Pazar“Çatısı olmayan bir depoda yaşardık ama piyanomuz vardı”

“Çatısı olmayan bir depoda yaşardık ama piyanomuz vardı”

13.09.2009 - 01:00 | Son Güncellenme:

David Helffgott, Rahmaninov’un Üçüncü Konçertosu’nu en iyi çalabilen dünyadaki üç, dört piyanistten biri. Ömrünün on iki yılını akıl hastanesinde geçirdi, hayatı Oscar kazanan “Shine” isimli filme konu oldu. Yarın Cemal Reşit Rey’de konser verecek piyanist: “Piyano çalmak kadar beni rahatlatan iki şey var, dinleyiciler ve su. Havuz ve deniz yoksa küvete girer, rahatlarım”

“Çatısı olmayan bir depoda yaşardık ama piyanomuz vardı”

Uçlarda bir hayat... Sefaleti de şanı da, acıyı da mutluluğu da zirvede yaşamış David Helffgott. Düşünün, açlıktan kırılıyorsunuz, ama babanız kendi piyanist olma hayalini sizde yaşamak için eve bir piyano alıyor. Ona layık olmak için uğraşıp didiniyorsun; o ise başarmanızı çok istiyor ama başardığınızda da sizi çok kıskanıp engelliyor, burslarınızı, ödüllerinizı reddediyor. Direndiniz mi? Dayağı yiyorsunuz.
Peki ya David ne yapıyor? Çok cesur o... Çok... Çekip gitmeyi göze alıyor. Çalışıyor, çalışıyor, çalışıyor. Tam başaracakken... Bu sefer şizofreniye yakalanıyor ve on iki seneyi akıl hastanesinde geçiriyor.
Ama aşk var ya aşk... Bir gün Gillian adıyla karşısına çıkıyor David’in... Ve o da, hâlâ nasıl gerçekleştiğine inanamadığı hikayesini, baştan yazıyor...
Röportajlarını hep eşi yapıyor Helfgott’un ama o gün, ben bizzat kendisiyle konuşma şansını yakaladım. Size bir şey söyleyeyim mi? Çok, çok zor bir röportajdı... Ama... Müthiş bir deneyimdi: Karşımdaki sürekli koşup etraftaki insanlarla el sıkışan, onları öpen, sarılan, sevgi isteyen küçük bir çocuk mu; çok hızlı, kopuk konuşup anında dikkati dağılan ve soru sorarken bana elimde bir kelebek tutuyorum hissi veren bir yetişkin mi; sevgi dolu bir âşık mı yoksa çok da derin cümleler söyleyen bir filozof muydu?
Sanırım, o gün orada yaşam, bana en çok şu gizemini anlatıyordu: Deha ve onun öteki yüzü...

Bugün piyano çaldınız mı?
Hayır, henüz fırsat bulamadım. Gerçi otelde hem bir piano hem de ona çok yakın bir havuz var ama henüz bir şey yapamadım.

Her gün çalışır mısınız?
Hayatımın her gününde, ama her gününde çalışırım. Yıllar boyu çok uzun saatler çalıştım. Son yıllarda ise günde iki saat, hatta daha bile az çalışıyorum. Bulunduğum noktada, zamanın süresi değil, kalitesi önemli.

Dünya sizi özellikle hayatınızı anlatan Oscarlı “Shine” filminden sonra tanıdı. Film, kariyerinizi ve hayatınızı değiştirdi. Siz, filmi nasıl buldunuz?
Harika bir film! İnsana, ilham ve cesaret veriyor. İnsanlarla acımı paylaşmak onu azalttı ve bu çok harika bir histi.

Filmden sonra durmaksızın konser verir oldunuz. Yılda kaç konser veriyorsunuz?
Yılda 50-60 konser veriyorum. 2011 yılının ortasına kadar programım dolu ve bu kadar çok konser verdiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum.

Piyano çalarken onunla hep konuşuyorsunuz...
Evet, meşhur piyanist Keith Jarrett gibi ben de piyanoyla konuşur, şarkı söylerim. Piyano, çok iyi bir arkadaştır. Sessiz ama iyi bir dost...

“Çocukluğumda bedbaht bir kurbandım”

Nasıl bir dost? Piyano bir insan olsa bir kadın mı, bir erkek mi olurdu? Şefkatli mi, zalim mi; güzel mi, çirkin mi olurdu?
Her ikisi birden olurdu, bir hermafrodit. Aynı anda hem bir kadın, hem de bir erkek! İkisini de barındırırdı. Zalim mi olurdu? Bir piyano asla zalim değildir! Dünyadaki en harika şeydir o. Piyano çalmak harika bir ayrıcalıktır.

Piyano çalmak kadar size iyi gelen ne var?
Yüzmek, su. Etrafta havuz ya da deniz yoksa küvete girerim. Hayatımda bana mutluluk veren ve rahatlatan iki şey. Ve tabii dinleyicilerim.

Şu anda Avustralya Promised Land’de yaşıyorsunuz...
Evet, cennet gibi bir yer. Portakal, mandalina ve birçok sebze yetiştiriyorum. Damıtılmış yağmur suyu içiyoruz. Komşularımı ziyarete gidiyor, onlara piyano çalıyorum. Mutlu olmalı, mutlu olmak için elimizden geleni yapmalıyız. Her şeye sahip olamazsınız, ama bir kısmına sahip olabilirsiniz.

1950’ler... Çocukluğunuz...
Üstünde çatı bile olmayan bir depoda yaşıyorduk. Bir ev bile değildi. Bir gün sonra ne olacağını bilmiyorduk. Yemek alacak paramız dahi yoktu. Kahvaltıda ne yiyeceğimizi bilmiyorduk.

Ama evde bir piyano vardı...
Evet, hiçbir şeyimiz yoktu, ama babam biriktirdiği parayla bir piyano almıştı. Ben bugünkü halimden çok farklıydım... Bedbaht bir kurbandım... Ama şimdi... Neden bilmiyorum... Her şey bu şekilde gerçekleşti.

“12 yıl sonra tekrar müziğe döndüğümde notalar hiç ara vermemiş gibi geri geldi”

Anneniz nasıl biriydi?
Annem çok iyiydi. Onun hakkında hiçbir zaman kötü bir şey söyleyemem. Hâlâ yaşıyor. Bir gün anneme okula gitmeyeceğimi söylemiştim ama o bana “Hayır, gidiyorsun” deyip yollamıştı. Çok şefkatliydi ama ben, babamın oğluydum.

Babanızla ilişkiniz tam da filmde gösterildiği gibi değil, öyle değil mi? O, filmde gerçekte olduğundan çok daha nazik gösteriliyor.
O günler çok zaman önceydi. Her zaman şimdide yaşamalı, cesur olmalıyız.

Ve siz de çok cesurdunuz. Babanız, ABD’den kazandığınız bursu almanızı engelledi. Sonra İngiltere’deki Kraliyet Müzik Akademisi’nden burs kazandınız ama bunu da almanızı istemedi. Ne var ki, siz ona başkaldırdınız ve tek başına yola çıktınız. Size cesaret veren neydi?
1960’larda Avustralya’da çok fazla bir şey yoktu. İyi bir piyanist olmak için Avrupa’ya gitmek zorundaydım ve sadece çekip gittim. Bir süre her şey yolunda gitti. Çok güzel şeyler oluyordu, ama öte yanda bir vakum beni dibe çekmeye başlamıştı.

Kraliyet Akademisi’nde unutamadığınız bir anınız var mı?
Bir konser vermiştik ve ben kraliçenin favorisiydim. Hatta benim Avustralyalı olduğumu bile biliyordu. Bana “Sen Avustralya’dan geldin!” demişti. Çok güzel bir andı.

“Bir vakum beni dibe çekiyordu” dediniz. Nitekim ani bir krizin ardından, on iki seneyi tedavi görerek geçirdiniz. Tekrar müziğe döndüğünüzde notalar öylece geri mi geldi?
Sanırım geldi. Neredeyse hiç ara vermemiş gibiydim.

Sanırım hayattaki en zor şeylerden biri insanın sevdiği, sevmekten vazgeçemeyeceği kişilerden nefret etmesi. Geçmişe, yaşadıklarınıza baktığınızda herkesi affedebildiniz mi?
Sadece unutmalı ve her şeyi bağışlamalısınız. Herkesi bağışladım geleceğe bakıyorum. Geçmiş hakkında endişe etmemeli ve geleceğe bakmalısınız. Hep yanlış yerde ve yanlış zamandayız. Şimdide, şimdide, şimdide olmalıyız. Her şey yeni bir deneyim ve sonunda her şey yoluna giriyor.

Filmde kedilerden çok bahsediyorsunuz ama sizin için neden bu kadar önemli olduklarını anlayamıyoruz...
Kediler seni şartsız severler. Olduğunuz gibi, değiştirmeye çalışmadan kabul ederler.

“Eleştiriler beni hiç rahatsız etmiyor, kimse piyanoyu mükemmel çalamaz”
Neden Rahmaninov?
Çok yoğun bir şekilde romantik. Çok vurgulu bir şekilde. Hem güçlü hem duygusal hem de romantik olabilirsiniz.

Kimse piyanoyu mükemmel çalamaz, ama bir noktada mükemmelliğe çok çok yaklaşabilirsiniz. Siz müzikte mükemmelliği nasıl tanımlıyorsunuz?
Mükemmellik, müziğe sahip olduğunuz her şeyi gerçekten vermek. Kendine güvenip çalışmak,denemek. Sonra esinlenmek. Mükemmel olmak için savaşmak, uğraşmak, elinden gelenin hepsini vermek, risk almak, cesur hatta cüretkar olmak, cüret etmek. Hayat kısa ve bunları yapmaya her zaman değer.

Teknik olarak kusursuz olmak, bütünün mükemmelliğinde ne kadar önemlidir?
Teknik mükemmellik, mükemmelliği kuşatan bir şey. Olayın çoğu teknik zaten, öyle değil mi? Çok şey ifade eden, çok önemli bir parçası.

“Felsefem şu: Kendini çaldığın şeyin içine kat”

Mükemmel ile iyi arasındaki farkı çok da ayrımsayamayan bir dinleyiciye çalmak sizi hayal kırıklığına uğratır mı?
Hayır. Ben her çeşit dinleyiciye çalmayı severim. Ben piyanoyu çalarken çok mutlu olurum ve kafamda dinleyicilerle ilgili yüzlerce sevgi dolu resim var.

Genellikle genç bir sanatçı başarılı olmuş sanatçıların eserlerini çalışmak ve onlara özenmekle çok vakit geçirir. Onlara kendi sanatçı kimliklerini bulmaları için ne önerirsiniz?
Önce kendi kişiliğinizi, kendi kimliğinizi bulmanız ve onları geliştirmeniz gerekir. Piyano çaldığım zaman bu benim kimliğim, benim kendimi algılayışım, benim kendim hakkındaki fikrimdir. Benim felsefem şu: Kendini çaldığın şeyin içine kat! Ve tabii ki çalış. Çok çalışmadan o noktaya ulaşamazsınız. Bunları yapmadan bağlamı geliştiremezsiniz.

Peki ya eleştiriler? “Shine” filminden dolayı, bu kadar tanındığınız ve hatta size müzisyen olarak olduğunuzdan daha fazla değer biçildiği, teknik olarak anlatıldığı kadar iyi olmadığınız yönündeki eleştirileri dikkate alıyor musunuz?
Kimse piyanoyuyu mükemmel çalamaz. Eleştiriler beni hiç rahatsız etmiyor. Güçlü olmak gerek. Ben etrafıma koruyucu bir duvar çekerim.

“Karım Gillian bana hayatımı geri verdi”

Eşiniz Gillian’a ilk kez rastladığınızda...
Planlanmıştı.

Nasıl planlanmıştı?
Ben hayattaki her şeyin planlanmış olduğuna inanıyorum. Hayattaki her şeyin bir bilgisayar programı gibi programlanmış olduğuna. Olması gereken şeyler, mutlaka olur.

İlk görüşte aşk mıydı?
Ah, evet! Ona hemen evlenme teklif ettim ve o da “Evet!” dedi!

Onda gördüğünüz neydi? Neden Gillian?
Neden? Sadece doğru şeyi yaptığımı düşünüyordum. Her şey çok güzeldi. Gillian, bana hayatımı geri verdi.

Kaç senedir berabersiniz?
25 senedir.

Harika bir piyanistsiniz. Peki, nasıl bir sevgilisiniz?
Sanırım kademe kademe gelişiyorum. Zamanla bir sevgili olarak kendimizi geliştirebiliyoruz. Bir kadınla bir erkek arasında farklar var ama kendimizi yeniden inşa edebilir yeni felsefeler, yeni düşünme biçimleri geliştirebiliriz.

O kadar uçlarda yaşadıktan, zaferle trajediyi bir arada deneyimledikten sonra... Bugün hayat hakkında ne düşünüyorsunuz?
Hayat, gelişmek, değişmek, evrim geçirmek demek... Ben planlara inanıyorum. Mesela Gillian’la tanışmamız planlanmıştı. Ben çok zor bir çocukluk yaşadım, ama anladım ki her şey bir konuya yaklaşımınızla ilgili. Hayatta bir şey olduğunda, işin özü sizin onunla ilgili ne düşündüğünüz, o noktada ne yapacağınız ve kendinizi nasıl geliştireceğinizdir. Bütün mesele geçmişi düşünüp durmak yerine hayata, ilişkilere yeni düşünce yapıları, yeni paradigmalarla bakabilmek, bunları oluşturmak. Aynı kalmamak, değişmek...