27.10.2024 - 02:01 | Son Güncellenme:
SEYHAN AKINCI
SEYHAN AKINCI - Tarih 28 Ekim 1923, Çankaya Köşkü’ndeki akşam yemeğinde bulunanlara Atatürk bugün bir şarkı gibi söylediğimiz Cumhuriyet’i fısıldıyor: “Efendiler, yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz.” Yarın akşam o yemek masasında fısıldanan Cumhuriyet’in 101. yılında yarını heyecanla bekleyeceğiz. Cumhuriyetimiz 101 yaşında. Ve Cumhuriyet’e giden yolda sayısız insan, sayısız hikâye, sayısız çaba var... Yağız Alp Akaydın’ın yönetmenliğinde beyazperdeye taşınan “Bir Cumhuriyet Şarkısı” bizi bu hikâyelerden biriyle buluşturuyor. 1930’lar Türkiyesi... Elde avuçta pek yok ama umutlar bi’ dolu. Türkiye Cumhuriyeti’nin sadece 27 günde bestelenip çalınmaya başlanan ilk operasının nasıl hayat bulduğunu, bir ülkenin sanatla nasıl devrim yaptığını anlatan “Bir Cumhuriyet Şarkısı” filminde Ahmet Rıfat Şungar; yazar, sinemacı ve heykeltıraş Münir Hayri Egeli’ye, Birce Akalay; ilk Türk kadın opera sanatçısı Nimet Vahid Hanım’a, Melis Sezen ise piyanist aynı zamanda Ahmed Adnan Saygun’un eşi olan Mediha Hanım’a hayat veriyor.
Çekimlerin 17 farklı mekânda yapıldığı, kostümlerin 8 haftada hazırlandığı “Bir Cumhuriyet Şarkısı”nda sinemanın büyüsüyle 1930’lara gitmek müthiş bir deneyim olmalı. Biz de filmde her biri Cumhuriyetimizin güçlenmesi için emek vermiş kişilere hayat veren Ahmet Rıfat Şungar, Birce Akalay ve Melis Sezen’e sorduk.
- Cumhuriyet’in ilk yıllarında yaşamış ve yaptıklarının etkilerini bugün de hissettiğimiz bir isme hayat veriyorsunuz. Karaktere hazırlık ve onunla kurduğunuz bağı dinleyebilir miyiz? Sizi en etkileyen yönleri nelerdi?
- Dönem filmleri hep çok merak edilir ve beklenti oldukça büyüktür. Dönem işlerinde nerede olduğumuzu düşünüyorsunuz? Bu anlamda “Bir Cumhuriyet Şarkısı” nasıl bir boşluğu dolduruyor?
- Cumhuriyetimizin 101. yılında yaşayan ve üreten bir insan olarak öncelikle Cumhuriyet sizin için ne ifade ediyor? Bundan 100 yıl sonra yaşayacak ve üretecek olan bir sanatçıya ne söylemek isterdiniz?
BİRCE AKALAY: “CUMHURİYET EN DEĞERLİ EMANET”
- Hikâyemizin geçtiği dönemi düşünürsek öncü bir kadın olması. Cumhuriyet’in ilk yıllarında kültür devrimi hareketinin nadide bir dişlisi olmuş, yeni yetişen Türk gençliğinin sanat eğitimine büyük katkıda bulunmuş. Alanında öncü ve vizyon sahibi bir kadın Nimet Vahid. O dönemde Osmanlı’da kadınların sahneye çıkması yasakken Avrupa’da pek çok yerde sahneye çıkmış Türkiye’nin ilk kadın opera sanatçısı kendisi. Yani o yıllarda dahi toplumsal cinsiyet tabularından bağımsız özgür bir ruh, tam bir sanat aşığı. Sanırım en çok bundan etkilendim. Elimde maalesef çok fazla kaynak yoktu ama bulduğum her kaynaktan topladığım bilgileri, Ahmet Adnan Saygun’un sesinden dinlediğim “Özsoy Operası” hikâyesiyle birleştirdim.
- Kendimi bildim bileli Türk sinemasında dönem filmleri izlemişimdir. Yeşilçamdan bugüne kadar kaç eski dönem filmi çekilmiştir ve izlemişizdir bilemiyorum, sayamam. En etkilendiklerimden biri Mustafa Altıoklar’ın “İstanbul Kanatlarımın Altında” filmiydi.
Açıkçası dönem işlerini küçüklüğümden beri hep çok seviyordum, yaşadığım çağa ait olmadığımı düşündüğüm çok olmuştur... Hiç yaşamadığım bir döneme doğru uzanıp anlamaya çalışmak ve hatta kısa bir zamanlığına bile olsa o zamana ait olabilmek, biz oyunculara hayatın sunduğu bir hediye diye düşünüyorum. Dünyaya bu yetenekle geldiğim için şanslı bir insanım. Bundan müthiş keyif alıyorum. “Bir Cumhuriyet Şarkısı”nı diğer Cumhuriyet dönemi filmlerinden biraz olsun ayrıştıran şey ise sanırım merkezine sanatı koyması diyebilirim. Türkiye’de kültür devriminin başlangıcına böyle naif ama cesur bir hikâye ile ayna tutması beni çok ama çok duygulandırıyor.
- Türkiye Cumhuriyeti bana korumam ve geliştirmem için bırakılmış en değerli emanet. Bu sebepten bireysel ve toplumsal sorumluluklar almak demek benim için, elimi korkmadan kayanın altına sokmak demek, çok çalışmak demek, bilgiyi paylaşmak demek. İyi insan olmak demek. Sonra demokrasi demek Cumhuriyet. Her ne kadar birçok kavram gibi demokrasi de gerici çıkarlarla eğilip bükülebilen bir sistem hâline dönüşse de yıllar içerisinde farklı farklı ellerde, benim için daima ilerici bir demokrasi demektir Cumhuriyet. Mustafa Kemal Atatürk’ün bu ülkeye armağan ettiklerinin toplamı, bu ülkenin en değerli cevheridir Cumhuriyet. Bu cümleler böyle uzar gider...
Bundan 100 yıl sonra yaşayacak, üretecek sanatçıya ne derim bilemiyorum şu an bu zamandan ama iyi insan olsun en önemlisi o. Müşfik Kenter hocamızın lafıydı, “İyi insan olmazsan iyi bir oyuncu olamazsın.”
MELİS SEZEN: “BİR KÜLTÜR DEVRİMİNİ İZLİYORUZ BU FİLMDE”
- Mediha, 1930’lu yıllarda genç bir kadın. Cumhuriyet’in ilk yıllarında yaşayan bir kadına hayat vermek başlı başına büyüleyici. Giyiminden kuşamına, ilkelerinden karakterinin duruşuna Cumhuriyet’in ruhunu Atatürk’ün ilke ve inkılaplarını nasıl da taşıdığını görüyoruz. Bedenlenmiş hâli. Bir de bu kadın bir müzisyen, bir piyanist, Adnan Saygun’un eşi. Mediha’ya hazırlık yolculuğum ilk piyanoyla başladı. Onuncu yıl marşını çaldığım bir sahne vardı, piyanoyla ilişki kurmaya başladıkça Mediha’yla da ilişki kurmaya başladım. Beni en etkileyen yanı ise 1934 yılında kadınların Cumhuriyet’in kuruluşunda, temellendirilişinde nasıl da cesur, atılgan, başlatıcı ve dönüştürücü olduğuydu. Mediha’nın ruhunun Atatürk’ün de önderliğinden aldığı güçle nasıl da böyle yandığını ve kelimenin tam anlamıyla nasıl da yürekli olduğunu görüyoruz. Hikâyede ise çok kişisel bir yönü daha tutuyor Mediha, sevginin gücünü. Affetmeyi, pes etmemeyi, dönüşmeyi, yürekten sevmeyi. Mediha beni çok dönüştürdü, çok derinlerime daldım, bana da yol gösterdi koca yürekli kadın.
- Bir kültür devrimini izliyoruz bu filmde. Yıl 1934, ülkenin can damarının, kalbinin kültür olduğunu, sanat olduğunu, sanatı olmayan milletin ortak bir ruh paylaşamayacağını, millet olmanın kalbinin sanat olduğunu görüyoruz. Atatürk’ün kalbini, sevgisini, azmini en yakınımızdan, sanki bir arkadaşımızla konuşur gibi görüyoruz. Önderimizin kaynağının da sevgi olduğunu görüyoruz. Kim olduğumuzu bize hatırlatan, sıcacık, en küçük, günlük, tamamen kişisel dediğiniz hikâyenize dahi çok dokunacak, çok ilham olacak bir Atatürk görüyoruz. Hem kahkahalar attığımız hem de tarifsiz duyguları yüreğimizde hissettiğimiz, özümüzü bize sıcacık bir yerden hatırlatan bir film bu. Herkes izlemeli, özellikle tüm çocukları, gençleri tüm milletimizi davet ediyoruz çünkü bu hepimizin hikâyesi, bu hepimizin filmi, filmden öte bu biziz.
- Öncelikle Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’e sonsuz teşekkür etmek istiyorum bize bu özgürlüğü verdiği, kaynağın sevgi olduğunu gösterdiği, sanatın bir milletin kalbi olduğunu gösterdiği için. Gençliğe Hitabe her ân bilincimizde olmalı. 100 yıl önce 100 yıl sonra çünkü o zamansız... Atatürk de zamansız, ilke ve inkılaplarıyla zamanın ötesinde. Yüreğimizden vazgeçmeyelim hiçbir zaman, sanatın ateşi yansın 100 yıl sonra veya bin yıl sonra. O ateş yandıkça biz bir oluruz, kalbin işidir her ruhu birleştirir.
AHMET RIFAT ŞUNGAR: “BU HİKÂYEYE KAYITSIZ KALAMAZDIM”
- Açıkçası projeye çok hızlı ve son dahil olan oyuncuyum. Çekimden dört gün önce haberim oldu senaryodan ve çekime iki gün kala setteydim kostüm, saç ve makyaj provaları için. Bu şekilde bir deneyimi bugüne kadar göze almayı dahi düşünmemiştim. Bu bakımdan baya stresli bir başlangıç yaptım çekimlere. Bu hikâyeye de kayıtsız kalamazdım. Karaktere ve döneme çok hakimdi yönetmenimiz Yağız Alp Akaydın ve hızlı bir şekilde kendisine bıraktım kendimi. Kostüm ve sanat ekibi yarattıkları atmosferle konuya hemen dahil olmama çok destek oldu. Kısa sürede rahatlamış bir şekilde sette işimi yapar hâldeydim. Öncesinde “Özsoy Operası”, o dönemin şartları ile ilgili elbette araştırma yaptım elimden geldiğince. Ardından Münir Hayri’nin bir fotoğrafını gördüm ve karakterle tanışmış gibi hissettim. O kadar zor bir dönemde, her şeye rağmen tüm yüz kasları ile gülüyordu fotoğrafta, yaptığı şeyin huzuru vardı yüzünde. Bu gülüş karaktere dair motivasyonumu belirlemiş olabilir.
- Yıllar önce “Devrim Arabaları” filmini izlediğimde çok heyecanlandığımı hatırlıyorum. Her şeyiyle çok iyi bir film olduğunu düşünüyorum. O günden sonra dönem işlerinin sayısının artacağını düşünmüştüm ama pek öyle olmadı. Fakat son yıllarda dönem işlerinin revaçta olduğunu gözlemliyorum. Bu topraklarda hikâyesi anlatılacak o kadar çok insan, o kadar çok toplumsal konu var ki… Bunların hepsi bir bir ortaya çıkacaktır. Sinema artık teknik açıdan çok verimli olunabilecek araçlara sahip ve bu araçların hepsini zaman ve koşullar yaratıldığında en iyi şekilde kullanmak için heyecanla bekleyen sinema âşığı insanlar var. “Bir Cumhuriyet Şarkısı”nın dönem işleri arasından şu açıdan sıyrılacağını düşünüyorum; tarihte çok önemli rolleri olan insanları konumlarından dolayı ve saygı sebebi ile soğuk ve dokunulmaz bir dille anlatma alışkanlığı vardı. “Bir Cumhuriyet Şarkısı” filminin dili, tarihin yönünü değiştirmiş insanların da en az sizin bizim gibi gündelik hayatları, gündelik dertlerinin olabildiğini, her insan gibi hassasiyetlerinin, zaaflarının olduğunu bize hatırlatacak düşüncesindeyim. Bu bakımdan dönem işlerinin daha cesur bir dille yapılmasına kapı açabileceğini düşünüyorum.