Pazar'İçimden Gülben’e sarılmak geliyor'

'İçimden Gülben’e sarılmak geliyor'

01.11.2020 - 03:09 | Son Güncellenme:

Tiyatro izleyicisinin zaten yakından tanıyıp takip ettiği Merve Dizdar “Masumlar Apartmanı”ndaki Gülben karakteriyle her hafta en çok konuşulan oyunculardan biri oluyor. “Bazı huylarımız benzeşiyor” diyor Gülben için: “İçimden ona sarılmak geliyor”

İçimden Gülben’e sarılmak geliyor

 

Moda sokaklarında adım başı durdurulmadan yürüyemiyoruz. Büyük bir sevgi yumağı; “O nasıl oynamaktır evladım?” Merve Dizdar aynı sıcak gülüşle teşekkür ediyor hepsine. Samimiyet ile iyi oynadığını bilmenin ve bunun aldığı karşılıktan memnun olmanın şahane bir bileşimi var her hareketinde. Zorlu bir yoldan gelen, bütün sırrının çok çalışmak olduğunu söyleyen, bunun meyvelerini toplayan bir oyuncu, Merve Dizdar. Biz Craft’ta “Yutmak” oyununda kendisine Afife ödülü de getiren Sam rolünde tanıdık kendisini. Ardından irili ufaklı roller geldi, “Alice” müzikalinin kedisi geldi. “Vatanım Sensin”, “Mucize Doktor” derken “Eltilerin Savaşı”nda  komedi yeteneğinin de gözardı edilecek gibi olmadığını gördük. En nihayet “Masumlar Apartmanı”nda oynadığı Gülben karakteriyle her salı gözyaşlarımızı tüketir oldu. Merve Dizdar’la Gülben’den başlayıp geriye giderek geldiği zorlu yolun basamaklarını konuştuk.

Haberin Devamı

İçimden Gülben’e sarılmak geliyor

- “Masumlar Apartmanı” ilk nasıl geldi size?

Menajerim aradı, ben de Çağrı Hoca’yla (Vila Lostuvalı) görüşmeye gittim. O kadar iyi bir senaryo ki okuyunca “Ama” falan demiyorsun. Hele ki benim karakterim. Gülben’in bana gelmesi büyük bir şans.  Çağrı Hoca benden istediklerini söyledi; sonuçta travmatik insanları oynuyoruz, benim öyle bir travmam yok, onları gözlemlemek zor olabilir mi, bunları konuştuk. Onun üzerine bir çalışma sürecim oldu ve sete çıktık... Sonra da TRT1’de seyircimizle buluştuk.

- Bununla ilgili okumalar yapmak icap etti mi?

Birkaç film izledim. Yazarın önerdiği bir film izledim, bir de erotomani diye bir rahatsızlığı da var, Esat’a âşık, onun yaptığı her hareketi de kendisinden hoşlanıyormuş gibi algılıyor, bununla ilgili bir film izledim. Onun dışında titizlik benim hayatıma çok uzak bir durum değil. Benim annem de çok titiz bir kadındır.

Haberin Devamı

- Ne derece bir titizlikten söz ediyoruz?

Mesela bizim eve terliksiz giremezsin. Eve girdiğin anda kıyafetler değişir zaten. Ben başka türlüsünü düşünemiyorum. O yüzden pandemi sürecinde pek zorlanmadım. Çok abartılı değil bizim için. Ama nohut sabunlamak yoktu tabii.

- Şimdi kendi evinizde durum nasıl?

Gürhan’la (Altundaşar) terlik tartışmamız olabiliyor bazen, yalınayak gezip yatağa yatılamaz. Toz olur, belki o çarşaflara bulaşır. Ama o da alışkın, giyiyor yani. Ben de tabii titizliğin dozunu biraz ayarlamaya çalışıyorum.

- Gülben’e karşı hisleriniz nasıl?

Çok acayip. İyi ki Gülben olmuşum. Bazı huylarımız benzeşiyor bence. Çok eli yavaş ya, yavaş hareket ediyor falan, ben de genelde ağır kanlıyımdır, bazı sakarlıklarım olur. Ortanca çocuk olmak bence zor bir şey. Onun o arada kalmışlığı, aslında her şeyin farkında olup hiçbir şey yapamaması, en üzücü kısım o. Bana hep mesaj geliyor, “Çok iyi anlıyorum, sarılasım geliyor” diye. Benim de sarılasım geliyor. Öyle bir sarılma hissiyatı veriyor Gülben bana. Arafta, hep arafta.

- Anneniz babanız nasıldı, nasıl bir ailede büyüdünüz?

Çekirdek ailem benim canım ciğerim. Babam belediyeden emekli. Annem ev hanımı. Zorluklara karşı nasıl ayakta kalınır, ailemden öğrendim ben. İşçi çocuğuyum. Bizim bir yazlık, bir kışlık ayakkabımız vardı. O yüzden ben malımı, eşyamı har vurup harman savurmam.

Haberin Devamı

- Çocukluğunuz İzmir’de geçmiş. Oyunculuğu kafaya koyunca nasıl bir yol izlediniz?

Derneklerde başlamıştım oynamaya, sonra lise sonda ders aldım ve oyunculuk sınavına girdim. İzmir’de kazanamadım, Çanakkale’de girdim kazandım.

- İstanbul yok muydu hesapta?

Giriş sınavları pahalıydı ve iki şansım vardı. İstanbul’a gelemem zaten. Şimdi bazen arkadaşlarım “İstanbul kaos, buradan gitmek istiyoruz” diyorlar. Ben de hep şunu düşünüyorum; hayatta gidemem, gelmek için canım çıktı gerçekten. Önce İzmit’e gittim, İzmit’ten buraya geldim.

İçimden Gülben’e sarılmak geliyor

- İzmit’te de bir kazanamadığınız sınav var.

Şehir Tiyatrosu sınavına girdim, orada da almadılar. Çok üzülüyordum ben niye kazanamadım diye. Sonra işte “Al Gülüm Ver Gülüm” programının seçmelerine girdim, öyle geldim İstanbul’a.

- “İstanbul seni yeneceğim” gibi bir durum oldu mu?

Haberin Devamı

İnanılmaz. Çok acayip bir şey, “Al Gülüm Ver Gülüm”e girdim, sonra Semaver Kumpanya’dan Serkan Abi (Keskin) beni tiyatroya aldı. Bir gün çok kötü bağışıklığım düştü: Evim de yok, arkadaşlarımda kalıyorum. Hasta oldum, annem babam geldi. Ev tuttuk apar topar, hasta yatıyorum, magazin programı izliyorum, ünlü oyuncuları görüyorum, “Ben de buradayım artık, çok yakınız” dedim anneme. Şimdi düşününce çok tuhaf geliyor. Çünkü benim için burası Hollywood.

- Semaver Kumpanya’da hangi oyunlarda oynadınız?

“Bir İnfazın Portresi”nde oynadım “Titus Andronicus”a sonradan girdim, erkek oynuyordum orada. O dönemde çocuk oyunlarında çok oynadım. Sonra kira çok geldi, o dönem çalışmıyorum, babam bir yer buldu, 25 metre kare. Küçücük, 0 + 1. Orada sekiz yıl kaldım.

- Peki, bu şansın döndüğü bir nokta olması lazım.

Vallahi aslında döndü de ben biraz garanticiyim işte. O sıralar çok çalıştım dizilerde ama hep küçük küçük rollerim vardı. Craft’ın audition’ına girdim. Onunla yeni bir bölüm başladı benim hayatımda. Başka bir oyun için audition vermiştim ama “Yutmak”a denk geldi. Bir yıl sonra aradılar beni.

Haberin Devamı

- Gupse Özay’la bir videonuzu izledim, “İnsan nasıl inanmadığı bir şeyi oynayabilir ki?” gibi bir cümle kurmuşsunuz. Gerçekten bunu yapabiliyor musunuz?

Yeni mezun olduğum zamanlarda inanmadığım şeylerde de oynadım tabii ki, çünkü hiç param yoktu. Günün sonunda orada da kendimi inandırarak oynadım. Ama şimdi gerçekten inanmadığım bir şeyi oynamak istemiyorum. Bir şey katabileyim. O zaman da katıyordum tabii ki, yer süpürüyorsan da iyi süpür diyorlar ya, o zaman da katıyordum. Ama şimdi, kendimi iyi de hissedeyim. Mezun olduğum zamanlar zordu.

- Hep böyle kendinize inancınız var mıydı, bu zor zamanlar bitecek diye?

Hep vardı. Bence benim tek olayım o. Birinin size inanması, destek görmek iyi bir şey tabii. Ama onu görmesen de kendine inanman lazım. Kırılgan bir meslek, egon hemen zedelenebilir yani. Ben hep inanıyordum. Zaten inanıyorsan, çalışıyorsan zamanını bilemem ama mutlaka oluyor.

“Makyajsız daha güzel görüyorum kendimi”

- Ekşi sözlük’te birisi Instagram’daki fotoğraflarınıza bakıp “Çok sevilmiş biri olduğunu düşündüm,” demiş. Hani her hâlinizle fotoğraf koyuyorsunuz, güzel görünmekle ilgili özel bir kaygınız yok diye de belli ki.

Doğru yazmış. Annemle hep şu diyaloğumuz var mesela; kaşlarını al, almayacağım. “Anne,” dedim, “Bütün işlerimi bu kaşlarla yaptım.” Annem çok bakımlı ve güzel bir kadındır. Ama ben çok seviyorum böyle. Güzellik anlayışım değişik belki de. Makyajsız daha güzel görüyorum kendimi. Sevilme meselesine dönersek, sevgi dolu bir ailede büyüdüm. Zorluklar geçirdik ama biz onların üstesinden çok iyi gelmiş bir aileyiz.

İçimden Gülben’e sarılmak geliyor

“O kadar şanslıyım ki ablam Ezgi Mola”

- Ezgi Mola’yla daha önce “Alice”te de birlikte çalıştınız.

Ama bu kadar mı güzel denk gelir, hem çok iyi oyuncu hem sonuçta Ezgi Mola bir isim, bu kadar mı egosuz bir oyuncu olur. Bu konularda şans gerekir, ben partner konusunda çok şanslı bir insanım. Ablam Ezgi Mola. O kadar mutluyum ki bu kadar olur. Birkan’la (Sokullu) zaten daha önce de “Yüz Yüze” diye bir işte çalışmıştık. Farah’ı (Zeynep Abdullah) da tanıyorum. Yani bütün ekibi zaten çok seviyorum. Ama ablam Ezgi Mola yani.

- Azıcık benziyorsunuz da.

Herkes çok benzetiyor. Sürekli mesaj atıyorlar, “Ezgi Mola’ya Ezgi’den daha çok benzemen nasıl bir şey?” diye. “Alice”te de birkaç kişi bayağı Ezgi zannetmiş beni, iki rolde mi oynuyor diye.