Pazarİstanbulun kurtuluş günleri

İstanbulun kurtuluş günleri

12.10.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

İstanbulun kurtuluşu törenleri bazılarının sık sık tekrarladığı gibi kuru bir hamaset değildir. 6 Ekim tıpkı 29 Mayıs gibi dış dünya ve Avrupa ile ilişkilerimizi açıkça ve akıllıca tartışacağımız bir gündür

İstanbulun  kurtuluş günleri

Bizansın Konstantinupolisi de Osmanlının başkenti de çok görmüş geçirmiştir; hatta bir vakitler yani 1853te Rusyayla yapılan ünlü savaşta, İstanbul halkı; müttefik olarak gelen orduları taşıyan İngiliz, Fransız, İtalyan Piemonte gemilerini görmüştü. 1853ün dağdağalı günlerinde İstanbul halkının kendileriyle birlikte savaşıp ölen bu Avrupalı askerlere sempati duyduğu açıktı. O günün müttefiklerinin torunları ise 1918de işgal kuvveti olarak dönmüşlerdi. Dolayısıyla İstanbul halkının 1853te değişmeye yüz tutan geleneksel kuşku ve nefret duygusu hemen avdet etmişti. Britanya zırhlılarından dökülenler kendilerini şehrin sahibi addettiler. Bütün güvenlik mekanizması ve ekonomik hayat onların denetimine girdi. Türkiye 2004te, Haçlı Seferlerinin 800üncü yılını uluslararası katılımlı toplantılarla anacak. Yani esas nokta 1204 yılında İstanbulun, o zamanki Konstantinupolisin, Batıdan gelen barbar sürüleri tarafından işgalidir. Şüphesiz Haçlı Seferleri bu tarihten çok önce başladı ve Selahaddin Eyyubinin Haçlıları kutsal topraklardan kovuşu da bundan çok sonradır. Türkiye ise 1204 yılı üzerinde duruyor; çünkü o zaman bin yıllık bir imparatorluğun merkezi olan İstanbul kavimlerarası bir Haçlı işgali yaşıyordu. 1918de de ikinci defa olarak gene uluslararası bir işgale uğradı. 1204te zırhlı şovalyeler, 1918de de zırhlı gemiler İstanbul halkını zor bir dönemin içine çekti. Bu şaşılacak bir gelişme değildi; ama doğrusu çok beceriksizlik gösterdiler. Britanya idarisi; kolonilerinde ve Hindistanda, Malta ve Cebelitarıkta ve hatta himaye ve işgali altındaki Mısırda kurduğu denetim ve yönetimi burada gerçekleştiremedi. Eski imparatorluğun başkenti onu benimsemedi; Britanya ise hem yorgun hem de tecrübesizdi. İlk anda şehrin geleneksel azınlıklarıyla işbirliği yapmak istedi. Bu sokaktaki esnafa kadar yansıyan garip bir rüşvet mekanizması yarattı, münaferet arttı, hatta ufak çatışmalar başladı.1918-1922 dönemi zabıta tarihini hâlâ kulaktan dolma biliyoruz. Oysa birtakım olaylar incelendiği zaman garip boyutlar ortaya çıkıyor. Kısacası Batı Avrupa ülkeleri, tarihte görülmüştür ki, düşman tarafından işgal edildiklerinde adeta "Kader, kendimiz ettik, kendimiz bulduk. Bundan sonrasını akıllıca kurtarmaya çalışalım" derler. Allahtan bizim kavmin böyle bir zihniyeti benimsemesi çok zor. Evimizde yabancıya pek tahammül edemeyiz. Nitekim İstanbul bu gerilimi çok ilginç bir biçimde yaşadı. İngilizlerin çaresizlik içinde Yunanlı müttefike meyletmesi ise hem öbür müttefiklerini hem de şehir halkını çok kızdırdı. Tarık Zafer Tunaya hocanın opus magnumu olan "Siyasi Partiler"in üçüncü cildi mütareke devrini anlatır. Hiç kuşkusuz sosyalizm ve etnik milliyetçilikler gibi akımlara mensup olanlar getirilen siyasi örgütlenme hürriyeti havasından yararlandılar. Türk ulusçuluğunun bu derecede özgür kaldığını söylemek mümkün değildir. İmparatorluğun başkentinde Falih Rıfkının deyişiyle "Türklükten kaçan kaçanaydı". Dört yılda ilginç gelişmeler ortaya çıktı. Uzun bir savaşın yorgunluk ve yıkımından dolayı yenilgi ve direniş, teslimiyet ve dikbaşlılık İstanbulda savaş veriyordu. İngilizlerin şehir halkı üzerinde kurdukları baskı ve olumsuz etkiler sonra Ortadoğu ve Filistinde de aynı beceriksizlikle sürdü.Her kuvvetin olgunlaşma ve çürüme zamanı vardır. Çürüme döneminde Britanya, İstanbul ve Küçük Asyaya toslamıştı. Sanılıyordu ki çürüyen imparatorluk sadece Osmanlıdır. Oysa I. Dünya Savaşından sonra yeryüzündeki hiçbir kavim başka bir imparatorluğun bayrağı altında sakin ve uyumlu unsurlar olarak yaşamak niyetinde değildi. Biz evimizdeki yabancıya pek tahammül edemeyiz İmparatorluğumuzun asker ve sivil bürokrasisi kendini çabuk toparladı ve yer yer direnişe başladı. Fransız müttefikler suriçi İstanbulun denetimini üstlenmişti. Kır atı üzerinde bir fatih gibi şehre giren Fransız Balkan kuvvetleri komutanı General Franchet dEsperey, teatraliteyi sevse bile hiç de Türk düşmanı sayılamazdı; hatta İngilizleri uğraştıran Genç Türkleri, İttihatçıları, Anadoluya geçenleri eski ihtiyar Türklerden daha çok takdir ettiğini yüksek sesle belirtirdi. Fransız işgal kuvvetleri doğrusu suriçi İstanbulda Anadolucuların faaliyetleriyle doğrusu pek ilgilenmediler. Ama Britanya ile Anadolu İstanbulda karşı karşıya geldi. İtalya için Türkler neredeyse müttefik oldu.İtalyanlar büyük savaş sonunda, Britanya ve Yunanistanın kendilerini soyduklarına inanıyorlardı ve bu yüzden de Anadolunun yanında yer almışlardı. Şehre çıkar çıkmaz İtalyan birliklerinin ilk işi 1815 Viyana kongresinde Avusturyanın kendilerinden zapt ve gasp ettiği Tomtom Kaptan Sokağındaki Venedik Sarayını işgal edip içindeki Avusturya sefaret heyetini kapının dışına koymak oldu. Doğrusu haksız da sayılmazlardı; Venedik Sarayı yeniden İtalyaya geçti ve elan İstanbuldaki İtalyan sefaretidir.İstanbul, Yunanlılara mı verilecekti? O günün havasını dikkatle gözleyenlerin raporlarına ve tarihi kayıtlara göre hiç de öyle değil. Yunanistan gibi küçük bir ülkenin propagandası ve ümitleri pek ciddiye alınamazdı. Ama şurası muhakkak ki bu muhteşem payitaht, Britanya İmparatorluğunun başkanlığındaki uluslararası bir idareye terk edilecekti. Zaten boğazlar rejimi daha başından öyle düzenlenmişti. Avrupaya göre 1500 yıllık Konstantinupolis kendilerinden başka kimseye bırakılamazdı. Hatta o şehrin asli sahibi olarak gördükleri Helenler yani İstanbul Rumları bile, orada ancak göz boyayan bir renk ve ancak kendi başrollerini süsleyen teatral figür olarak düşünülebilirdi. Bu 1204teki zihniyetten daha farklı değildi.O zamanki Konstantinupolisi yerli Romalılara bırakmayan Atlantik takımı, 1918de de aynı tutumu Osmanlı İmparatorluğunun asli unsuru Türklere karşı gösterdi. Bu bir zihniyettir, bir ananedir, değişir ama zor olur ve zaman ister. Bazı tavizler verilebilir ama esastan fedakarlık yapamayız. Komplo teorileri ve yabancı düşmanlığıyla yaşayamayız ama karşımızdakilerin yeryüzünün en bilge, en adil melekleri olduğuna inanamayız. Batı dünyasıyla çok dikkatli ve bilinçli olarak ilişkilerimizi sürdürmek zorundayız. Düzelmeler ani olamaz, en iyi hekim olan zamana bırakılmalıdır. 6 Ekim İstanbulun kurtuluşu törenleri bazılarının sıkça tekrarladığı gibi kuru bir hamaset değildir. Tıpkı 29 Mayıs gibi dış dünya ve Avrupa ile olan ilişkilerimizi çok açıkça ve akıllıca tartışacağımız bir gündür. Karşımızdakiler yeryüzünün en adil melekleri değil