05.05.2019 - 08:15 | Son Güncellenme:
Buket Aydın - Pazardan pazara
- Siz dünyayı güzelleştiren insanlardan birisiniz. Oyuncusunuz ama cezaevlerinde de çalışmalar yapıyorsunuz. Neler yapıyorsunuz?
Sekiz ana bölgede büyük cezaevleri var artık kampüsler halindeler. Oralarda mahkumlardan oluşan tiyatro gruplarım var. Onlar kendi içlerinde oyun çıkartıyorlar. Gala yapıyorum. Niye gala yapıyorum? Çünkü galada aileleri geliyor izlemeye. İki saat birbirlerini görüyorlar bol bol. Sonra oyun bitiyor anneler ve çocukları çıkıyor. Gardiyanları da çıkartıyorum. Koca koca adamlar, kadınlar aşağıya iniyor. Annesinin, babasının, çocuğunun oturduğu koltukları kokluyorlar. Hasret gideriyorlar. Onun için tiyatro bir insan kokusudur; şov ya da komedi değil.
- Hangi oyunu sergiliyorsunuz?
“Son Kuşlar” oyunum var Cezaevi ve Tevkif Genel Müdürlüğü ve Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü ortak projesi, kendimin ve çocuklarımın da oynadığı… Herkes geliyor o oyuna. Yani F tipi, H tipi… Oyunun başında simit dağıtıyorum, çiçek dağıtıyorum. Mesela 25 yıldır ceza yatan bir hanım “25 yıldır ilk defa bir çiçeğe dokunuyorum” dedi. Simidi 60 yaşındaki bir mahkum, koynuna koydu çünkü simidin toplumumuzda bir izi, bir kokusu vardır. Ben niye yapıyorum bunu çünkü cezaevinde yatarken hücrede hamamönündeki simitçinin sesini duyardım ve çok özlerdim. O zaman yoktu ama şimdi cezaevlerinde bazı yerlerde fırınlar açıldı. Mesela bu turneden sonra simitler veriliyor mahkumlara kantinlerde. Ama Anadolu’da yok tabii… Anadolu’ya özellikle o simitleri götürüyorum oyun öncesi. Yani başka bir dünya.
- Siz tiyatro yapmaya nasıl karar verdiniz?
Konservatuardaydım zaten 17 yaşında tutuklandığımda. Konservatuvara da gardiyan eşliğinde gidip geliyordum. O zaman öyle bir yasa vardı öğrencilere yönelik. İlkokulda oynadığımız bir oyunda valinin oğlu kraldı, benim babam hurdacıydı ben de dilenciyi oynuyordum. Sonra selam verirken fark ettim ki; kralla dilenci yan yana selam veriyor. Tiyatroyu öyle sevdim ben. Anladım ki tiyatro eşitlik. Çünkü en son selamda herkes eşit. Tiyatro olmasa ben bu yaptığım hiçbir şeyi yapamazdım, çünkü insana dokunan bir meslek. Tiyatro olmasaydı bu kadar rahat giremezdim ben cezaevlerine.
- Başka neler yapıyorsunuz?
Mahkum kadınların çocukları için kreşler açıyor devlet. Ama her şeyi de devletten beklememek lazım. Mesela bana tweet atıyorlar, mesaj atıyorlar “Hangi hesaba para yatıralım? Şunu yapmak istiyoruz” diye. “Yapmak istiyorum” demek çözüm değil, yap. Mesela kitap ihtiyacı var cezaevlerinde. Hanımların özel günlerindeki ihtiyaçları var. Hangi cezaevi yakınsa al, git müdüre teslim et. Kayseri’de şimdi kütüphane yapılıyor, kitap yokmuş, herkes beni arıyor “Kitapları hazırladık nereye gönderelim?” diye soruyor. Verin işte kargoya. Cezaevine gidin. Herkes her şeyi, iyiliği de bir başkasından beklemeye başladı. Hayır, kendiniz yapın. Mesela fakir insanlar var, özellikle bazı kadınların hiçbir gelirleri yok. Gidin oraya cezaevi müdüriyetine bir para yatırın. Hemen makbuz kesiyorlar, sana da makbuzunu veriyorlar zaten. Her şey yasal.
- Mahkumların çocuklarına da bakıyorsunuz değil mi ayrıca?
Eşi içeride olan kadın veya hapiste yatan kadın, “Bakamıyorum ben çocuğa” diyor. Mesela Bakırköy Cezaevi’nde “Son Kuşlar” projesini yaparken kadın mahkumlardan biri 3 aylık çocuğunu herkesin içinde kaldırdı “Bunu sana doğurdum” dedi.
- Aldınız mı?
Aldık, şimdi 3.5 yaşında.
- 26 tane çocuğunuz var değil mi baktığınız?
26 evet, onların çocukları da var şimdi. Büyük bir aileyiz, evlenenler oldu, torunlar var. Aile olarak ilişki kurduklarıyla beraber 101 kişi oluyoruz. Bir tane torun geldi yeni 9 oldu torun sayısı şimdi. 6 tane küçük var, diğerleri üniversite okuyor, lisede okuyanlar var. Başka bir dünyadır onlar.
- Cezaevinde kalmak içinizden çok büyük bir iyilik çıkartmış. Gerçi ben insanın yaradılışında olduğunu düşünüyorum o iyiliğin de. Yaşadıklarınızı yaşayan başka biri çok dağılmış olabilirdi bambaşka bir hayat yaşıyor olabilirdi.
Çok daha büyük acılar yaşayıp, kendini yitiren bir sürü arkadaşım var. Cezaya düştüğünde hiç kimseye zarar vermediğini görüyorsun çünkü matematiğini kuruyorsun. “Sen ne yaptın? Niye buradasın?” diye soruyorsun kendine. Atıyorum “Ahmet’e şunu mu yaptın? Hayır. Ayşe’ye kötü mü davrandın? Hayır”. Temizliyorsun, temizliyorsun “Ben iyiyim” diyorsun o zaman. Bir de ben hücrede bir dünya kurdum kendime. Şimdi oyunda da onu oynuyorum. Çiçeklerim var o üç metre karelik yerde güneşim var; istediğim zaman doğuruyor istediğim zaman batırıyorum. Karanlık zaten. Çiçeklerime sular veriyorum halbuki içecek suyum yoktu. Ve hayata çıktığın zaman kimse seni ayıplamayacak çünkü sen bir düşünceden dolayı giriyorsun. Tövbe bir tecavüzden, bir hırsızlıktan girmemişsin oraya. Belirli şeylere hayır dediğin için oradasın.
- Cezaevi suç işlemiş insanların girdiği bir yer, size kızanlar da oluyordur…
Cezaevindekileri ben ak kaşık göstermiyorum veya öyle yaklaşmıyorum. İçerideki adamların dışarıda verdikleri acılar var. Birisini katletmiş, o aile perişan olmuş, acıları var. Tiyatro yaparken bir mahkumla Bayrampaşa’nın yanındaki hastaneye gittim. Bir annemiz bana beddua etti; “Benim oğlumun katilini başrol oynatıyormuşsun” dedi. O anne haklıydı. Ama ben mahkumların hepsini ülkemin insanı olarak gördüğüm için tecavüzcüler, pedofililer hariç, suçlarını ayırmadan gördüğüm için kendi içimde barışı sağlıyorum onlara karşı. Ama dışarıdakine bunu anlatamazsın.
- Nasıl bu kadar kendi hayatınızdan vazgeçtiniz?
Bu çocuklara yardım etmeme, babasız büyümem ve cezaevine girmem nedendir. Kendi yaşadığım süreçten kaynaklı bir çocuk olgusu oldu bende. Babamın ölümünden sonra bir yetimhane dönemimiz var bizim çünkü. 7 yıl da Ulucanlar Cezaevi’nde yattım siyasi sebeplerden, 17 yaşında girdim cezaevine. Orada babasız çocuklar gördüm içeride de dışarıda da. Eğer dedim “Çıkarsam buraya tekrar geleceğim” ve geldim 81 yılında. O çocuklara önce evlerinde bakmaya başladım. Ama baktım ki verdiğimiz kayboluyor çocuklara ulaşamadan. Sonra eşimle “Hadi gel ev tutalım gönüllü olarak” dedik ve böyle başladı.
- Birçok kişinin hayatını siz kurmuşsunuz aslında.
Ama işte bu zincirleme bir şey. Ortak bir hesap açtık. Büyük çocuklarım, çalışan çocuklarım, yeni mezun olanlar... Onlar da artı paralarını hesabımıza yatırıyorlar ve diğerlerine destek oluyorlar. Dolayısıyla zincir büyümeye başladı benim de istediğim o.
"Vakıf olacak ki kalıcı olsun"
- Ne yapmak istiyorsunuz kurumsallaşmak mı?
Biraz sıkıntılarımız var onları da halledersek bir vakıf kuracağım. Böylece hiç kimseye de ihtiyaçları olmaz. Vakıf olacak ki kalıcı olsun. Devlet denetlesin. Çocuklarım zaten yönetir orayı. Oradan gelme çocuklar olduğu için işlerine daha çok sahip çıkarlar. Bir de yaş 65; eskisi kadar koşturamıyorum. Ama şöyle bir şey de var; cezaevine girip çıktığım zaman hayata daha çok saldırabiliyorum. Çocuklar adına...
"İnsanlar aile içinde merhaba demeyi unuttu"
- Baba diyorlar size değil mi? Gerçi herkes baba diyor size galiba?
Yani işte hepsinin ağız alışkanlığı gibi oldu ama ağır bir laf.
- Herkesi sahipleniyorsunuz o zaman?
Duruşum ağır, onu taşımayı bilmem gerekiyor. Şimdi insanlar bireysel yaşamaya başladı.
-Nasıl yani bireyselleşmek derken?
Evdeki tabaklar değişmeye başlayınca herkesin önünde başka bir tabak, herkes tuzunu, karabiberini farklı atmaya başladı. Ortak ağız tadı kalmadı. Sonra odalara ayrıldık, o da yetmedi; telefonlara ayrıldık. Dolayısıyla insanlar aile içinde merhaba demeyi unuttu, dışarıyı zaten unuttuk. Şuna bağlamak istiyorum; şu an 725 tane çocuk var anneleriyle cezaevlerinde yatan. Ben diyorum ki; ne zaman bu sokak çocukları cezaevindeki çocuklarla buluşup, evdeki çocuklar ne zaman sokak çocuğuyla buluşup aynı parkta bir sandalyede oturur, bir salıncağa biner; işte o zaman barışı yakalarız biz. Evimizde yetiştirdiğimiz evlatlarımız çok kıymetliler ama dışarıya karşı bilinçsizce onları ötekileştiriyoruz. “Aman dikkat et! Sokak çocuklarına bulaşma, karşılaşma,konuşma!” Mesela tinerci dediğin çocuklar… Onlarla beraber olmaya çalışıyorum elimden geldiğince, eşim de…
- Nasıl yapıyorsunuz bunu? Sonuçta herkes tehlike olarak bakıyor tinerci çocuklara ne yazık ki!
Şimdi fiziki olarak darp etmen çok acıtmıyor o çocukları ama hiçbir şey saymak çok acıtıyor. Yani yanlarından geçerken “Merhaba” deyip, korkmadan omuzlarına dokunup; “İyi misin?” deyince bağlantı kurmaya başlıyorlar seninle. Ben bunu yaşayarak öğrendim, kitaplardan değil. İlk önce bu bölgede Beyoğlu’nda evde çorbalar yapıp onlarla beraber yemeye başladım kışları. Burası trafiği çok olan bir yerdir tam “Boğazkesen”dir burası. Bir tarafta hayat vardır bir tarafta yoktur. Dolayısıyla bu bölgede insanlara “Merhaba” demeyi çoğalttığın zaman kendi mahallendeki barışı yakalarsın. Yani çocukları yakaladıkça kendi toplumunu kendi ülkeni yakalıyorsun, realitesini, gerçeğini yakalıyorsun.