22.12.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:
ÖZLEM ÜLKÜ
Bazı isimler vardır; hem duruşuyla hem tavırlarıyla kendine hayran bırakır. Her işi “olur”. Mehmet Günsür gibi... Yaşamını uzun yıllardır eşi ve üç çocuğuyla İtalya’da sürdüren Günsür, Netflix’in ikinci Türk yapımı orijinal dizisi “Atiye”de Beren Saat’le kamera karşısına geçti. 27 Aralık’ta ilk sezonunun yayınlanacağı dizi, BBC’nin aralık ayında izlemeyi önerdiği yapımlar listesine de girdi. 190 ülkede birden yayınlanacak projesini konuşmak için buluştuğumuz oyuncu, ünlü olmayı tutku olarak baktığı oyunculuğun yan etkisi olarak görüyor. O daha çok görünmez olmayı seviyor. Set dışında insanların onu seyretmesini sevmiyor. Ama beğenilmeyi de vitamin gibi buluyor. “Hep iyi, hep güleryüzlü hep kibar ve hep yakışıklı” gibi hep’li tamlamaların insanı Günsür’le sohbetimize buyurun...
- En son yine dijital bir platformda yayınlanan dizide izlemiştik sizi. Artık ‘ekran’ sizin için bitti mi?
Aslında hayır, bitmedi. Ama şu an öyle bir dönem var hayatımda. Televizyon dizilerinin zaman olarak farklı ve yoğun bir temposu var. Bir de burada yaşamak lazım, benim ailem İtalya’da. Şu dönemde en uygun şekil bu benim için. Başı sonu belli olduğundan plan, program, takvimler belli. O yüzden kendi hayatımı iyi organize edebiliyorum.
- “Atiye”de arkeolog Erhan’ı oynuyorsunuz. Arkeolojiye ilginiz var mıydı? Nasıl hazırlıklar yaptınız?
Kadim bilgiler, eski insanlar, hep ilgi alanım olmuştur. Arkeoloji de haliyle... Burada bir Indiana Jones durumu var. Indiana Jones hepimizin sevdiği bir karakterdir ya, o anlamda keyifli. Gerçek hayatta keşke başıma gelse diye düşündüğüm şeyler senaryo olarak karşıma gelince çok zevkli oluyor. Belki de bu işi bu yüzden yapıyoruz. Yaşayamayacağımız şeyleri yaşamak için. Bir doktor oluyorsun, bir arkeolog oluyorsun... Biz profesyonel şizofrenleriz aslında.
Benim şansım, dizinin merkezini oluşturan Göbeklitepe’yi ve Göbeklitepe gerçekliğini çok iyi biliyor olmamdı. Halihazırda olan bilgi dağarcığımı çok kullandım. Kabul etmem ve kamera önüne geçmem arasında iki hafta gibi bir süre vardı. Zaten bagajımda bilgiler vardı. Onları yenileyerek, üzerine birtakım yeni şeyler koyarak hazırlandım.
- Erhan’ı bize nasıl anlatırsınız? Nasıl bağ kurdunuz?
Erhan çok derin biri. Önemli travmaları var ailesiyle ilgili. Bunları gömmüş bir şekilde. Fakat bu macerayla beraber ortaya çıkıyor. Kendisiyle ilgili hesaplaşmaları var. Bir üniversitede öğretim üyesi ama Göbeklitepe’deki kazılardan sorumlu arkeolog olarak sahada genelde. Benim için karakteri sevmekten ziyade anlamak önemli. Empati yani. Ki çağımızın sorunu empati. Giderek daha az olduğu için dünya zor bir yer haline geliyor. Bizim işimiz de empati. Ben Mehmet olarak oynadığım karakteri sevmek zorunda değilim. Ama anlayarak, neden-sonuç ilişkilerini bilerek, hak vererek oynamak zorundayım.
“Dizilerde gördüğümüz klasik şeyler olmayacak”
- Çekimler nasıl geçti? Ekiple nasıl bir ilişkiniz vardı?
Aslında çok tatlı bir ekip olduk. Amerika’da çekildiği gibi üç bölümde bir yönetmen değişti. Daha önce böyle çalışmadığımdan enterasan oldu benim için. Çünkü yönetmenle ilişkim her oyuncunun olduğu gibi çok kutsal. Onun dışında biz bayağı eğlendik. Hatta keşke sürekli beraber olsak dedik.
- Beren Saat’le ilk kez aynı projede yer aldınız. Onunla çalışmak nasıldı, enerjiniz tuttu mu?
Aramızdaki enerjiyi izleyiciye sormak lazım. Bence tatlı daha da tatlı olacak. Ama televizyon dizilerinde gördüğümüz klasik şeyler olmayacak. Erhan’la Atiye arasındaki ilişki, enteresan bir ilişki.
- Tanıtımların yayınlanmasının ardından yüzlerce yorum yapıldı. Hiç baktınız mı?
Ben özellikle yorum okumuyorum ama bu projeyle ilgili gördüm birkaç tane. Artık fanların heyecanı bende çok fazla bir şey yaratmıyor. Onlar zaten çok heyecanlı her zaman. Ben onlardan buluyorum birçok şeyi. Bende olmayan fotoğraflarım var mesela onlarda. Bu mutluluk verici bir şey tabii ki. Esas seyrettikten sonraki tepkilerini merak ediyorum.
“Göbeklitepe tarihe yeni sayfalar ekliyor”
- Çekimlerin büyük kısmı tarihin sıfır noktası olarak adlandırılan Göbeklitepe’de yapıldı. Sizde nasıl bir yeri var Göbeklitepe’nin?
Ben oraya ilk kez aile işimiz “Kanaga” dizisi için gitmiştim. Klaus Schmidt orayı esas kazan arkeologla son röportajı biz yapmıştık. Ben oradaki taşlara dokundum. Çok acayip bir şey. Göbeklitepe zaten çok acayip. Tapınakların olduğunun bilinmediği bir zamandan kalan bir tapınak. Tarihi değiştirmiyor ama yeni sayfalar ekliyor. İnsanların avcı olarak yaşadığını düşündükleri bir döneme ait bir tapınak. Bu çok büyük bir şey aslında. Etrafında hiç yerleşim yeri yok. Normalde tapınakların etrafında yerleşim yerleri olur. O kadar bilinmeyenin olması ilgimi çekiyor. Aynı zamanda Netflix gibi bir platformda 190’dan fazla ülkeye bunun verilmesi çok kıymetli.
“Değişimden korkmamalıyız”
- Hepimiz hayatımızın alt üst olmasından korkarız ya sizin dizide bir sözünüz var Şems-i Tebrîzî’den alıntıladığınız: “Ne biliyorsun hayatının altının üstünden daha iyi olmayacağını” Mutlu olmak için biraz alt üst olmak mı gerekir?
Alt üst olmak değil de kurcalamak ve alışkanlıklarla oluşmuş kalıplarımızı kırmak aslında. Bunun için bir sürü şey yapabiliriz. Mesela bir arkadaşım bir hafta hiç konuşmak istememişti ve elinde not defteriyle gezmişti. Bu belki çok ekstrem bir örnek. Ama demek istediğim; kendimizi değiştirmekten korkmamalıyız. İlla alt üst etmek, yok etmek anlamında değil. Gerekiyorsa o da olur. Ama bakış açımızı değiştirmek, yaptığımız şeyleri, kendi hayatımızı değiştirmekten korkmamalıyız. Cesaretli olmalıyız.
- Siz bu bağlamda kendinize “cesur” diyebilir misiniz?
Ben herkesin bir rahatlık alanı vardır ya işte zaman zaman o alanın dışına çıkmak lazım diye düşünüyorum. Özellikle de bir sanatçı için. Çünkü oralarda yeni keşifler yapabiliyorsun. O anlamda da cesaretli olmak gerekiyor. Ben de öyle olduğumu umuyorum.
“İnsan kendini sorgulayabilmeli”
- Dizide de vurgulanan bir “özel olma” durumu var. Siz özel olduğunuza inanıyor musunuz?
Ben kendimi özel bulmuyorum. Ama yaptığım meslek içinde özel biriyim. Bir sürü insanın kalbine dokunabilme şansım var. Bu diziyle Kolombiya’daki birinin de kalbine dokunabileceğim. Sevdiğim işle, üreterek, sanat yaparak birilerinin kalbine dokunmak bence çok kutsal.
- Hep beğenilen biri olmak, hiç zorladı mı sizi?
Beğenilmek güzel şey, vitamin gibi. Kamera önündeki şekli benim için tutku. Beğenilmek, onun yan etkisi. Oyuncularda bunu sevenler, bununla beslenenler de var. Ama ben set dışında görünmez olmayı seven biriyim.
- Siz kendinizi beğeniyor musunuz?
Beğeniyorum gerektiği kadar. Bir de insanın kendini anlaması, kim olduğunu bilmesi önemli. Bu cümle olarak çok kolay ama gerçeği pek de öyle değil. Yalnız kalmak, sorgulamak önemli. Yaptığın her şeyi sıkıntı verecek şekilde sorgulamaktan bahsetmiyorum. Ama insan kendini de masanın üzerine koyup sorgulayabilmeli. Burada destek de çok önemli. Arkadaşlar, eş, yakın çevre, çocuklar bile. Hepimiz insanız hata yapabiliriz.
“Her duruma adapte olurum”
- Bir söyleşinizde içinizde 8 yaşında bir çocuk olduğunu söylemiştiniz. O çocuk hâlâ duruyor mu?
Tabii ki, durmak zorunda zaten. Başka bir şansımız yok. Bir de benim adapte olabilme gücüm kuvvetli. Bu bazen ters de çalışabiliyor. Adapte oluyorum her duruma. Hatta bazen olmamam gereken, bir şey söylemem gereken durumlara bile adapte oluyorum. Bu aslında çok büyük bir avantaj hayatta. Nereye bıraksan beni orada yaşayabilirim.
- Tam da şimdilerde İtalya’da küçük bir köyden ev aldığınız söylentileri çıktı.
O yalan bir haber. Vakti zamanında İtalya’da bir köyde yaşadık. İlk çocuğumuz orada doğdu. Köy evi de alabilirim; belki de bu bir işarettir. Sonuçta doğayla iç içe olmayı seviyorum.
- Bir gün İstanbul’a yerleşir misiniz?
Evet, neden olmasın? Her yerde yaşarım. Peru’da da yaşarım. O yüzden niye İstanbul’da yaşayamayayım? Her yer benim evim. Benim dünyanın birçok yerini, insanlarını görme şansım oldu. İtalya’ya daha 23 yaşında bir tiyatro oyunu teklifiyle gitmiştim. O yaştan beri yurt dışında yalnız başına takılan bir adamım.
- Ama o adam artık evli ve üç çocuk babası. Aynı adam mı yine de?
Ee, tabii ki değişiyoruz sürekli.
Hayat da o yüzden güzel zaten.
- Baba olmanın sizdeki karşılığı nedir?
Babalık durumu çok enteresan. Erkeklere kodlanmış bir şey var; çocuklarını hayatın zorluklarına hazırlamak. Bu içgüdüsel şeyle sert baba imajı dediğimiz durum oluşuyor.
Annede ise koşulsuz sevgi durumu daha ön planda. Babada çocuğu hayatın zorluklarıyla karşılaştığı zaman onları az yara alarak atlatsın diye uğraşma durumu var. Benim için de geçerli bunlar. Beni sadece saygısızlık sinirlendirir. Çocuklarımda bir saygısızlık durumu gördüğüm zaman o benim için çok büyük bir alarm. Her şey durur ve o konuyla ilgili konuşulur. Kimileri daha sert. Ben değilim. Ama önemli meselelerde öyle olmak gerekiyor. Yoksa arkadaş gibi de olabiliyorsun hatta bazen ondan daha da küçük oluyorsun. Ama bunlar hep farklı anlar. Birbirlerini etkilemiyor. Sonuçta bu dünyaya bir can veriyorsun. Dünyaya karşı da bir sorumluluğun var.
“Üzerimde ‘iyi adam’ etiketi var”
- Sizin için ‘Hep aynı rolde duruyor adamın üzerine dizi çekiyorlar’ gibi yorumlar yapılıyor. Siz bunu nasıl karşılıyorsunuz?
İnsanları da ilk bakışta aynı gibi görürsün ama herkes derinliğinde çok daha farklıdır. Erhan’ın o anlamda aynı olduğunu düşünmüyorum. “Fi” ile belki bir benzerlik olabilir. Orada sanatçı ve akademisyendim burada da akademisyen ve bilim adamı. Belki çatısı “iyi adam” olmak üzerine olabilir. Bir şekilde yapımcıların risk almak istememeleri durumu var. Dolayısıyla üzerinize yapışan bir etiket varsa oradan yürümeyi tercih ediyorlar. Ama ben yaptığım işlerde bunu kırdığımı düşünüyorum, filmografilerime bakarsak. Ama dediğim gibi cesaret lazım. Cesaret eksikliğinden mustaribim açıkçası. Oysa beni hiç görmedikleri bir rolde olmak beni de çok heyecanlandırır. Ama çok fazla riske girmek istemiyorlar.
- Evet, insan “hep iyi adam” olmak zorunda mısınız diye sormak istiyor.
Tabii ki hayır. Oyunculuğa bakış açım öyle değil. Ben her şeyi oynamak üzere yapıyorum bu işi. Sadece iyi adamı oynamak için değil. Benim kalıplarım yok ama dışarıda var. Farklı işler yapsam da bende bir iyi adam etiketi var, maalesef.