandemiden kötü senaryo üreten zihninin bu süreçte ona fısıldadıklarına pek çok şeyi konuştuk.
“Okul Tıraşı” oldukça güçlü ve sert bir hikâyeye sahip. Film, nasıl izler bıraktı sizde?
Beni en çok etkileyen, filmin sıradan bir hikâyeyi alıp yalın bir anlatım diliyle, son derece akıcı bir şekilde makro yapıdaki baskı unsurlarıyla ilişkilendirmesi ve bunu seyirciyi kışkırtma amacı gütmeden yapabilmeyi başarması oldu. Gündelik hayatımızın içine sızan ve farkına varmadan parçası haline geldiğimiz çarpık ilişkilere dair ince gözlemlere sahip bir hikâye. Dolayısıyla bir oyuncu olarak böyle işlerin bir parçası olabilmeyi fırsat olarak görüyorum.
Filmde otoriter ve şiddet uygulayan bir öğretmen olarak izliyoruz sizi. Kurallara, otoriteye karşı nasıldır Ekin Koç? Nasıl bir ilişkisi var bu kavramlarla?
Açıkçası otorite ve şiddet, hayatımın her alanında sakınmaya çalıştığım, çocukluğumdan beri yıldızımın barışmadığı fakat bir şekilde hep karşıma çıkan kavramlar oldu. Bilhassa şiddeti araçsallaştıran otorite, her zaman kafamı kurcalamış ve farklı tezahürleriyle çoğu zaman hayatıma temas etmiştir.
Son dönemlerde “derdi” olan işlerde görüyoruz sizi. Neyi dert eder en çok Ekin?
Doğruyu söylemek gerekirse eskisi kadar dert etmiyorum dünyevi sorunları. Kendi özel hayatımda da önceden iç dünyamda fazlasıyla yer kaplayan kaygılardan arınmaya çalışıyorum.
Peki, okul sıralarındayken neler hayal ederdiniz?
Uzun vadeli hayallere pek kaptırmazdım kendimi. Yakın geleceğe dair daha somut arzulara yönelik heveslere kapılmışlığım daha fazladır muhtemelen. Ama her çocuk gibi olur olmadık, zamansız fanteziler de elbette geçmiştir kafamdan.
Birçoğumuzun hayatında bugün olduğumuz kişiye dönüşmemizi sağlayan öğretmenler vardır. Sizin unutamadığınız bir öğretmeniniz var mı?
Evet, var. Belki de bu zamana kadar bana en büyük ilhamı vermiş olan insanlardan biridir. Hâlâ kendisini mümkün mertebe arayıp halini hatrını sormaya çalışırım. Yedi ila on yaş arasındaki kısmen zorlu çocukluğumda bana gerçekten el vermiş çok kıymetli bir öğretmendi Nilgün Özen. Kendisini buradan saygı ve sevgiyle anmak ve adından söz etmek de beni ayrıca mutlu etti.
Diğer yandan sizi her hafta TRT 1’de yayınlanan “Uyanış: Büyük Selçuklu”da izliyoruz. Dönem işini diğer işlerden ayıran şeyler neler?
Ayırmayan şeylerden bahsetsek belki işimiz daha da kolaylaşır. Çünkü kostümden saç ve makyaja, sanat yönetiminden rejiye kadar her şeyin tarihsel açıdan asgari ölçüde döneme uygunluk taşıması gerekiyor. Bu titizlik isteyen hummalı bir çalışma. Ayrıca oyunculuk yönünden de jest ve mimiklerin azami ölçüde kontrollü olması da dönem işlerini günümüz işlerinden ayıran önemli faktörlerden.
“Uyanış: Büyük Selçuklu”yu yıllar sonra kariyeriniz açısından nasıl hatırlarsınız?
Sırf savaş değil tüm aksiyon sahneleri ciddi detaylarla örülen bir iş yapıyoruz. Bunun içine bir de dram aksı yerleştiriliyor. Ayrıca yapım tarihi gerçekçiliği barındıran bir kurgu işi. O nedenle de bence hem izleyici hem de işin içinde bizler için kıymetli. Yıllar sonra bile tebessümle hatırlarım.
“Kötüyü hesaba katmakta mahirim”
“Kötü senaryo üreten bir zihnim var” demişsiniz bir söyleşinizde. Zihniniz, işleri daha da zorlaştırdı mı bu süreçte?
Pek sayılmaz. Her ne kadar kötüyü hesaba katmak konusunda mahir olsam da pandemi koşullarının sürdürülebilir olmadığını öngörmüştüm. Bana kalırsa aşı bulunmasaydı bile insanlar ekonomik açıdan durumu kaldıramayacağı için hayat belli ölçüde eski akışına dönmek zorunda kalırdı.
“İlk dalgayı çok daha yoğun hissettim”
Kontrollü normalleşmeye geçişte ertesi gün soluğu bir mekânda alanlarla evden çıkmamaya devam edenler olarak ikiye ayrıldık bu defa. Siz normalleşebildiniz mi?
Ben pandeminin ilk dalgasını çalışmadığım için çok daha yoğun hissettim. Fakat temmuzdan beri dizi çekimlerinin yoğunluğundan ötürü dış dünyayla temasım zaten oldukça düşük seviyedeydi. Dolayısıyla insanların normaliyle benim normalim ayrışmış olduğu için benim açımdan değişen pek bir şey olmadı.
Pandemide pek çok şeyi özlesek de esasında gereksiz ve fazlalık olan şeylerle de yüzleştik. Bu dönem bir sadeleşmeye yol açtı mı hayatınızda?
Sadeleşmeye yol açtığını söyleyemem fakat halihazırda elimizdekilerin kıymetini bir kez daha anlamamı sağladı. Arkadaşlarla toplanıp güzel bir sofraya oturmanın veya oturup bir kahve eşliğinde sohbet ederken etraftan geçenleri izlemenin bile ne kadar insanı rahatlattığını hatırlamış oldum.