03.01.2021 - 03:05 | Son Güncellenme:
Ceyda Ulukaya
2020’yi üç kelimeyle özetleyecek olsak, birinin mutlaka karantina olacağına şüphe yok. Kovid-19 pandemisi nedeniyle tüm dünyada sokağa çıkma yasakları ve kısıtlamaların hüküm sürdüğü bu yıl, ‘eski normal’ günlerimizde dolup taşan sokaklar, adım atacak yer bulamadığımız sahiller, trafik çilesi çektiğimiz caddeler ve sosyalleşme alanlarımız kafe ve restoranlar terk edilmiş bir sahil kasabasını andırırcasına boşaldı. Şehrin uğultusu, yerini sessizliğe bıraktı. Biz de yılın son hafta sonunda, bu sessizliği dinlemek üzere İstanbul’u turladık. Kadıköy’den Üsküdar’a, ardından Eminönü, Taksim, Ortaköy ve Bebek’e uzandığımız gezide, şehrin karantina sesinin en çok da Boğaz hattında duyulduğuna karar verdik. Neden mi?
Kadıköy’ün simgesi Boğa heykelinden Bahariye Caddesi’ne, oradan da rıhtıma doğru yol alıyoruz. Sokaklarda tek tük insan olsa da, ana caddelerdeki araç yoğunluğu için aynısını söylemek mümkün değil. Rıhtım tarafında ise banklarda oturan ya da vapur bekleyen bir avuç insan var. Konuşmalardan, çoğunun turist olduğunu anlıyoruz. İskeleye yanaşan boş vapurlar, sisler içinde bir hayalet gemi gibi.
Üsküdar sahilinde ise turist ve turist olmayanlardan oluşan karma bir kalabalık bizi bekliyor. Yürüyüşe çıkan ya da köpeğini gezdiren semt sakinlerine eşlik eden turistler, Kız Kulesi’ni kadraja dahil ederek selfie çekmekle meşgul. Öyle ki, İstanbul’un bu denli kalabalık olduğunu bilmesek, tipik bir pazar sabahı sakinliği olarak kabul edebiliriz. Avrupa yakasına geçerkense, aklımızda bomboş bir köprü fotoğrafı yakalamak var. Fakat şansımıza küsüyoruz. Köprüde, her ne kadar ‘eski normal’le kıyaslanmasa da akan bir trafikle karşılaşıyoruz.
Bir sonraki durağımız Eminönü. Yaz-kış İstanbul’un en kalabalık meydanlarından biri olan, Yeni Cami hakimiyetindeki meydan, boş sayılmaz. Meydandaki kuruyemişçilerden alışveriş edenlerin yanı sıra, yine hatırı sayılır bir turist yoğunluğu göze çarpıyor. Oltalarıyla sıra sıra dizilen ve Galata Köprüsü’nü hepimizin hafızasına kazınan ikonik bir fotoğrafa çeviren balıkçılar ortadan kaybolmuş. Galata Köprüsü hiç olmadığı kadar yalnız gözüküyor gözümüze.
Rotamızı Boğaz’a çeviriyoruz. Yine İstanbul’un turistik semtlerinden Ortaköy’deyiz. Meydan güvercinlere kalmış. Kulağınızı güvercinlerin kanat sesleri ve guruldamalarına verip yüzünüzü denize döndüğünüzde neredeyse rahatlatıcı bir terapi seansı başlıyor. Sahilde fotoğraf çektiren turistlerin sesleriyse, semtin eski kalabalık günlerinin çok uzaklardan gelen bir yankısı gibi.
Ve son durağımız, Arnavutköy-Bebek hattı. Akıntıburnu’ndan, rüzgarın ve dalgaların sesiyle yola çıkıyoruz. Kıyı boyunca sessizlik hakim. Yürüyüş ya da alışveriş için çıkan semt sakinleri dışında insana rastlamak pek mümkün değil. Haftasonları trafiğin eksik olmadığı sahil yolu bomboş, bazen yürümenin bile işkenceye döndüğü kıyı şeridi ıssız. Denize açılamayan tekneler dizi dizi beşik gibi sallanırken tek duyabileceğiniz, martı sesleri. Bazen kesik bir çığlık, bazen de uzunca, nakaratlı bir şakıma. İşte İstanbul’da karantinanın en yalın sesi.