27.11.2022 - 03:00 | Son Güncellenme:
AHENK BEYAZIT
İstanbul’da küçücük bir tekne, ismi Bayraktar... Bayraktar’ın üzerinde elinde fotoğraf makinesiyle ayakta durmaya çalışan Hasan Cem Araptarlı, dümende Selim. Günün henüz ilk saatlerinde denize açılan insanların ardındalar. Olta balıkçıları balık neredeyse oraya doğru yol alıyorlar. Onlar balıkların, ekmeklerinin peşinde. Hasan Cem Araptarlı ise belki de yakın zamanda son bulacak bu yaşam biçiminin karelerinin... Her mevsim, Boğaz’ın her yerinde olta balıkçılarını fotoğraflayan Araptarlı, ‘İstanbul Balıkçıları’ projesini işte böyle geçen beş yılda tamamladı. ‘İstanbul Balıkçıları’ sergisi 3-18 Aralık tarihleri arasında Bomontiada’da sergilenecek. Proje, ‘Muse Photography Awards’da belgesel dalında ‘Silver Winner’, ‘European Photography Awards’da ‘Gold Winner’ ödüllerini kazandı. Hasan Cem Araptarlı ile farklı dönemlerde farklı yerlerde gerçekleştirdiği projelerine ait fotoğraflarla bezenmiş ofisinde bir araya geldik, ‘İstanbul Balıkçıları’nı, suya yansıyan yaşamları konuştuk.
*‘İstanbul Balıkçıları’ projesi nasıl doğdu, çekimlere nasıl karar verdiniz?
Ben her zaman sosyolojik alt yapısı olan hikayelerin peşine düşmeyi severim. İstanbul Balıkçıları bir sembol aslında. Bugün birine sorsanız ‘İstanbul’un en önemli beş sembolünden biri nedir?’ diye; Galata Kulesi, Boğaz, martı, simit, olta balıkçıları diyecektir. İstanbul ilk olta balıkçılarının sesleriyle uyanır. O küçücük teknelerin içerisinde Boğaz’ın inanılmaz yoğun deniz ticareti trafiği içinde ekmek paralarını çıkarmaya çalışırlar. Teknelerinin hemen arkasından üzerinde belki 100 milyon euro’luk konteyner yüklü olan tankerler geçer. O geçen aslında kapitalizmin, sistemin ta kendisidir. Bir adam teknesinin içinde istavrit çekmeye çalışırken, o koca gövdesiyle tanker geçtikten sonra, dalgalardan alabora olmamaya çalışır. Bu ezilmeden hayatta kalmaya çalışan sıradan insanın sudan yansıyan görüntüleridir. Ben de bunun peşine düştüm.
*Balıkçılar fotoğraf çekme talebinizi nasıl karşıladı?
İyi bir belgesel fotoğrafçısı bulunduğu ortamda kendini yok etmeyi bilmelidir. Etrafındakileri rahatsız etmezsen, varlığını unutturabilirsen gerçek hayat o zaman başlar, doğal fotoğraflar ortaya çıkar. Çekimlerimizi elbette izin alarak yaptık. Zaten ilk 10 dakika ilgi üzerinizde oluyor, daha sonra herkes işine gücüne bakıyor.
*Çekimler nasıl geçti?
Bütün projeyi ufacık bir teknenin üzerinde çektim. Teknenin adı Bayraktar’dı. Selim kullandı tekneyi, ben çektim. Selim zaten bizim projenin önemli ayaklarından biri oldu. Sabah 05.30 gibi suda oluyorduk. Her seferinde bir yer belirleyip oradan denize açılıp balıkçıların peşine takılıyorduk. Suyun üzerinde fotoğraf çekmek çok zor bir iştir, karada çekim yapmaya benzemez. Altındaki zemin sürekli oynuyor. Netliği ayarlamaya çalışıyorsun, kafanda bir kompozisyon oluşturuyorsun. Bir yandan da hiç bitmeyen bir gemi trafiği var ve gemi geçtiği anda suyun toparlanması zaten 10 dakika sürüyor. Bazen bırak fotoğraf çekmeyi denize düşmemek için makineyi sağlam bir yere koyup oturuyordum.
*Balıkçılık büyük sabır işidir, siz de balık tutar mısınız?
Ben balık tutmuyorum. Balıkçılar balık tutuyor biz de fotoğraf tutuyoruz, aslında aynı sabır. Balıkçı saatlerce balığı bekliyor biz de güzel bir fotoğrafın gelmesini bekliyoruz. Bazı günler saatlerce uğraşırsın bir kare çıkmaz bazı günler akar fotoğraf. Bizim de avımız fotoğraf işte.
*Çekimler süresince neler gözlemlediniz, Boğaz’da neler değişti?
Boğaz’da en çok duyduğumuz şey ‘balık bitti.’ Belki de bu hayat tarzının son karelerini çektim. Çünkü deniz ticareti trafiği her geçen gün artıyor ve bu insanlara yer kalmıyor. Diğer taraftan yanlış avlanma, iklim değişikliği, deniz kirliliği yüzünden balık çeşitliliği azaldı. Selim 40’lı yaşlarında, dededen balıkçı. Bundan 30 sene önce misafir geleceği zaman dedesi ‘Selim şuradan gidin 4 tane palamut, 3 tane lüfer alın gelin’ dermiş. Alın gelin dediği marketten değil, denizden. Onlar da tekneyle çıkıp birkaç saat içinde balıkları tutar gelirlermiş. Şu an bu mümkün değil.
*Siz tabi balıkçıları çok yakından tanıdınız...
Bu insanlar denizin kurallarını çok iyi bilen; rüzgarın, güneşin, bulutların dilinden çok iyi anlayan insanlar. Bir balıkçının havaya şöyle bir bakarak sana o günün nasıl geçeceğini, dalganın nereden geleceğini, balık sürüsünün ne tarafa gideceğini söylediğine tanık olursun. Bu özellikle eski balıkçılara farklı bir gömlek giydiriyor. O sabırlı, gün görmüş, özgüvenli havayı anlıyorsun.
*Aklınızda yer edinen bir hikayeyi paylaşır mısınız?
Çok eski bir balıkçının teknesine binmiştim. O sırada çekim yapmıyordum sadece sohbet ediyorduk. Hayatım boyunca unutmayacağım bir hikaye anlattı bana. ‘Bu taka var ya iki çocuk okuttu. Biri doktor oldu biri asker oldu’ dedi. Sonra çocuklardan birinin psikolojik problemler yaşadığı bir dönem olmuş ve çocuk kendini Galata Köprüsü’nden atmış. Ve çocuğu balıkçılar kurtarmış. O adam hâlâ o takanın üzerinde ailesine bakıyor.
Bir inat hikayesi
‘‘Suyun üstündeki hayat çok değişik bir yaşam formu. Buradaki insanlar sistemin dışında kalmış topluluklar. Maddi olarak hiçbir şeye sahip değiller ama bizden daha mutlular. Modern insanın karşısına bir ayna koyabilmek; beraber özgürlük nedir, mutluluk nedir düşünebilelim istedim. Myanmar, Kamboçya ve Malezya’nın çeşitli yerlerinde suyun üzerinde yaşayan toplulukların fotoğraflarını çektim. Bu hikayeler 2016’da Water World kitabımda yayımlandı. Ardından bir Hindistan seyahati yaptım. Pushkar Çölü’nü geçerken bir çingene topluluğuyla karşılaştım. Hindistan’da kast sistemi hâlâ devam ediyor ve en alt kastta ‘untouchables’ yani dokunulmazlar var. Bu insanlara dokunulduğunda lanetlendiğine inanılıyor ve en kötü işler onlara yaptırılıyor. Bu kastın içinde sadece çingeneler bu sisteme karşı çıkıyorlar. Kendi geleneklerini sürdürüyorlar ve tarihsel kabiliyetlerine dayanan meslekleri yapıyorlar; müzisyenlik, sihirbazlık, falcılık... Aynı zamanda göçerek yaşıyorlar, tarım ve hayvancılıkla uğraşıyorlar. Bu acayip bir inat hikayesi. Ben de bir buçuk yıl içerisinde 7 kez Hindistan’a gittim. Evlerine girdim, düğünlerine, cenazelerine katıldım. 150’ye yakın yerleşim yeri gezdim ve 2018’de Hindistan Çingeneleri kitabım yayımlandı.’’
Fotoğraf ve edebiyat bir arada olacak
*Sergide bizi neler bekliyor?
Sergi Bomontiada’da, çok büyük bir salonda. Çok büyük boyutlarda 55 fotoğraf olacak. İnsanlarda heyecan uyandıracak boyutta fotoğraflar. Üç farklı teknik kullanılacak. Birincisi diasec, ikincisi lightbox, üçüncüsü NFT. Serginin küratörlüğünü Ali Kabaş yaptı, metinlerini Figen Şakacı yazdı. Figen, fotoğraflara bakıp hissettiklerini kaleme döktü, çeşitli hikayeler yazdı. Fotoğrafları gezerken aralardan akan hikayeleri okuyacaklar. Fotoğraf ve edebiyatın bir araya gelmesi ayrı bir lezzet verecek.