Pazar“Obama ile röportaj yapmak cazip gelmiyor, çok kontrollü”

“Obama ile röportaj yapmak cazip gelmiyor, çok kontrollü”

28.04.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:

BDP Eş Başkanı Gültan Kışanak’la bu sefer muhabirlikten yazı işleri müdürlüğüne ilerleyen gazetecilik yıllarını konuştuk. İlk gazetecilik dersi neydi? Hangi röportajda tutuktu? En çok kimle röportaj yapmak istiyor? Neden kendine gazeteci değil de gazete çıkartıcı diyor? “Gazeteci olmak çok istiyordum. Gerçekleri yazarım, dünyayı değiştiririm diye düşünüyordum” diyen Kışanak anlattı

“Obama ile röportaj yapmak cazip gelmiyor, çok kontrollü”

BDP Eş Başkanı Gültan Kışanak’la Diyarbakır’daki Milliyet zirvesinde sözleşmiştik. Milliyet’in ve Meclis’in demirbaşlarından Mustafa İstemi’ye, “Gültan Kışanak ile sohbet edeceğiz. Ama BDP Grup toplantılarındaki yüz ifadesini unutsan
iyi olur. Göreceksin, istesen de öyle fotoğraflar çekemeyeceksin” dedim.
Görüşme bittiğinde İstemi, Kışanak’ın sekreteryasındakilere “Bakın nasıl kahkaha atıyor” diye çektiği fotoğrafları gösteriyordu.
Türkiye, kötü bir dönemi kapatmak için Sırat köprüsünde yürüyorken, Kışanak’la bambaşka bir yönünü, yıllarca hem muhabir hem de yönetici olarak yaptığı gazeteciliği konuştuk. O, Diyarbakır Cezaevi’nde işkencelerden geçerken herkes üç maymunu oynuyordu. Gazeteci olup her şeyi, herkese duyurmaya o günlerde karar vermişti. Şimdi en çok muhabirliği özlüyor.

Haberin Devamı

Çok mu istiyordunuz gazeteci olmayı?

Elazığ Öğretmen Okulu mezunuyum. 1978’de Diyarbakır Eğitim Fakültesi’nin Türkçe bölümüne girdim. İki yıl sonra darbe herkes gibi beni de vurdu. Dört yıl cezaevindeydim. Cezaevinden çıktıktan sonra yeniden üniversite sınavlarına girdim. 1986’da
Ege Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu, Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü’nü kazandım. Gazeteci olmayı çok istiyordum. Gerçekleri yazabilirim, insanlar gerçekleri öğrenince dünya, ülke değişir diyordum. Diyarbakır Cezaevi’nde yaşadıklarımızı kimse bilmiyordu. Onun için gazeteci olacak, sesimi duyuracaktım. Gazetecilik mesleğini çok idealize etmiştim kafamda. İlk tercihimdi Ege İletişim. Üniversite eğitiminde hayat deneyiminin politik, sosyal altyapının faydası çok oluyor.

Haberin Devamı

“Damardan haberler yapardım, bir türlü gazeteye girmezdi”

Hayat deneyimi tamam da, sizin cezaevi deneyimi gibi olmasa iyi olur tabii.

Diyarbakır Cezaevi’ndeki ilk iki yıl çok korkunçtu ama ondan sonra çok okudum, çok dinledim cezaevlerinde.

Üniversite hayatınız nasıldı?

Üniversitede fotoğrafçılık kulübüne üyeydim. Siyah-beyaz çekiyorduk fotoğrafları. İlk makinem Kodak’tı. Babam almıştı. Ama o kadar kalitesizdi ki vizörden bakıyorsun sen başka bir şey görüyorsun, objektif başka bir şey görüyor. Ayarını tutturman lazım. Sonra Nikon aldım. O makineler evde duruyor.

Profesyonel gazeteciliğe nasıl başladınız?

Güneş gazetesinin İzmir bürosunda staja başladım. Kim habere gitse arkasına takılıyordum. Bir gün Bülent Ersoy’un Alsancak Stadı’nda konseri var. Magazin muhabirinin peşine takıldım. Bir ton makinası var. Bana çantasını taşıttı. Stat büyük. Bülent Ersoy’un performansı çok enerjik. Stadın bir başından bir başına gidiyor, geliyor kadın. Bizim muhabirimiz onun arkasında, ben de muhabirin arkasında çantayla koşturuyorum. Dört saat sürdü. “Duralım, zaten birazdan buraya gelecek’ diyorum. “Ya bizim yetişemediğimiz bir yerde ayağı takılıp düşerse, yakalayamazsak fotoğrafı” diyor. İlk dersi öyle aldım. Ben de kendi makinemle çekmeye başladım Bülent Ersoy’u.

Haberin Devamı

İlk siyasi haberiniz neydi?

Ben tabii nerede bir mağdur varsa oradayım. Bir gün seyyar satıcıların araçlarını toplamış götürmüşler zabıta merkezine, kırmışlar. Haberin rutin kısmını yazdım. Ayrıca seyyar satıcılarla konuştum. Haberi yazarken, “500 araba gözüküyor ama kaç bin kişiyi etkiledi” diye damardan veriyorum. Bir ajite, bir ajite haber yazmışım. Ertesi gün gazetede küçücük bir haber. “Belediye İzmir’i seyyar satıcılardan temizlemeye kararlı’” diye. Ben iyi haber yapıyordum ama hep damardan haberler yapıyordum. Nihayet birinci sayfadan göbekten, kocaman bir haberim girdi. İzmir’e güzellik uzmanları ile ilgili bir firma geldi. Konak Meydanı’nda kadınlara ücretsiz makyaj ve yüz maskesi yapıyorlar. Beni görevlendirdiler. Her gün böyle ajite haberler yapıyorum diye. Gittim kadınlar kuyruk olmuşlar. Çok güzel bir fotoğraf çektim. Kadın da çok güzeldi. Göbekten girdi haberim. Bülent Ersoy konserinde anladım ki sen takibi bıraktığın an haber kaçabilir. Makyaj haberi de bana öğretti ki fotoğraf haberden daha önemli. İyi bir fotoğraf bulunca haberin birinci sayfada. İmzamla girmişti. O zaman soyadım “Özer”. Okul bitti, ben İstanbul’a geldim. Güneş kapandı, bir sürü kişi mağdur olmuştu.

Haberin Devamı

19 yaşında hapse girdiniz. İşkencelerden geçtiniz. Aileniz buna rağmen yeniden üniversiteye dönmenize izin vermiş. Siz şanslısınız.

Benim nenem çok dominant bir kadındı. Sürekli “Bu kız bir daha bir yere çıkmasın, başına bir iş geliyor” diyordu. Bahçenin kapısında nöbet tutuyordu. Babam ikna etti nenemi. “Hayır, kız okumak istiyor” dedi. İzmir’deki maceradan sonra İstanbul’a döndüm. Yeni Ülke gazetesinde iş buldum. Özgür Gündem’den önce çıkan haftalık, muhalif Kürt gazetesidir. Gazetenin patronu Serhat Bucak’tı. Şimdi yurt dışında sürgün. Cezaları olduğu için gelemiyor. Almanya’da yaşıyor. “Hadi artık çözün, biz de gelelim” diyor. Yeni Ülke’de çalışma yaşamı muhabiriydim. İstanbul’da grevler vardı. DİSK’in yasağı, 12 Eylül’ün perdesi yavaş yavaş kalkıyordu...

Haberin Devamı

“Leyla Zana yemin etti, olan bizim gazeteye oldu”

Yeni Ülke döneminizden hemen aklınıza gelen olay ne?

Yeni Ülke’deyken 1991 seçimleri oldu. DEP milletvekilleri Meclis’e girdiler. Leyla Zana’nın meşhur yemin töreni oldu. Gazetenin telefonu durmadı. Dünya kadar hakaret. Leyla Zana yemin etti, olan bizim gazeteye oldu. Gazetenin patronu Serhat Bucak da adaydı o seçimde SHP ittifakından. Kazanamadı. Barut gibiydi. Suçu da bizde buluyor. “Diğerlerini iyi takip ettiler, onların haberlerini iyi verdiler, benim haberlerimi doğru dürüst vermediler” diyor. Bizim korkudan çıtımız çıkmıyor. Bir gün eşim geldi, “Ya Serhat Abi, seçimi de kaybettin” diye lafa girmez mi? Serhat Abi’nin infilak edişini unutamam. Şimdi hâlâ diyor ki, “Siz de benim haberlerimi az yaptınız”.

Yeni Ülke’deki maceranız ne kadar sürdü?

Orada Basın Yayın mezunu kimse yoktu. Bu işin en keyifli kısmı muhabirliktir ama ne yazık ki bana editörlük işi kaldı. O zamanlar bilgisayar yok. Tashihleri de yapıyorum kırmızı kalemle, sayfa oluyor ‘kan deryası’. 1992 senesinde Özgür Gündem çıkınca ben de Adana temsilcisi oldum.

“Röportaj yaparken bilinmeyen bir şey çıksın, sarssın istiyorsun”

Şimdi gazeteci olsanız kiminle röportaj yapmak isterdiniz?

İnsan röportaj yaparken, “Öyle bir ropörtaj yapayım ki sarssın, kimsenin bilmediği bir şey çıksın” istiyor. Bence Sayın Öcalan’la röportaj imkanı olsa en kolay bana izin verirler. Hem gazeteciyim hem milletvekiliyim. Cezaevlerine en kolay girebilecek kişiyim. Çok isterim.

Obama ile görüşmek ister misiniz?

Obama bana gazeteci olarak cazip gelmiyor. Cevapları çok kontrollü.

Castro cazip mi?

Castro, Habitat için İstanbul’a gelmişti. Akredite olan gazeteci sayısı iki bin. Herkes görmek, en iyi fotoğrafı çekmek için uğraşıyor. Bizden İspanyolca bilen Zekine diye bir arkadaşımız muhabirlik yapacak. Ama ben de görmek istiyorum. O itiş kakış arasında ayaklarım yerden kesildi. Kalabalıkta yol aça aça gittim ve koluna dokundum. Döndüğümde “Castro’ya dokundum, Castro’ya dokundum” diye anlatmıştım.

“Türkçem iyidir, Kürtçem iyi değil”

Kaç yıllık basın kartınız var?

Sarı basın kartım yok. Her gazete kapandıkça müraacatınızı yeniliyorsunuz. Ben de peşini bıraktım. Bize zaten zor veriyorlardı.

Birçok röportaj veriyorsunuz. Hiç “asıl şunu sormalıydı” diye içinizden eleştirdiğiniz oluyor mu?

Hâlâ haberlere baktığımda “Ben olsaydım şöyle yazardım, şöyle sorardım” diye bakıyorum. Uzun süre editoryal işler yaptığım için kitap okumaktan zevk alamaz hale geldim. İmla hatası, anlatım bozuklukları görüyorum. Türkçem iyidir. Kürtçem iyi değil.

Türkiye’de şu dönemdeki basın sektörü hakkında birkaç cümle söyleseniz...

Çok problemli. Mesela, özlük hakları konusunda hiçbir zaman basın güvencede olmadı. Ayrıca basın sektörü ticaretin bir kolu haline geldi. Böyle olunca bütün mesleki refleksler geri plana itiliyor. Devlet merkezli medya her zaman bir ayrıcalık olarak genel basın alanında büyük bir etkiye sahip. Bence çalışanların da biraz daha mesleğin onurunu, kendi özlük haklarını koruma konusunda refleksleri ağır basmalı. Türkiye’de gazetecilik sendikası hiçbir zaman etkin olmadı. Gazeteciler Cemiyeti de çok elitist. Burada gazetecilik de zor. Yine de Avrupa’daki gazeteciler gıpta ile bakıyor. “Ne çok haber var sizde, action, action” diyorlar bana.

İletişim okuyacaklara tavsiyeleriniz?

Gazetecilik okulda öğrenilmez, yaparak, hayatta öğrenilir. Okul süresi içersinde mutlaka işin pratiğine dahil olmanın yolunu bulsunlar. Eskilere olan oldu da bari yeni yetişecek nesil açısından diyorum; haber kaynağı resmi kurumlar olmaktan çıkmalı. Resmi kaynaklardan doğru bilgi çıkmaz.

Masanızın üzerinde eski gazete kupürleri görüyorum.

Siz gelmeden önce geçmişte manşet yaptığımız haberlere baktım. O zaman Demokrasi gazetesi yayın koordinatörüyüm. Ve 28 Şubat’ı “darbe” diye yazan tek gazeteyiz.

Gazetelerin hepsini okur musunuz? Sözcü’yü mesela?

Onlara internetten bakıyorum. Ama gazetelere kağıt olarak dokunmak, kaç sütuna yer aldı, fotoğraflı mıydı, benim için önemli. Kağıt olarak okumam gereken gazetelere mutlaka zaman yaratıyorum.

Mustafa Erdoğan’a sabah fırçası
“Ben Gündem’de İstanbul’da yöneticiyken, Mustafa Erdoğan (Anadolu Ateşi Genel Sanat Yönetmeni) Ankara Haber Müdürü’ydü. 1993 yılı. Sabah her yerden gündemler geliyor, bir tek Ankara’dan gelmiyor. Mustafa Erdoğan sabah kalkıp gelemiyor. Uyarılar da işe yaramıyor. Çok disiplinli çalışırım. Dayanamadım, Ankara’ya gidip uyarmaya karar verdim. Mustafa’yı da kaybetmek istemiyorum, iyi gazeteci ama bu sabah işine sinir oluyorum. Mustafa, odasının duvarlarına yan yana fotoğraflar çerçeveletmiş. Kendisiyle uğraşan Ankara temsilcileri. O kadar kendine güveniyordu. Ben yine de söyleyeceğimi söylemiştim.”

“Obama ile röportaj yapmak cazip gelmiyor, çok kontrollü”

“Öcalan’la konuştuğumda tutuktum, çok cesur sorular soramamıştım...”

Basamakları hızlı tırmanmışsınız. Makyaj muhabirliğinden temsilciliğe!

Muhalif Kürt basınında alaylılar çok, mektepliler az olduğu için kolay oldu.
Bir yıl kaldım orada. Kızım doğmuştu. Genelde erkeklerin tayini çıkar, kadınlar onların arkasından gider. Bizde tersi oldu. Eşim de geldi, gazetenin idari işlerine bakıyordu. Maaşımızı ondan alıyorduk yani. Onun eline bakar olduk! Gündem ilk çıktığında Güneş’ten epey kadro almıştık. Şimdi AKP Milletvekili olan Mehmet Ocaktan da yazı işlerindeydi İstanbul’da. Ragıp Duran, Ahmet Kahraman. Semra Somersan haber müdürüydü. Çok desteğini gördüm.

“Benimki gazetecilik değil gazete çıkartıcılığıydı”

Yönetici olunca sizin sorumluluğunuzda çalışanlara yeterince para verilmemesi çok yıpratıcıdır.

O duyguyu yaşadınız mı?
H ul’a dönmüştüm. Yazı İşleri Müdürü oldum. Eski günleri yad ederken anlattılar.
O zamanki muhabir arkadaşların pek çoğu paraları yetmediği için kaçak bilet kullanıyormuş otobüslerde. Sebze halinde kasaların üzerine yapıştırılan etiket de bilete çok benziyormuş. Halde tanıdıkları olanlar alıyormuş. Muhabir arkadaşlara çok az para veriyorduk. Zaten itilmiş bir gazeteydik. Belki ben de kaçak bilet kullanmışımdır.

Yazı İşleri Müdürü olduğunuz dönemde ciddi bir gazetecilik yapmaya başladınız. Sıkıntılı bir dönemdi.

Çok kanlı bir dönem. Köy yakılmaları, faili meçhuller... Özgür Gündem muhabirleri vuruluyor, 1992’de, 1993’te. Deneyimli gazeteciler ayrılmış. Dışardaki atmosfer çok sert. Artık gazete hedefteydi. Çok tehdit aldım.
Ve gazete binası 1994’te bombalandı. Ben gazetede Yayın Kordinatörlüğü yapıyordum. Özgür Gündem kapatılınca Özgür Ülke gazetesini çıkarmaya başlamıştık. Devamı niteliğinde sayılmasın diye mizanpajını, yazarlarını, künyesini değiştiriyorsun. Ben de Yayın Koordinatörü oldum mecburen. Gece son baskı bağlanıncaya kadar eve gitmiyordum. Kumkapı’daydı gazetenin binası. Bombalama gecesi 1’e kadar son işleri toparladım, eve gittim. Sabaha karşı 4’te haber geldi. Ersin Yıldız adlı şoförümüz hayatını kaybetti. Son baskıdan sonra çalışanları evine dağıtacaktı. Azeri’ydi. Hepimizin yüreğini yakmıştı.

Sonra bıraktığınız yerden başladınız herhalde.

Yenikapı’da bir bina tuttuk.
Özgür Ülke de kapatıldı. Bu defa Yeni Politika adıyla bir gazete çıkardık. 1995’in başıydı. Gazetede evrakları hazır olan Yazı İşleri Müdürü adayları tutuyoruz çünkü Yazı İşleri Müdürü’ne tutuklama kararı çıkınca, “işinin başında değil” diye yasa gereği gazete duruyor. Birimiz tutuklanınca, öteki arkadaşımızın ismini akşam baskısına yetiştiriyoruz. Yayın Koordinatörü’yüm. Artık hakiki gazete sahiplerinden çok ceza almayı kabul edebilecek gazete sahiplerini bulmaya başladık. Mesela Zübeyir Aydar’ın gazete patronluğundan dolayı da takibatı vardır. Sonrasında Demokrasi Gazetesi’ni çıkardık. Ben tam 11 gazetede çalıştım. 1995-2002 arası hep böyle geçti. Gazetecilik değil de gazete çıkartıcısı. Bunun bilgisine acayip sahibim. Bürokrasisinden yayın kadrosuna kadar.

Sadece gazetecilik mi yapıyordunuz o dönem?

Ben 1995 sonrası gazetelerde diziler, röportajlar yaptım. Çünkü o muhabirlik dönemleri hep içimde kalmıştı. Ateşkes süreçleri ile ilgili olarak “Uçurumun Kıyısında” diye dizi yapmıştım. “Kürt Petrolü Kan Kokuyor” diye bir dizi yapmıştım. Pervin Buldan ile birlikte bir kadın vakıfı kurmak için çok uğraştık ama para yetmedi. Bu süreçte hem gazeteciyim hem Özgür Kadın Vakfı girişimcisiyim. Bir taraftan gazete çıkartıyorum bir taraftan da aktivistlik yapıyorum. En son aktif çalıştığım gazete 7. Gündem’dir 2002’de. Yeniden Özgür Gündem’de 2003-2004 arasında köşe yazıları yazdım. 2007’de milletvekilli olduğum dönemde devam ediyordum ama vekillikle aynı anda gitmeyince bıraktım.

“Obama ile röportaj yapmak cazip gelmiyor, çok kontrollü”

“Avukatla tek tek sayfaları okuyorduk”

Abdullah Öcalan’la röportaj yapmışsınız. Nasıl oldu, niye siz yaptınız?

1994’te yaptım röportajı. Özgür Ülke’deydim. Çok kıskanıyordum. Mehmet Ali Birand’ın ropörtajı çıktı. Güneri Cıvaoğlu, Çengiz Çandar gidiyor, geliyorlar. Ama ben yapmak istiyordum. Kendi kendime görev verdim.

Güzel sorular hazırlamış mıydınız?

Tabii. Şam’da yaptık röportajı. İlk tanışmamdı Sayın Öcalan’la. Enteresan duygular. Muhtemelen tanıyordu beni gazeteden. Yaklaşık iki ay sürdü koşulların oluşması. Uzun bir görüşme oldu. Üç gün yayımlamıştık.

Haberci gözüyle baktığınızda yanıtlarında iyi başlık veren biri miydi size göre Öcalan?

Kesinlikle. Çok başlık veriyor. Ben şimdi buradan bakınca kendimi gazeteci olarak eleştiriyorum. Ben çok cesur sorular sormamıştım. Belki atmosferle ilgili, belki kendi kendime, “bunu sorsam da söylemez” diye rezerv koyuyordum. Keşke o kadar rezerv koymasaydım. Şimdi baktığımda çok tutuk olduğumu görüyorum. O çok rahattı. 1993 ateşkesi bozulmuş, arkasından bir çatışma başlamıştı. O dönemde Türkiye’de Yeni Demokrası Hareketi ortaya çıkmıştı
Cem Boyner’le. Sayın Öcalan’ın ilgisi o tarafaydı. “Özal’la başaramadık acaba yeni bir şey çıkar mı? Acaba bununla deneyebilir miyiz? Bu sorunu yeniden görüşerek çözmenin koşulları oluşabilir mi”ye kafası takılıydı.

Rahat yazdınız mı? Otosansür yaptınız mı?

O kadar elimi rahat bırakamadım tabii. Hep gazetenin mutfağında olan, karşıya kaldığım baskıları çok iyi bilen
biri olarak, kötü bir şey ama otosansür meselesini içselleştirmiştim. Mesela Yeni Ülke gazetesi döneminde avukatla tek tek sayfaları okuyorduk. Kürdistan yazacağız. “K..” yapıyorduk. Ama Öcalan’ı yazarken “PKK Lideri” diye yazdık.

Gazeteyi kapattıracak ifadeler olmasın diye mi otosansür yaptınız?

Tabii. Gazeteyi koruma güdüsü çok fazlaydı. Biz diğer gazetelere göre çok sansürsüzdük aslında. Yine de şöyle yazmasak belki ceza gelmez, belki kapatılmaz gazete diye hareket ediyorduk.

Basın hayatınızdaki en önemli röportajınız buydu diyebilir miyiz?

Evet. 1995’ten sonra kendime çok daha fazla fırsat yaratma imkanım oldu ama gazete yöneticiliği, koordinatörlük falan gazeteyi toparlama işleri ağır bastı.

“Öcalan’a hayalini, Bahçeli’ye ‘Pişman mısınız?’ diye sorardım”

Devlet Bahçeli’yle röportaj yapsanız ilk sorunuz ne olurdu?

Gazeteci olayım, birden her şeyi unutayım. Unuttum. Soruyorum: “‘Vur de, vuralım, öl de, ölelim”e karşı verdiği cevaptan bence kendisi de memnun değil. Şunu sorardım: “Pişman mısın? Şimdi olsa bir daha böyle der miydin?” Bence mitingin havası içinde bir refleksle bunu söyledi. Sonra bir lider olarak geri adım atmış pozisyonuna düşmek istemedi.

Gazeteci olarak Öcalan’a bir tek soru sorma şansınız olsaydı ne sorardınız?

Hayallerini. Liderler hep ileriye bakar, hayallerini gerçekleştirmek için de koşulları zorlarlar. Hayallerini sormayı tercih ederim ki nasıl bir yol izleyeceğiz, bizi nasıl bir yol bekliyor. Çünkü hayallerinden bunu yakalamak mümkün.