01.12.2024 - 02:00 | Son Güncellenme:
SEYHAN AKINCI
SEYHAN AKINCI- Kitap kulüplerine, sosyal medyada kitap tanıtımlarına, uzayıp giden imza kuyrukruklarına aşinayız ama doğrusu bir edebiyat stand up’ının üç yıldır hem de kapalı gişe olmasına şaşırdık. Minoa Pera’da her salı sahneye kitabıyla çıkan Mehmet Cemil konuklarıyla edebiyat konuşuyor. Üstelik her gösterideki beş sandalye de ücretsiz öğrencilere ayrılıyor. Çukurova’da “İnce Memed” okuyarak büyüyen Mehmet Cemil’in yolu önce Hacettepe’yle başkente ardından Cambridge’e uzanmış. Türkiye’nin sayılı okullarında edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra ise öğrencilik yıllarından beri hayalini kurduğu edebiyat suareleri için sahneye atılmış. Öyle ki en yakın arkadaşları bile inanmamış birilerinin edebiyat sohbeti için bilet alacağına. Sonrasını Mehmet Cemil anlatsın.
Edebiyat bir tutku, sizin edebiyat tutkunuzun kaynağı nedir? Nasıl başladı edebiyatla ilişkiniz?
İnsan hayatta yolunu bulmaya çalışıyor. Ve kırılma noktalarında tutunacak bir dal arıyor. Benim için o dal edebiyattı. Babamın büyük bir kitaplığı vardı 14-15 yaşlarında o kitaplığa sığındım ve okumaya başladım. Dolayısıyla çok organik bir bağ gelişti edebiyatla. O günden bugüne kitaplarla yaşıyorum. Bu yüzden Hacettepe Üniversitesi’nde edebiyat okudum.
Sizi o kitaplıkta en çok etkileyen hangi yazar ya da kitaptı?
Ciddi anlamda edebiyatla tanışmadan önce çizgi romanlarla tanışmıştım. Abim evde Red Kit’in çizgi romanlarını okur bana okuduklarını anlatırdı. “Biz Red Kit’in çizgi filmini izliyoruz ama burada böyle okumak da çok güzel oluyor.” Beni o dünyayla tanıştıran abim olmuştu. Bir subay çocuğuyum ve babamın bize bıraktığı çok ciddi bir kitaplığı vardı evde. Eski basım Sabahattin Ali’ler, Yaşar Kemal’ler. Çukurovalı olduğum için “İnce Memed”i çok merak etmiştim. Babam “Eğer bunu okursan çok sevebilirsin” demişti.
Orada mı büyüdünüz?
Evet orada büyüdüm. Üniversiteye kadar oradaydım. “İnce Memed”in yaşadığı serüven bana çok büyülü gelmişti. O gün bugündür de kitapları hiç elimden bırakamadım. Lisedeki genç Mehmet’e baktığım zaman romanlar ya da şiirler olmasaydı anlatacak, paylaşacak o kadar şeyim olmayabilirdi. Beni orada dostlarım açısından kıymetli kılan şeylerden bir tanesinin anlatabildiğim şeyler olduğunu düşünüyorum. Ve o günden beri de anlatıyorum.
İş sizin deyiminizle edebiyat suaresine nasıl evrildi?
Bunu fakülteye girdiğimden beri tasarlıyordum. Özdemir Asaf’ın, Atilla İlhan’ın, Asaf Halet Çelebi’nin 1960’ların ortasına kadar getirdikleri bu ülkede kök salmış bir edebiyat matinesi geleneği vardı. 70’lerden sonra bunun giderek yavaş yavaş azaldığını ve yok olduğunu gördük. Neredeyse 50 yıldır bir edebiyat matinesi ya da suaresi hiç yapılmadı. 90’larda Küçük İskender bunu yaptı. Küçük İskender şiirler okuyor ve şiir okumak isteyenlere imkân sağlıyordu. Onun yaptığı şeyleri de bizzat kendisinden öğrenme şansım olmuştu. Ve o günden beri aklımda şu vardı. Ben bu geleneği geri getirmeye çalışacağım. Başarabilir miyim bilmiyorum ama çalışacağım diyordum. Bu amaç için öğretmenliği bıraktım.
Çok cesur bir hareket...
Birazcık para biriktirmiştim. En azından kiramı ödeyecek kadar. Risk alacak kadar. Çok çalışıyordum ama. Çok uzun bir dönem evden 7’de çıkıp, gece 11’e doğru döndüm. Edebiyat dersleri veriyordum. Ve sonra kendime iki sene verdim. Dedim ki bunu topluma anlatabilirsen, bu dip dalgasını yeniden inşa edebilirsen, bunu heyecanlı bir hâle getirebilirsen tamam. İki sene sonra başaramadığını düşünürsen en azından denemedim demezsin.
Hangi yıldan söz ediyoruz?
Üç sene önce küçük 20-25 kişilik bir tiyatro sahnesiyle gidip anlaştım. Dedim ki benim “Böyle bir niyetim var. Sahnede anlatacağım şeyleri de yazıyordum.” Çok yakın bir arkadaşım görsel tasarımcıydı. “Ya hocam ben de görsel tasarımlarını yapayım sana destek olayım” dedi. Bir afiş tasarladık. İlk anlattığım kitap Dino Buzzati’nin “Tatar Çölü”ydü. O kitapta konfor alanından çıkamayıp ömrünü çürüten Giovanni Drogo diye bir karakter anlatılır. Oradaki karakter yapamıyordu kendimce “Ben yaptım” demek için sahnemi yazdım ve üç saatlik bir program hazırladım.
“Her hafta yeni bir üç saat yazıyorum”
Üç saat çok iddialı...
En yakınlarım bile bana “Kimse üç saat edebiyat dinlemez” dedi. Kimse buna bilet almaz. Belediyeler ücretsiz etkinlikler yapıyor, kimse gitmiyor, sahneler boş kalıyor. Böyle çok olumsuz yorumlar vardı. Bunlar çok üzmüştü beni. Onlar bile böyle düşünüyorsa acaba imkânsız mı demeye başlamıştım. O oluşturduğumuz afişle “Tatar Çölü”ne ya üç ya dört bilet satılmıştı. Arkadaşlarım geldiler nasıl bir şey yapacak diye. Sonrasında ikinci gösteriden itibaren hep doldu sahne. Hiç boş koltuk kalmadı. Üç senedir her hafta yeni bir üç saat yazıyorum. İnteraktif. Kimileri buna edebiyat stand up’ı diyor çok eğleniyoruz. Akşam 7’de başlıyorum saat 10’a kadar. 10 dakikalık tek bir aramız var.