30.06.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:
Birkaç yıl önce Murat Belge’nin "Boğaziçi’nde Yalılar, İnsanlar" adlı kitabını okumuştum. Her yalı bir ayrı, bir güzel hikayeye ev sahipliği yapıyordu. Bir zamanlar akıntıya gözyaşları karışır, yakamozlar şen kahkahalarla kıpırdaşırmış. O hikayeler bitti.
Sandaldakiler kulak vermiyor artık sarmaşık giyinmiş, zakkum takıştırmış yalılarda hangi güftenin hangi makamda okunduğuna.
Kendisi vakur, yatağı cömert Leyla Hanım göçtü gitti. Kanlıca’nın en güzel Rana’sı şimdi Amerika’da.
Bugün Kuruçeşme’nin Laila’sı ve Reina’sının zamanı. Boğaziçi’nin kadını da kızı da onlar artık.
Onların da hikayesi kendine göre. Kendi çapında.
Türkiye’nin vuruldukça aşılanan, en siyasi, en asi, en toplumcu şehri Tunceli’den bir karaoğlan; dağdaki köyünden önce Elazığ’a, sonra İstanbul’a. İstanbul’da düştüğü yer Etiler. Kimliğindeki il hanesi yeter örselenmesine, çelme yemesine, düşmesine. O çocuk düşe kalka büyüyor, büyüyor türkülerle, deyişlerle, sonra Kuruçeşme’nin yeni kraliçesi "Reina"yla nedimeleri "Mix" ve "Kristal"in patronu oluyor. Mehmet Koçarslan: İşte bir Boğaziçi hikayesi. Bir techno türkü.
Hayat hikayeniz? İşin içinde Tunceli olunca merak ediyor insan.
Benim hayat hikayem?
Evet, sizinki. En toplumcu şehirden en sosyetik mekana nasıl geldiniz? Gerçi "sosyetik" de "toplumcu", "toplumsal" olarak çevrilebilir ya Türkçeye.
Tunceliliyim. Çemişkezekli. Şavak aşireti mensubu babam Türkiye’nin en büyük peynir tüccarlarındandı. Bildiğimiz tulum peyniri. Bizi alıp İstanbul’a getirmeye karar veriyor. Amacı bizi Tunceli’den koparmak, "kurtarmak" diyelim. Zaten Elazığ’a getirmiş önce Tunceli’deki köyden. 1967’de de İstanbul. Önce Esentepe. İşleri biraz daha iyiye gidince de Etiler. Ben de dördüncü sınıftan itibaren Esentepe İlkokulu, Etiler Lisesi, Kabataş Lisesi geziyorum. Sonra da anne-baba arasındaki problemler yüzünden okulu bıraktım zaten. Okuyamadım.
Peki, Tunceli’den İstanbul’a geçişte zorlanmadı mı bu çocuk?
Zorlandım tabii. Ama ailemiz paralı olduğu için, iki sene de Elazığ’da bir şehir deneyimimiz olduğu için daha az zorlandık. Yine de arkadaşlarım benimle alay ediyordu. İçime kapanık bir çocuk oldum. Ama öğretmenlerim beni çok severdi ilkokulda.
Solcu, aydın öğretmenlere düşmüşsünüzdür. Tuncelililer solcuların baştacıdır çünkü.
Ama ben Tuncelililerin yüzkarasıyım.
Ya, hayır.
Evet, Tuncelililer, Türkiye’nin en okumuş insanlarıdır, ben değilim. Gerçi bilmiyorum hâlâ öyle mi. Çok büyük göç aldı çünkü Tunceli.
İstanbul’da Tunceli kolonisine katılmadınız mı?
Babam bizi oradan tamamıyla koparmak istiyordu. Sanıyorum güvenlik nedenleriyle. Bizi İstanbullu gibi yetiştirmeye azmetmiş bir kere. Böyle.
Türkiye’de nüfus cüzdanında Tunceli, Çemişkezek yazdı mı, insana potansiyel suçlu, potansiyel eylemci gözüyle bakarlar.
Doğru. Doğru. Ailemizden, yakın tanıdıklarımızdan çok yaşayan oldu bunu ama babamın özel şartları gereği biz yaşamadık. Etiler’de böyle şeyler yoktu çünkü. Yani dediğim gibi, ben Tuncelililer’in yüz karasıyım.
Sonra peynirin beyazından kömürün siyahına geçiyorsunuz, kömür ticareti yapıyorsunuz.
Aman, o beyaz peynir lafı hiç hoş değil. Biliyorsunuz, başka bir şey için kullanıyorlar o beyaz peynir lafını. Uyuşturucu anlamında. Bizimki tulum peyniriydi.
O zaman kömür karasına dönelim.
Babam bütün Doğulular gibi toprağa bağlı olduğu için, İstanbul’da çok fazla gayrımenkul alıyordu. Kemerburgaz’daki topraklarımızda kömür bulunmuştu. Onu çıkarmaya karar verdik. Ama toprak bizim olsa da kömür madenini meğer devletten Kutman Ailesi satın almış. Para verip madenimize sahip olabildik. Kömür işinden çok büyük paralar kazandık.
Burada, Kuruçeşme’de eskiden kömür depoları bulunuyordu. Kuruçeşme ile tanışıklığınız böyle mi başladı?
Hayır.
Eğlence sektörüne girmek fikri nasıl doğdu sizde?
1980 senesinden sonra ben de artık yavaş yavaş Etiler’de gezmeye başlamıştım. Her gezen, dolaşan insanın ilgisi oluyor bu sektöre. Adam gündüz fabrikasında yüzlerce insan çalıştırıyor, acayip bir üretim yapıyor, gece buralara gezmeye geliyor, bir bakıyor kalabalık, mahşer, "Vay be, bunlar burada para basıyor" oluyor. Bende de öyle oldu herhalde.
Reina’nın hâlâ ekonomik krizin sürdüğü günümüzde Laila kadar toplumcu eleştirilerin boy hedefi olmamasının nedeni buranın, orası kadar pervasız olmamasından mı kaynaklanıyor acaba? Sanki sizdeki o Doğu erkeğine özgü sessizlik, vakar burayı bir tül gibi örtüyor.
Şunu söyleyebilirim bu konuda: Biz burayı açarken "İnsanlar buraya geldiklerinde kendilerini evlerinde hissedecekler" dedik. Öyle de oldu. Arkadaşlarımız mesela arayıp kızının ya da oğlunun geleceğini söylüyor, göz kulak olmamızı istiyorlar. Bizim için buraya gelenlerin hepsi arkadaşlarımızın oğulları, kızları. Kendi kızlarımı düşünüyorum bu gençlere bakınca. Onlar da büyüyecek. Ben mesela zararıma da olsa bizimki gibi kulüplere giriş yaşının 21’e çıkarılması için başvuruda bulundum. 18 yaş buralar için erken. Sonra Narkotik Şube ile işbirliği yapıyoruz. Kapıdaki görevlilerimiz uyuşturucuya karşı eğitiliyorlar.
Peki, uyuşturucu satıp zengin olduktan sonra buralara gelenlere karşı eğitiliyorlar mı? Çünkü kapıdaki görevlileriniz insanları dış görünüşlerine bakarak içeri alıyorlar. Adam eroin satıp altına Ferrari’sini de çeker, üstüne Armani’sini de giyer.
Buraya uyuşturucu satıcısı, katil giremez. Zaten bu adamların listesi polisin elinde. Biz de polisle işbirliği yapıyoruz. Siz evinizde kimi istemiyorsanız ben de burada onları istemiyorum. Ben kulübüme en güzel eşyaları koyuyor, tertemiz, kolalı masa örtülerimi örtüyorum her gün. Kravatımı takıyor, tıraş oluyor, müşterimi bekliyorum. Müşteri de çamurlu postal giyip gelirse alamayız. Beyaz tişört, üzerinde el büyüklüğünde pas lekesi, alamayız. Burası güzel bir yer, insanlar da güzel, şık olsun istiyoruz. Müşteri baktı mı güzellik, şıklık görsün. İnsanlar güzellik ve temizlik görmek istiyor.
Ama ben de kulüplerde şundan şikayetçiyim: Adam Porsche’den iniyor. Solaryum karası, yüz göz Botox enjekte etmekten şişmiş. Böyle bir erkek tipi oluştu. O zaman şık kıyafetlerin içindeki estetik olmayan bedenlere de izin vermeyin bakalım.
O zaman biz aç kalırız. (Gülüyor) Tabii, öyle bir şey yapamayız. Sizin bu söylediğiniz yaradılışla ilgili bir şey. Bizim haddimiz değil.
Transparan giyen kadınları içeri almadığınız doğru mu?
Ben bu konuda, dekolte konusunda asla bir kısıtlama yapmam. Ben son derece modern, medeni bir insanım. Tunceli’den gelip 25 yaşında Jean Paul Gaultier giyen, Montana giyen, bilmem neyi giyen, bu işe merakı olan bir adamım. Eşimin dahi benim yanımda dekolte giyinmesi beni mutlu eder. Tabii ki belli sınırlar içerisinde.
Medyanın ve entelektüel gazetecilerin favorisi Aslı Altan’ın Safran’ını da Reina’ya getirerek sırtınızı sağlama aldınız.
Sizin meslektaşlarınız çok ısrar etti Safran için. Mimarımız Barbara Penso çok istedi. Reina bir kraliçeyse Safran da bu kraliçenin tacı. Zaten oranın kapısı da ayrı. Orası nev-i şahsına münhasır bir yer oldu.
Bazı gazetelerin bu yıl Laila’yı değil de sizi destekleme kararı aldığı, bazı gazete yöneticileriyle anlaştığınız doğru mu?
Buraya bazı gazete yöneticilerinin geldiği doğru ama yemek yemek için. Bundan bu anlam çıkıyorsa bunu bilemem. Gazetelerin başka işi kalmadı da kulüpler arasında seçim mi yapacaklar? Medya büyük bir güç ama bu tür yerlerde reklam, tanıtım yetmez.
Tarkan’ın Reina’ya gelmesi için para verdiniz mi? Geçen sene Laila’dan alıyordu.
Benim ailem, karım, çocuklarım Los Angeles’ta yaşıyor. Orada Meksika pazarında CD alırken arasından Tarkan’ın albümleri çıkıyordu. Tarkan artık dünya çapında bir isim. Buradan para alır mı?
Meksika pazarında Serdar Ortaç CD’sine de rastlamışsınızdır. Meksika’da o da çok popülermiş. O zaman onu da getirin şu üstteki Japon lokantası "Ninja"nın bir yerinde de o şarkı söylesin.
Serdar’a da söyletiriz. Biz ayırmıyoruz. Zaten Serdar da arada sırada DJ kabinine girerken "Ninja"dan değil ama şu Çin lokantası "Dragon"un içinden geçiyor mecburen. Ama Tarkan ayrı. Bana göre delikanlı tabirinin karşısına Tarkan yazabilirsiniz. Ben bir Tuncelili olarak bunu vurguluyorum.
Burada lokantalar arasında en çok işi bütün o suşilere, pizzalara rağmen kebapçı Köşebaşı yapıyormuş, doğru mu?
Evet.
Ya, neden bir Tuncelili olarak bir de "Munzur" filan gibi isimli bir "türkü bar" açmıyorsunuz? Gittiniz, bir de "Kristal" diye bir "underground bar" açtınız.
Ekonomik olduğu zaman "türkü bar" da açarım. Ama ben haftada, 15 günde bir dostlarımla türkü geceleri düzenliyorum zaten. Burada belki olmaz ama "Mix" adlı kulübümde Kubat’la başlayıp Sezen Aksu ile Arif Hoca’yı (Sağ) bir arada sahneye çıkarmayı düşündüm. Onu da yaparız.