22.08.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:
Cemil İpekçi Fransız Sokağında Röportajımız sürekli hayranlarının gelmesi yüzünden kesildi. Bir grup genç burayı televizyonda izlemiş ve Bursadan gelmiş. Bir kadın torununu sevdirdi ve Mersinden özel olarak getirdiği bir tatlıyı verdi. Sonra da çıkıp Fransız Sokağının cumartesi kalabalığında fotoğrafları çektik. Hayatta sohbeti bu kadar keyifli az insan vardır herhalde. Bu benim Cemil İpekçi ile üçüncü röportajım. Arada anlattığı anıları, yeni projeleri, yorumlarıyla sizi hem düşündürüyor hem de gülmekten öldürüyor. Bir de sürekli yepyeni işlerle karşımıza çıkıyor. Bu sefer de tartışmalı Fransız Sokağında açtığı Gitane-Cemil İpekçi adlı kafeyle ilgili buluştuk... Konu mekandan çıkıp işletmecilik geçmişinden yurtdışındaki barlarda dans şovlar yapmasına, aşktan mutfağa kadar uzadı. Hayat işte. Bu Fransız Sokağı projesi karşıma çıktı. Ben Beyoğlunda da Bodrumdaki kadar heyecanlanıyorum. Eski mekanları, dar sokakları, Akdeniz mimarisini çok severim. Burada önce bir seramik atölyesi açacaktım. Sonra bir de evim olsun deyip ev tuttum. O evde sadece resim yapacağım. Arkadaşlarım burası seramik atölyesi olacağına kafe olsun dedi. Yemek de koyalım, mutfağı da büyütelim, dur önüne bir butik de koyalım derken işler bayağı büyüdü. Son konuştuğumuzda Bodruma yerleşeceğinizi söylemiştiniz. Ama şimdi Beyoğlundasınız. "Kulüpte İbrahim Tatlıses çalınca çok tenkit aldım ama sonra bu trend yayıldı" Dışarıyla birlikte 42 kişilik bir yer. Kışın çok kara kış olmadığı sürece ısıtıcılarla oturulacak. İçinde kıyafetler satılıyor, alt katta bir butik var, orası da ay sonunda açılacak. Benim çok ilgileneceğim bir iş yok burada. Ortaklarım bütün işleri hallediyor. Alışverişler yapıyorum sürekli buraya. Mesela Tahtakaleye ya da Çinlilerin mal sattığı bir han var, oraya gidiyorum. Tabakları Beyoğlundan aldık. Müşteriye yenilikler yapıyoruz. Mesela biz hesap kutusunun içine, masada kaç hanım varsa o kadar bilezik koyuyoruz. Bu devam edecek. Mönüde de hafif yemekler var. Nasıl bir yer kafeniz? Nişantaşındaki butiğimde de kafe ve barım vardı. 1985ten 93e kadar Gala kulübünü işlettim. O yüzden yabancı değilim. Bodrumda hâlâ bir barım var; küçücük, 20 kişilik. Ama Beyoğlunda minik bir kafe-bar istiyordum. Hep böyle iç içe yerler açtım. Benim tek bir kimliğim yok. Hep tek kimlikten kaçtım. Hep istediğiniz bir şey miydi böyle bir yer? Hepsi çok başarılıydı. İlk defa öyle bir kulüpte İbrahim Tatlısesi çaldırmıştım. Çok tenkit almıştım o zamanlar ama sonra bu trend bütün kulüplere yayıldı. Kulüpçülükte çok başarılıyımdır. Ama çok zor ve yorucu bir hayat. Onu iyi bir zamanda noktaladım. Bu saatten sonra da artık istemiyorum öyle bir şey. O bitti benim için. Bu zamana kadarki yerlerin hepsi başarılı oldu mu? "Gözlerim güzel, kirpiğim uzun diye kimse 35 sene müşterim olmaz" Sırf Cemil İpekçinin yeri diye kimse 35 yıl bir yere gelmez. Benim kötü yaptığım şeyler, hatalar yok mu? Muhakkak var. 100 elbise diktiysem beşinin mutlaka ya fermuarı bozuk ya da biyesinde bir kusuru olur. 35 yıldır ne kadar bıyığım olsa, gözlerim güzel baksa, kirpiğim uzun olsa da çekmezlerdi beni. O yüzden sadece ismimden, bakışlarımdan dolayı gelmiyorlar benim yerlerime. Hâlâ müşterilerimin çoğu eski müşterilerimdir. Siz beni giysi tasarımcısı olarak tanıyorsunuz ama aynı zamanda fevkalade bir kulüp ve bar işletmecisiyim. Şimdi bin kişilik bir yer açsam, dolduracağımın garantisini veririm size. Ama artık elbiseleri çok seviyorum. Gece hayatını yaşarsanız elbiselerden feragat etmeniz gerekir. Gece hayatı vampir hayatı gibidir. O hayatı istemiyorum artık. Şimdi dürüstçe cevap verin, lütfen. Sizce insanlar isminiz için mi geliyor yoksa başarılı bir yer olduğu için mi? Zor, çok zor. Elbiseyi çizmek değil satmak zor. Elbiseyi sattığınızda da insanları mutlu etmelisiniz. Duygularınız öne çıktığında iyi bir işletmeci olamazsınız. İnsanları sevmeyebilirsiniz ama yüzünüz hep gülmeli. Zor mu sizce işletmecilik? Modacılıkla kıyaslar mısınız? Kahve ya da elbise satmak aynı şey. Birbirinden farkı yok. Pazara gittiğinizde eğer ıspanakçı adam paketi güzel yapıyorsa, yüzü gülüyorsa, tırnakları temizse, sizi kazıklamıyorsa gidip yine aynı adamdan alırsınız. Ispanağı satmakla elbiseyi satmak arasında fark yok. Elbise satmak için mi bu kurallar? Domuz gibi bir müşteriyim. Bir kafeye gittiğim zaman en ufak bir hatayı kabul etmem. Yemek geç gelirse, düzgün değilse, garson kokuyorsa kabul etmem o yemeği. İşletmeci olarak anladık. Peki siz nasıl bir müşterisiniz? "Hayatımda birisi için yıllarca yemek yaptım, ayrıldıktan sonra kimse için yumurta bile kırmıyorum artık" Çok. Yonca Ebuzziyanın bir televizyon programı vardı. Yemek tarifleri veriyordum. Çocukluğumdan beri çok düşkün oldum yemeğe. Zaten çok şişmandım. 15 yaşına kadar 98 kiloydum. Bayağı obezdim. Yemek yapmayı çok severim ama üç senedir hiç yapmıyorum. Mutfakla ilgili misiniz? Hayatımda birisi için yıllarca yemek yaptım. Ayrıldığımda "Bir daha kimseye yemek yapmayacağım" dedim. Şimdi kimse için yumurta bile kırmıyorum. Neden? Belçikadayken öğrendim. Mesela canım birdenbire karnıyarık isterdi. Ya da kabak dolması, zeytinyağlı barbunya... Yemek yapmayı nerede öğrendiniz esas olarak? Asla. Bırak onu, ben çok iyi yufka açarım. Artık o kadar azmışım ki, giderdim Brükselde oturan Türk arkadaşlarıma, öğleden sonra onlara börek açardım. Talebelik yıllarımda evimde hiç talebe yemeği yenmedi. Ama siz hiç öğrenci yemeği yapmamışsınız. Öğrenci dediğin makarna yapar, patates kızartır. "Hair müzikalinde korodaydım. Arada da inip fıstık satardım. Barmenlik de yaptım çıplak modellik de..." Evet, vardı. Ben Nicete de eski şehirde yaşıyordum. Antik Nice aynı Beyoğlunun arka sokakları gibidir. Cezayir Sokağından hiçbir farkı yok. Oradaki butiğimin adı da Gitanedı. Hayatımda hep oradaki Papier Macheeye benzer bir yer açmak isterdim. Siz hayatınızın bir döneminde de Nicete yaşadınız. Orada böyle müdavimi olduğunuz bir yer var mıydı? Restoranın özelliği şu: Her gün birisi yemek yapar ve mönüde sizin yemeğiniz diye yazar. Arkadaki odalarda solcular, Yeşiller Partisinin üyeleri konferanslar yapar. Hiç para kazanmayan bir yerdir. Sadece kendini döndürür. Mönüsü 1988de yemek yediğimde 5 frank falandı. İçecekler dahil. Oraya zaten beş parasız sanatçılar gelir. Ben onu Türkiyede açmayı çok istedim. Çok büyük bir yer olması lazım. Çok arzulardım hayatımın belli bir döneminden sonra Cemil İpekçinin böyle bir yeri olsun. Bütün gün sanatçılar gelsin. Şimdinin parasıyla 5 milyona yemek yesin. Nasıl bir yerdi orası? Bazı hırslarıma elveda dediğim zaman olacak bir şey. Hâlâ bütün sınavlardan 5 almayı isteyen, 4 aldığında ağlayan çocuklardan biriyim. Sıfır almanın önemsiz olduğunu hissettiğimde açabilirim böyle bir sanatçı evi. Açın o zaman böyle bir yer. Barmenlik ve garsonluk yaptım. Aynı zamanda Alkazar diye bir yerde şov yapıp dans ediyordum. Ben Brükselde okudum. Babam 1,5 yıl sonra parayı kesti. Evlenmemi istemedi çünkü. O zamanlar hem evi geçindirmem hem de kendim geçinmem lazımdı. Amerikada oynayan ilk "Hair" müzikali Brüksele geldiğinde ben de arkada "Let The Sunshine"ı şarkısını söyleyen korodaydım. Oradaki koroda söylüyor arada da çıkıp fıstık satıyordum. Barmenlik de yaptım ama her seferinde kovuldum. Yurtdışında okuyanlar öğrencilik yıllarında garsonluk yapmıştır... Siz de böyle ya da benzeri bir iş yaptınız mı? Hiç içki içmiyordum. Sürekli gevezelik ediyordum ve bardaklar kırılıyordu. Akademide resim için çıplak modellik, podyum mankenliği yaptım. Onlardan iyi para kazanıyordum. Benim talebelik hayatım çok güzel geçti. Her hafta sonu otostopla, Amsterdama, Parise giderdim. Neden? Çok mu içki içiyordunuz?