04.08.2024 - 02:01 | Son Güncellenme:
Seyhan Akıncı - Bizi okula götüren o büyük eli bırakıp uygun adımlarla sıra halinde sınıflarımıza girdiğimiz andan itibaren yepyeni bir hikâyenin ortağı oluruz. Okulumuzun bahçesi, görkemi, sınıflar, tahtanın kara ya da dijital olması, öğretmenlerimiz, önlüklerimiz, okul arkadaşlarımız ve tenefüsler... Özne yüklem ilişkisi içerisinde bitmeyen derslerin bir gün son zili çalar ve her birimiz o okul bahçesinden bambaşka insanlar olarak çıkarız. Kimimizin kahramanı edebiyat öğretmenidir, kimimiz “eti senin kemiği benim” döneminin izlerini silemeyiz yıllar geçse de... Ülkemizin en köklü okullarından İstanbul Erkek Lisesi’nin mezunları için de durum aynı. Biz de bu yıl LGS sonrası en çok tercih edilen okul olarak dikkat çeken İstanbul Erkek Lisesi’nin önemli mezunlarından iş insanları Meral Kurdaş, Abdullah Kiğılı, psikolog Acar Baltaş, sanatçı Erol Evgin, yazar Başar Başarır ve karikatürist Bahadır Baruter ile bu köklü okuldaki ilk günlerini, iz bırakan anılarını ve hayata karışırken okulun onlara kazandırdıklarını konuştuk.
Abdullah Kiğılı: “Bugün geldiğim nokta okulun bana verdiği disiplinden gelir”
Okuldaki ilk günümü çok iyi hatırlıyorum. Oturduğumuz ev okula çok yakın olduğundan önünden çok geçtiğim oluyordu. Abim de okulun 3’üncü sınıfında okuduğundan okula birkaç kez gitmiştim. Okula büyük bir heyecan içerisinde başladım. Okulda bende iz bırakan en önemli şeylerden bir tanesi; her pazartesi sabahı bahçede yapılan İstiklal Marşı töreni ile derslere başlamamızdı. Bir gün okulda çok önemli bir durum oldu. O günkü Adnan Menderes kabinesinin çok önemli bakanları okulun İstiklal Marşı törenine katıldılar. Çok iyi hatırlıyorum o kabinenin en önemli insanları o günün bakanlarıydı. Bende inanılmaz büyük bir heyecan yaratmıştı. Türkiye Cumhuriyeti’nde o günün kabinede iz bırakan Demokrat Parti’nin çok önemli insanlarıyla bir arada İstiklal Marşı’nı okumak hayatım boyunca unutamadığım bir anı oldu. Okul hayatımda inanılmaz büyük ve değerli hocalarla birlikte çalıştım. Büyük bir tecrübe kazandım. Liseyi bitirdiğimde hayata daha hazırlıklı girdiğimi hissetmiştim. Şunu asla unutmam; bugün gelmiş olduğum noktada bu kadar tanınmam, marka olmam ve bugünlere gelmem, o gün okulun bana vermiş olduğu disiplin ve çalışkanlıktan gelir.
Başar Başarır:
“Onlar sayesinde elim kalem tuttu”
Sirkeci tren garında inip Babıali yokuşunu tırmandığım o ilk sabahı hiç unutamam. Türkocağı Caddesi’nin köşesine geldiğimde, ki beyaz gömleğin yakası çoktan bulanıklaşmıştı terden, dehşetle olduğum yere çakıldım. Duvardaki kanlı fotoğraflara takılmıştı gözlerim.
Bilen bilir, liseye giden sokağın yokuşla kesiştiği köşede duran tekinsiz yapı İran Konsolosluğu’na aittir. İşte o binanın duvarında en dehşetli savaş sahnelerinden boy boy fotoğraflar sergilenmekteydi çepeçevre. Türkiye o tarihte süren kara savaşında İran’a karşı Irak’ı desteklemekteydi, tabii sessiz ve derinden. Saddam ise kimyasal silah denemeleri yapıyordu çocuk yaşındaki İran piyadeleri üzerinde. Sanırım İran diplomasisi “kime ve neye yardım ettiğinizi görün” demek istiyordu o korkunç fotoğrafları İstanbul halkının gözüne sokarken. Hızla oradan uzaklaştım. Konsolosluğu geçip, okulun demir kapısına ulaştım. Güvenli bir sığınak bulabilmiş miydim acaba? Okulun kapısından attığım ilk adımda jandarma abiler durdurdu beni. Çantamı açtırdılar. Kalem silgi arasında silah, patlayıcı, yasa dışı bildiri araması yaptılar. 10 yaşında, bacak kadar çocuktum. Yıl 1980, aylardan eylül idi. Her şey çok kötü başlamıştı.
İstanbul Erkek Lisesi (ben girdiğimde okulun resmi adı böyleydi) yüksek tavanları, karanlık koridorları, kötü aydınlatmasıyla endişe ve şüpheden ibaret bir izlenim bıraktı ilk günlerde yüreğimde. O zamanlar dayak vardı. Hem de çok sıkı. Üstelik bir dönem yatılı okuyacaktım! 12 Eylül darbesinin etkisiyle yönetim hırçınlaşmış, Alman kadro pısıp tamamen kabuğuna çekilmişti.
Aslında tam teşekküllü bir kişilik bölünmesiydi derslerde yaşadığımız. Misal söz alıp konuşmaya başlamanın yöntemleri farklılaşırdı. Almanlar konuşurken ayağa kalkmamıza itiraz ederdi genelde. “Oturduğun yerden konuş, ayağa kalkınca düşünceler aklından uçup gider!” Kimi Türk hocalarsa mutlaka ayağa kalkmamızı, dipçik gibi dikilmekle kalmayıp, önümüzü iliklememizi, hatta bir çeşit hazır ola geçmemizi talep ederdi. Kültür farkı. Velhasıl 1980-87 arasında yedi gergin yıl geçirdim okulda. Yine de dönüp baktığımda içimdeki okuma, öğrenme arzusunu büyük ölçüde orada aldığım eğitime borçlu olduğumu görüyorum. Özellikle de lise yıllarında edebiyat derslerimize giren sevgili Nalan Göker ve Şerafettin Aydoğdu hocalarımı daima minnetle anarım. Onlar sayesinde elim kalem tuttu.
Erol Evgin: “Lisem yetiştiğim yuvam olmaya devam ediyor”
1958 yılı sonbaharında, İstanbul Erkek Lisesi’nde o yıl açılan Almanca Bölümü’nde eğitime başladığım gün, bu görkemli tarihi yapı beni büyülemiş ve hayatta eğitim kadar değerli bir kavramı ‘önemli ve değerlisiniz’ duygusunu bize vererek öz saygımızın temellerini atmıştı. Fransız kökenli Levanten Mimar Vallaury tarafından tasarlanan yapı bende mimarlık eğitimi alma arzusu da uyandırmıştı. Tüm Almanca Bölümü öğrencileri yatılı okuduk. İlk günler ailemden ayrılmanın burukluğu, sonraları yerini arkadaşlarımın sıcak dostluğuna bıraktı. Bir yıl hazırlık, üç yıl orta okul ve üç yıl lise olmak üzere yedi yılım İstanbul Erkek Lisesi’nde geçti. Yatılılık ‘mecburi’ yani zorunluydu. Eğitim haftada altı gündü. Cumartesi öğleden sonra evlerimize gider, pazar akşamı veya pazartesi sabahı okula dönerdik. Eğitim günlerinde okuldan dışarı çıkış kesinlikle yasaktı. Okul yönetimi sanata çok değer verirdi. İlk müzik grubumuz, sınıf orkestramızdı. Perşembe günleri, öğle yemeğinden hemen sonra, ‘Perşembe Eğlenceleri’ düzenler, çalıp söylerdik. Türk-Alman kültür derneği sayesinde dünya çapında virtüöz sanatçıları dinleme şansını bulurduk. Ayrıca tiyatro kolunda görev alarak yıl sonları Fatih Şehir Tiyatrosu’nda “Cimri” ve “Teyzesi” gibi eserleri oynamıştık. İstanbul Erkek Lisesi 1958 sonbaharından 1965 yaz başına kadar yedi yıl benim evim oldu. Yarım asırdan fazla zaman geçti üzerinden. Sevgili lisem yetiştiğim yuvam olmaya devam ediyor. Bizden sonra kız öğrencilerin de alınması lisemize değer kattı. İstanbul Erkek Lisesi bize; kültürel değerlerimizle çağdaş uygarlığı harmanladığımız güçlü bir eğitim kazandırdı. Ayrıca Sarı-Siyahlı binlerce kardeşimden oluşan değerli bir ailenin mensubu olmamızı sağladı. Bu anlamda en çok tercih edilen okul olan İstanbul Lise’li olmak kıymetli bir aidiyettir.
Acar Baltaş: “Görünenin arkasındakine bakmayı öğrendim”
Okulla ilk temasım okul başlamadan önce kayıt dönemindeydi. İstanbul Erkek Lisesi’nin kapısı çatıya kadardır. O kapıdan içeri girdiğim zaman “Ben burada okuyacağım,” dedim. Okulu 26’ncılıkla kazandım. Kapısı ve bina cezbetmişti, onun ihtişamı. İlk karşılaşmam bu şekildeydi. İstanbul Erkek Lisesi’nin bana kazandırdığı en önemli özellik disiplin. Okulun üçüncü haftasında nokta işaretinin önemini anlamıştım. Üç noktayı eksik bıraktığım için 7 alacağıma 4 almıştım. Ki bu hafta sonu eve kırık notla veya iyi bir notla gitmek açısından çok önemliydi. Dolayısıyla bir noktadan ne çıkar denmez. Disiplinin tutarlılık olduğunu öğrendim. Ve bu bütün hayatım boyunca beni etkilemiş, bana yol göstermiştir. Okulun hayatımdaki dönüm noktaları ise lise 2 ve 3’teki edebiyat öğretmenlerim İffet Erçem ve Alman edebiyat öğretmenim Rudolf Mayer’di. Edebiyat şubesi olarak lise 2 ve 3’ü 12 kişilik bir sınıfta okuduk. Mesut Yılmaz sınıf arkadaşlarımdan biriydi. Ve okul yatılıydı. O zaman böyle bir zorunluluk vardı. Bu iki öğretmen bana görünenin arkasındakine bakmayı, alt metinleri okumayı öğretti. Sınavlarda başarılı olmaya yarayan zeka; hafıza, soyut düşünce ve analitik düşünceyi gerektirir. Ama hayat başarısı bu özelliklerle zayıf ilişkilidir. Bu özelliklere sahip olanlar teknik olarak iyi mühendis veya doktor olabilir ama hayatta çözdüğümüz problemler bu tür problemler değildir. Görünenin arkasına geçmenin, alt metni okumanın hayat başarısı üzerinde çok önemli bir rolü vardır. Türk ve Alman iyi birer edebiyat öğretmeni hayatımda kırılmayı bu açıdan yaratmışlardır. Farklı kültürlerin bakış açısını tanımaya imkân vermiştir. Hatta farklı kültürler kadar farklı koşulların... Öyle ki bizim öğretmenlerimizin bir bölümü İkinci Dünya Savaşı’nda savaşmış olanlardı. Ve biz fiziki ceza görürdük. Döverlerdi. Ama savaş sonrası öğretmenleri böyle değildi.
Meral Kurdaş: “İyi ki İEL’liyim diyorum”
Büyük sınıflardaki öğrencilere hayranlıkla baktım nasıl bu zorluklarla başedip oralara gelmişler diye. Biraz korku, biraz endişe ama bilinmezliğin getirdiği çok heyecan vardı. Başarabilecek miyim, yüzümün akıyla bitirebilecek miyim, arkadaşlarıma alışabilecek miyim vs. İlk gün Almanca dersinde gördüğüm hiç bilmediğim konular sonunda eve gelip bir saat ağladığımı hâlâ hatırlıyorum. Ben hiçbir şey anlamadım ne yapacağım diye... Ama 7 yıl sonunda takdir belgeleri ile mezun olduğumda da ağladım. Okulumu, öğretmenlerimi ve de arkadaşlarımı hep çok sevdim hâlâ büyük keyifle beraber zaman geçirip eski günleri yadederek gülüp eğleniyoruz. Başımız sıkıştığında önce birbirimize sorup akıl alıyoruz, destek veriyoruz. Hayattaki başarımda en önemli faktörün İstanbul Erkek Lisesi olduğunu düşünüyorum. Orada aldığım bilgiler dışında, hayata bakışımız, zorluklarla mücadele isteğimiz, iş disiplinimiz, yaratıcı ve analitik düşünme kapasitemiz, yeniliklere açık olmamız ve insani değerlerimiz. İyi ki İEL’iyi seçmişim, iyi ki oradan geçmişim, hayatımın en güzel günleri, anılarını ve dostlarını toplamışım. Şimdi de gerek vakıfta mütevelli heyeti üyesi olarak çalışarak gerek öğrencilere destek olarak okuluma borcumu bir nebze olsun ödemeye çalışıyorum. İyi ki İEL’liyim diyorum. Okulumuzu bu sene kazanan tüm başarılı öğrencileri tebrik edip başarılar diliyorum.
Bahadır Baruter: “Orada bulunmaktan kıvanç duyardım”
Okuldaki ilk günumü hatırlamıyorum ama son günümü hatırlıyorum. Çok ağlamıştım. Dönemin Türk okul müdüründen yediğim şiddetli dayak bende çok büyük bir iz bırakmış olmalı. Bizim eğitim gördüğümüz yıllarda öğretmen dayağı maalesef olağandı. İ.E.L. gibi değerli bir okulda bile pedogojik bilinci gelişmemiş ve şiddet yanlısı öğretmenlere rastlanırdı. Neyse ki diğer birçok öğretmenimizin seviyeleri bu açığı telafi ediyordu. Alman öğretmenlerimizin bize kazandırdığı analitik düşünme metodunun her zaman çok faydasını gördüm. Almanlar bizlere gönüllü olarak sevdiğimiz bir disiplin duygusu aşıladılar. Birçoğunun medeni vasıflarından kaynaklanan bir insani kaliteleri vardı. Öğrencilerle sempatik ve saygın ilişkiler kurarlardı. Ayrıca bu güzel birlikteliğe fon teşkil eden tarihi okul binasının insanda uyandırdığı görkem ve seçkinlik duygusunu da unutmamak lazım. Orada bulunmaktan kıvanç duyardım.