10.01.2010 - 01:00 | Son Güncellenme:
Mehmet Tez
Mazhar Alanson “Mazhar Olmak” isminde bir kitap yayımladı ya. Geçen hafta onun sayfalarını karıştırıp durdum. Bu aslında onun da dediği gibi kitap değil. Öylesine bir şey. Notlar, hikayeler, resimler, fotoğraflar. Aslında bazı şarkıların sözlerinin ve hikayelerinin yer aldığı bir defter gibi. Ama içinde hikayeler de var. 1978 Paris macerası, çocukluk yılları, 1971’de gidilen bir rock festivali ve 1993’te ilk kez gittiği Umre. Altı kere gitmiş. Onu orada görenler “Sen dönme değil miydin abi sana haksızlık etmişiz” demişler. Öyle yazıyor. Röportajdan bir gün önce aradı dedi ki “Bana herkes bunu soruyor, sen de mi bunu soracaksın? Ben bu konuda konuşmak istemiyorum.” Peki. Zaten kitap bahane, maksat muhabbet.
“Bir doğudayım bir batıda” diyorsunuz. Ne zaman doğudasınız ne zaman batıda?
Ben batıya gençliğimde çok gittim. Fakat batı her zaman bu dingin ve zengin haliyle beni sinir etti. Sonra doğuya gittim. Mesela Hindistan’a gittim, biz ne kadar modern bir Avrupa ülkesiyiz diye döndüm. Arabistan’a gittim gördüm, şeriat dediğin çok gaddar ağır bir şey. Sonra buraya gelince “şeriat gelecek” diyenler komik geldi. Buranın öyle bir ülke olmadığını görüyorsun. Uzakdoğu’ya gittim orada da devamlı sana hizmet ediyorlar. “Sir” oluyorsun. Bir çeşit kendini tatmin aman biz ne kadar batılıyız diye.
“Kürt nereden çıktı ben bile bilmiyorum, gençler nasıl bilsin?”
Başka ülkelerde olmak size ne hissettiriyor?
Sanatçı olarak gezmenin malzeme toplamanın faydası var. Çiçekten çiçeğe dolaşmak gibi. Ama asıl olan şu; çocuktum 60 darbesi oldu, Adnan Menderes’leri astılar. 70’lerde Deniz Gezmiş’leri, 80’lerde yine aynı. Sıkıyönetimler ve baskılar içinde geçen bir gençlik ve bir ömür. 84’ten sonra, Turgut beyden sonra bir rahatlama oldu, biz de “Ele Güne Karşı”yla bir çıkış bulduk ve seyirciyle buluştuk. Ben bu yüzden kazandığım parayı sanki buraya kök salmak istemezcesine seyahatlere harcadım.
Türkiye hiç değişmedi diye düşünüyor musunuz?
60’larda da 70’lerde de hep böyleydi. Şimdi de böyle. Olmasın istiyorum ama şu anda da biraz oldu o görüntü tekrar. “70’lere mi dönüyoruz” diye sıkıldım ben. Ama sanıyorum hallolacak bu sefer. Güzele gidecek diye düşünüyorum. Bizim hiçbir şeyden haberimiz yoktu. Şimdiki gençler Türk-Kürt olayında şaşırıyorlardır.
“Ne bu Kürt, nereden çıktı?” diye. Ben bile bilmiyorum. Gençler nasıl bilsin? Bize tarihimiz anlatılmıyor, öğretilmiyor.
“Bizim kuşağın hayatı huzur görmeden geçti”
Gündemi yakından takip ediyor musunuz?
Yok, da sanatçının her zaman bu konularda söyleyecek bir lafı vardır. Bir şekil oluyor, bir bakış açısı. İşin bir mizah boyutu da olmalı. Bugün sanatçılar Türkiye’de bazı meseleler hakkında yapabilseler bazı şeyleri... Çok farklı olur. Bir taklit yapmak bile riskli bugün. Halbuki Amerika’da neler yapıyorlar neler. Bizde geleneklerimizden de gelen bir katılık var.
“Bodrum Bodrum”u yazdığınız Bodrum’dan bahsediyorsunuz. 1975 Bardakçı plajında derme çatma kulübe gibi yerler falan. İnsan oraya ışınlanmak istiyor. Nostaljik biri misiniz? “Ah o eski günler” falan?
Yok. Hiç yapmam öyle şey. İşte ilk eşim ve çocuklarla Bodrum’a gitmiştik. Bizim o eski tatil yaptığımız, o kulübelerde oturduğumuz yerde.
Ben de iyi bir odasındaydım. Çıktım balkona, o satır aklıma geldi. “Hatıralarımın üstüne oteller yapmışlar.” Kızım Eda da dedi ki “İyi ya baba bak ne güzel olmuş”. Hakikaten baktım sukayağı yapılıyor falan. Orada eskiden öyle bir şeyde yatarken şimdi bu güzel otel var.
Üzülmediniz mi?
Üzülmedim çünkü insanın yaşıyla ilgili herhalde. İnsan seyahatlerde falan first class olmak istiyor belli yaştan sonra.
O hippi dönemi öyle akıp gider. Ama şimdi direnirsin akıntıya. “Nerede olsa yatarım” belli yaştan sonra olmuyor.
Sizin bir Paris maceranız var. Pigalle’de kerhanelerin ortasında. Travestiler, fahişeler...
Evet müthiş rezil bir macera. Parasız Paris. Ama onun dönüşü daha da kötüdür. Ben geldim ki burası gene karmakarışık. Deniz Gezmiş’leri arıyorlar falan. Bizim kuşağın hayatı böyle geçmiştir. Huzur yoktur yani. İstemem çocuklarımınki de böyle geçsin.
“70’leri anlatan dizileri seyretmem, o yılları unutmaya çalışıyorum”
Konservatuar günlerinizi anlatmışsınız. Bir sanat okulu ortamı, ama sokakta kan gövdeyi götürüyor...
O apayrı bir maceradır. Konservatuar okul gibi değildi bizim dönemimizde. Başka bir şeydi. Onu ayrıca bir bilenle senaryolaştırmak isterim. Bir günde geçiyor. 70’lerde bir gün. Hem konservatuar hem dışarısı. 8’de sokağa çıkma yasağı olan bir dönem, yeni evlenmişim (Durup uzaklara gidiyor, gülümsüyor)...
Nasıl bir dönem bu?
Korkunç, berbat. Sokaklarda mahalle mahalle bölünmeler var. Deniz Gezmiş’ler aranıyor. Dışarısı büyük karambol. Öğrenciler koşuyor, e sen de koşacaksın, duramazsın orada. Derken polisler geliyor. Haydaa. Ne o, ablamı ziyarete gidiyorum. Konservatuardan çıkmıyordum ben de yani.
Şimdi bu dönemi anlatan diziler çok moda. Herkes ilgiyle izliyor. Siz bakıyor musunuz hiç?
Hayır bakmıyorum. Çünkü o günleri hatırlamak istemiyorum, unutmak istiyorum. O diziler şimdiki gençler için. Anlayıp öğrensinler diye...
Peki ama tam olarak yansıtabiliyor mu o dönemi bu diziler?
Onu hiçbir zaman bilemezsin. Çünkü herkesin yaşadığı farklıdır. Hapse girenler oldu, işkence görenler oldu... Ben o dönem bunlara tanık olan bir konservatuar öğrencisi gözünden bakıyorum olaya.
“İnsanın hayatta çok dostu olduğuna inanmam”
Aşk veya dostlar. Hangisi hayatınızda ön sırada?
İnsanın hayatta çok dostu olduğuna inanmam. Dost yoktur. Sevgi vardır, o da fedakarlık etmek demektir. Öyle salyaları akarak “seviyorum” falan değil yani... Dost dediğin canını verir. Öyle şey pek yok.
Öyle can dostum dediğiniz arkadaşlarınız yok mu?
Çok can arkadaşlarım vardır. Ama dost belki bir-ikidir. Fuat ve Özkan benim kardeşimdir. Ali Taran öyledir. İzzet Öz kardeşimdir. Çok eski arkadaş kardeş gibi. Dost azdır. Çok azdır. Etrafında seni sevenler olur ama bu onların dost olduğu anlamına gelmez.
Müzik yaparken yeni akımlardan etkileniyor musunuz?
Hayır. Ben artık sadece söz gelirse ki az çıkıyor artık, ona uygun güzel melodi bulmaya gayret ediyorum. Biraz da bizlere, kendi memleketimize yakın enstrümanlar kullanmaya gayret ediyorum. Her zaman bir “Yandım”, bir “Sarı Laleler” çıkmıyor.
“Hiç spor yapmam”
Çıkıyor siz hep yapıyorsunuz...
Yok kolay değil o. Ben önceden bilmem zaten hangisinin olacağını. Son dakikaya kadar bilmem. Çünkü dinletmem kimseye. Evdekilere de dinletmem, arkadaşlarıma da...
Şişman ya da göbekli değilsiniz. Spor yapıyor musunuz?
Hayır hiç.
Nasıl böylesiniz peki?
Devamlı ufak ufak gider ağzıma bir şey atarım. Belki o yüzden yani.
Diyetisyen falan?
Yoo... Maalesef kendime hiç bakmam. Sigara da içiyorum...
E nasıl oluyor?
Nasıl olacak, ses Tom Waits’e dönüyor işte.
Ama siz deri pantolonla sahneye çıkabiliyorsunuz neticede, fiziğiniz buna müsait hâlâ...
Ha o taşıma meselesi. Onu herkes yapamaz. Tipimiz böyle. Pederin de öyleydi genetik. Bakıyorum şimdi oğlum daha kilolu benim gençliğime göre.
“Eurovision’da müzik konuşmaz”
Eurovision size ne kattı?
Eurovision bizi Türkiye çapında tanıttı. Fakat şöyle bir şey oldu, aranjörle çalışmaya başladık. Beste var. Adama gidip tek gitarla çalıyorsun o da senin tarifinle falan kafasına göre bir şey yapıyor. Aramızdaki müzik yapma zevki o yüzden bitti. Bu bizi bitirdi.
Eurovision katılan sanatçıyı Avrupa’da tanıtır mı?
Alakası yok. Eurovision şöyle bir şeydir. Bir partidir. Gidersin, o yılki durumu neyse ülkenin, onu orada yaşarsın. Sertab Erener elbette mükemmel bir sanatçı ama gene de o yıl Irak sınırını Amerikalılara açmamamızın çok büyük önemi vardır. Bırak bu telefonla oy vermeyi falan. Siyasi açıdan olay böyledir. Bizim gittiğimiz yıl 15’inci olduk. Artık
o günkü durumumuz da oymuş.
“Eleştirenler masraflarıma yardım ederse şarkılarımı reklamlara vermem”
Bu sene Manga gidiyor, ne düşünüyorsunuz?
Tamam çok şahane çocuklar ama bu sene bize nasıl bakıyorsa Avrupa, puanlamadan belli olur. Yani müzik konuşmaz.
Halka mal olmuş şarkılarını reklamlarda kullandıran sanatçılar eleştiriliyor. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Valla ailemin, çocuklarımın harçlıklarını, ihtiyaçlarını, benim vergilerimi ve kira paramı, bütün masraflarımı ödemede ortak olurlarsa beni eleştirenler, memnuniyetle ben de hiçbir reklama şarkımı vermem.
“Evde bol bol resim yapıyorum”
Şu anda neler yapıyorsunuz?
Resim yapıyorum bol bol. Büyük ebatta çalışıyorum. İçeride atölyem var. Akrilik ama farklı malzemeler de kullanıyorum.
Sergi açmayı düşünüyor musunuz?
Açarım. Renk dinlendiriyor beni.
Eski şarkıların hikayelerinde hep bir dışarıda olma hissi, harala gürele bir hayat ve maceralar var. Şimdi daha mı dingin oldunuz?
Dingin değil, daha kapalı bir hayatım var. Çıkmıyorum evden pek. Çıktığım zaman da eğer imkanlarım varsa, o hayranların kızdığı reklamlar falan varsa, yurtdışına gidiyorum.
Kitabınızı okurken aklıma takıldı. En fakir fukara günleri anlatırken bile “Bilet alındı, Fransa’ya gittim, Fuat şunu getirdi” gibi ifadeler var. Siz biraz başkalarının size hizmet etmesini seviyorsunuz diyebilir miyiz?
Valla galiba var.
Ablalarınız mı sizi alıştırdı?
Yok onlar değil. Beni bu davranışa alıştıran menajerler oldu. Ben havaalanına giderim, hiçbir şey bilmem. Al derler, ver derler ben yaparım. Ama biz Biricik’le seyahat ederken tabii mecburiyetten
bazı işleri yapıyoruz. Ama Biricik’e de epey yük yüklerim bu konularda. Ama artık
o şeyi kendim dolduruyorum. Neydi o, inmeden
doldurulan kağıt var ya.