YA Eczacıbaşı’nı Strazburg’da tanımıştım ilk kez.
Oya küçücük güzel bir kız çocuğuydu.
Ben ise Strazburg’da hem TRT’ye haberler geçiyordum hem de iktisat doktorası kurlarına gidiyordum.
“Ne alaka?” denebilir.
Alakası şu ki...
Oya’nın babası Prof. Turhan Esener Ankara Hukuk Fakültesi’nde hocamdı.
Profesörlerimiz Uğur Alacakaptan ve Ali Bozer ile birlikte fakülte de en sevilen üç hocadan biriydi.
Diğer hocalarımız da iyiydiler ama bize uzak dururlardı, burunlarından kıl aldırmazlardı.
Oysa...
Turhan Esener hoca sıcakkanlı, gülecen ve zarifti, öğrencilere öylesine yakındı ki fakültenin bodrum katındaki masada bizlerle ping pong oynardı.
Elbette derste ve notta ödünü yoktu.
Turhan Hoca’nın Strazburg Hukuk Fakültesi’nde ders verdiğini öğrenince sevinmiştim.
İşte Oya adlı küçük kızı da o zaman tanımış saçlarını okşamış olmalıyım.
Hoş bir genç kız ve milli biniciAradan yıllar geçti...
Bu kez onunla İstanbul Atlı Spor’da karşılaştık.
Artık hoş bir genç kızdı.
At biniyordu.
Milli olmuştu...
At üstünde Avrupa Kraliyet Prensesleri gibiydi.
Şıktı.
Ama hiç “süslü” olmadı.
Hâlâ öyle...
Bu arada, Strazburg’da iyi okullardan biri olan kız lisesi “Lycee Marie Curie”yi bitirmiş.
İstanbul’da Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’nden diplomasını almış.
Peki...
Diplomayı veren kim?
Fotoğrafta da görüyorsunuz; Boğaziçi Üniversitesi’nde ders veren hocası / babası, benim de hocam Prof. Turhan Esener.
Cuma öğle yemeğinde Oya Eczacıbaşı’yla Milliyet için “Sofrada Baş Başa” da buluştuk.
Milliyet’in yenilikler dizisinde bir konsept bu.
Yer İstanbul Modern’deki
Borsa Lokantası’nın terası.
Sımsıcak bir sonbahar güneşi altında limanın suları ışıl ışıl.
Solumuzda tarihi Yarımada, arkamızda Kız Kulesi ve Anadolu sahilleri...
Başımızı “saat sekiz konumuna” çevirdiğimizde adalar...
Dünyada bu kadar güzel bir müze lokasyonu var mıdır, sanmıyorum. Gemilere bakıyoruz, “Bu gemiler bizim müzenin enstalasyonu gibi. Gemi yavaş yavaş yaklaşacak, manzara kapanacak. Onun gidip gelmesi çok güzel” diyor Oya.
Bir müze doğuyorOYA, Boğaziçi son sınıftayken Atlı Spor’da Bülent Eczacıbaşı ile tanışmış.
30 yıl önce bir ocak ayı...
At sırtında engelli çalışmaları, Belgrad Ormanları’na uzanan at gezileri, romantik akşam yemekleri, harika bir aşk...
Bu arada Oya Eczacıbaşı’nın binicilik milli takımında Viyana’ya gittiğini de belirteyim.
Ocakta tanışıyorlar.
Haziranda babasının elinden diplomasını alıyor.
Aralıkta da düğün...
Aile Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşlarından birine sahip. İlaçtan seramiğe kadar açılan geniş bir yelpaze.
Ekonomi dalında işletme eğitimi aldığı için Oya’nın yaşamında doğal uzantı Eczacıbaşı Holding’de bir görev olmalıydı.
Fakat...
Onun ilk görevi İKSV’nin bir etkinliğinde görev almakla başladı.
Harbiye’deki Askeri Müze’de sanat dünyasındaki eylemli çalışmasına ilk adımını attı.
Merhum Nejat Eczacıbaşı İKSV’nin kurucu başkanı olduğu için aile içinde sürekli sanat konuşuluyor.
Bu arada Nejat bey sık sık “İstanbul’a bir modern sanat müzesi kurulmalı” diye başlayan konuşmalar yapmakta.
Oya Eczacıbaşı da bu görüşte.
Nihayet karar veriliyor.
Müze kurulacak.
Çok yer bakıyorlar.
Oya sadece bu amaca odaklanmış durumda.
Devlet büyükleriyle bazı yerlerin kiralanması veya kullanılması için konuşmaları oluyor.
Aldığı cevaplar hep olumsuz.
Hatta bakanlar, başbakanlar “Hiç mi başka şey kalmadı da modern sanatlar müzesine sıra geldi?” gibi ters laflar da ediyorlar.
Oya bir-iki kez onların yanından çıktıktan sonra ağlamış.
Fakat bu arada 1987 yılında birinci Uluslararası Çağdaş Sanat Sergileri bugün ki adıyla Uluslararası İstanbul Bienal’i gerçekleşiyor.
İstanbul Modern’in tohumu bu...
Nihayet güçlükle Feshane’yi kullanma iznini almışlar.
19’uncu yüzyıl yapı örneği olan Feshane’yi 1991 yılında Çağdaş Sanat Müzesi’ne dönüştürmek üzere Paris’teki “Musee d’Orsay’ın” mimarı İtalyan Gae Aulenti işe girişiyor.
1992’de 3’üncü İstanbul Bienali orada geçekleşiyor.
Ancak...
Uzun vadeli bir projeye dönüşemiyor.
Diğer bazı girişimler de sonuçsuz kalıyor.
Projenin kaderi 2003 yılında İstanbul Bienali’nin Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisi’nin yanında yer alan 4 nolu gümrük Antreposu’nu ana mekan olarak kullanmasının ardından değişiyor.
Erdoğan faktörüOYA Eczacıbaşı
yemek sohbetimizde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan için bir özel bölüm ayırdı diyebilirim.
Erdoğan’a bu “İstanbul Modern” projesini açıyor.
Bienal’in gerçekleştiği Antrepo’yu istiyor.
Birlikte o zaman içinde farelerin dolaştığı harabe halindeki Antrepo’da buluşuyorlar.
Erdoğan’ın yanında Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve üst düzey devlet yöneticileri vardır.
Erdoğan, Oya Eczacıbaşı’nın “Nasıl bir müze?” ve “Buranın konum olarak muhteşem deniz manzarası ile en güzel ve tek yalı müze projesi” anlatımını dinliyor ve hiç tereddütsüz kararını bildiriyor.
“Tamamdır...
Buraya giriş yolu da açılmalı.”
Başbakan Erdoğan’ın böyle konulardaki kararlılık katsayısının önemini biliyorum.
Bizim Galatasaray Arena da Erdoğan’ın kararlılığı ve projenin arkasında duruşu olmasaydı mümkün değil gerçekleşemezdi.
Erdoğan’ın yeşil ışığından sonra Denizcilik İşletmeleri için kuru yük Antrepo’su olarak inşa edilmiş olan 8 bin metre karelik bina, Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından, tam donanımlı modern bir müzeye dönüştürülüyor.
Sahibi yeni kurulan bir vakıf.
13’üncü yüzyılda çeşitli Latin kolonilerinin kurduğu limanın günümüzdeki uzantısı olan bu sekiz bin metrekarelik tesislerde gerçekten çok farklı bir müzeyle hizmet veriyor.
Vakfın Başkanı Oya Eczacıbaşı.
Her şeyin içinde...
Günü orada geçiriyor.
Birçok ödüle layık görüldüİSTANBUL Modern’de Paris’teki “Centre Georges Pompidou Müzesi” ile işbirliği kurularak “Genç İstanbul Modern”de hizmet veriyor.
6-16 yaş arasındaki gençleri hedefleyerek yılda iki kez Pompidou’dan gelen sergiler açılıyor.
Bu etkinliklerde bir sanatçı ya da sanat akımı tanıtılırken interaktif ortamda çocuklara sanat öğretimi yapılıyor.
Binada bir de sanat filmleri gösteren sinema salonu var.
Sürekli fotoğraf sergileri açılıyor. Dersler veriliyor. Atölyeler var.
Örneğin...
Koleksiyonerlik atölyesi.
Resim almakta bir sanat.
Daha bir dizi etkinlik...
Ayrıca İstanbul Modern’in yurt dışına da sergiler götürdüğünü belirteyim.
Sözgelişi...
“Fransa’da Türk Mevsimi” sürecinde Galata fotoğraflarından oluşan “Köprü Altı” sergisi...
Pompidou’da, Fransa Kültür Bakanı Mitterand tarafından açılışı yapılan Sarkis’in bir retrospektifi...
Oya Eczacıbaşı’na İstanbul Modern’deki bu çalışmaları nedeniyle Fransa “Legion d’Honneur” nişanı verdi.
İstanbul Modern ise -yenilikçi bakış açısı nedeniyle- 2009’da Avrupa Müze Forumu Özel Ödülü’ne layık görüldü.
600’den fazla etkinliğe imza attı İstanbul Modern.
Bu ödüllerin getirdiği sesler de var.
Örneğin...
Esma Esad, New York’ta yaşarken MoMa’ya yakınmış.
Böyle bir müzenin yıllarca özlemini duymuş.
Önce Esma Esad, sonra Ürdün ve Katar’dan gelen heyetler Oya Eczacıbaşı ve çalışma arkadaşlarından danışmanlık hizmeti istemişler.
Burada İstanbul Modern’in açılışından itibaren destek veren Avea’yı ve daha sonraki yıllarda Ana sponsorluğu alan Türk Telekom’u da anmak isterim.
Oya Eczacıbaşı’nın en sevdiği sanat merkezleri “Centre George Pompidou, MoMa ve Tate Modern...”
Bir şey daha...
İstanbul Modern’in ziyaretçileri arasında yabancıların sayısı da çok.
Bunun Türkiye’ye tanıtım katkısı olduğunu düşünüyorum.
İngiltere Kraliçesi Elizabeth’in müzeyi ziyareti sanıyorum bir fikir verir.
Sergi sonrası muhteşem manzaralı Borsa’da muhteşem bir lezzet sunumu da sanat yol haritasının son noktası.
Ya “Bayan Eczacıbaşı?”BİR de eş ve anne olarak Oya Eczacıbaşı profili...
Çok iyi bir anne olduğu kuşkusuz.
Çocukların ikisi de üniversiteyi bitirdiler.
Emre 28 yaşında, Esra ise 23 yaşında.
İkisi de Amerika’dalar.
İkisi de Harvard mezunu.
Bunları söyleyen Oya bakıyorum ve kafamdan geçeni sansür etmeden söylüyorum:
“Ağzında biberonla mı evlendin?”
Öyle ya böylesine genç ve duru bir güzel görüntünün 28 yaşında bir evlat annesi olması zor anlaşılır şey.
Oya daha çok Fransa kültürü etkisi altında.
Bülent Eczacıbaşı ise Alman ilkelerini temsil ediyor.
Her daim düzenli ve dakik.
Aralarında zıtlıktan değil, birbirini tamamlamaktan söz edilebilir.
Oya’nın mutfakla, yemek yapmakla pek yakınlığı yok: “Mutfağa bir iki kere girdim ama Bülent çok dikkat ettiği için o yemekler yenmedi . O zaman da şevkim kırıldı”
Ama yemeği seviyor...
Hâlâ at biniyor, hem de bir kez engel atlarken başka bir binici ve atıyla çarpışmış ve birkaç kez de bacak kırmış olmasına rağmen tutkusu sürüyor.
Ailenin birkaç atı var. Onunki
bir Bulgar atı, adı da Nalif.
Yazları Bodrum’daki evlerine gidiyorlar. Tekneleri var ama o pek meraklı değil.
Zorunlu sosyal etkinlikler ve arkadaş birliktelikleri dışında zamanını bütünüyle İstanbul Modern’e adamış.
Bir baş küratörü ve yedi küratörüyle bütün gün çalışıyor, yurtdışı ilişkiler kuruyor, yenilikler üretiyor.
İstanbul Modern’de 85 görevli var.
Bu kadar büyük bir organizasyonun finansı, işletmesi başlı başına bir uğraş.
Genelde müzelerin yöneticileri sanatçılardan oluşuyordu ama şimdilerde müze işletmeciliği de aranan bir akademik disiplin.
Oya’nın master’ı burada önemli...
Hoca’yı soruyorum.
87 yaşına basmış. İki yıl öncesine kadar üç üniversitede ders veriyordu.
Hâlâ inceymiş, hâlâ spor yapıyormuş, hâlâ aynı neşe...
Turhan, Uğur ve Ali (Bozer) hocalara pastırmalı kurufasülye, tereyağlı pilav, içi sakızlı dondurmalı irmik helvası sunacağım bir yemek organize edeceğiz.
Oya da bizimle beraber olacak...
O günden izlenimlerimi de yazarım.
Şimdilik nokta.
İşte İstanbul Modern ve İKSV’nin first lady’si Oya Eczacıbaşı ile bir öğle yemeğinden yansımalar...
İLK GÜN VE İLK ARMAĞANLAR
91 yaşındaki koleksiyoner Fikret Mualla tablolarını sattıktan iki ay sonra öldü...
MÜZEYE gelen ilk parça Şirin Devrim’in armağanı.
Daha 1992 yılında annesi Fahrelhissa Zeyd’in “Cehennem” adlı başyapıtını bağışlamış.
Bu büyük ebatlı eserin önünde Oya Eczacıbaşı’yla fotoğraf çektirdik.
Bir diğer armağan ise Özdemir Altan’ın “Köpek Gezdirme Alanları...”
Bu iki eserle İstanbul Modern’in yolu açılıyor. Gerisi geliyor.
Oya Eczacıbaşı, eşi Bülent Eczacıbaşı ile birlikte evlerindeki ilk tablonun “Fikret Mualla” imzalı olduğunu söyledi orada.
Ne ilginçtir ki açtıkları İstanbul Modern’de ilk sergileri Fikret Mualla tablolarından oluşmuştu.
Dünyanın en büyük Fikret Mualla koleksiyonerlerinden biri de tablolarını bu ilk sergi için göndermişti. Hikayesini Oya şöyle anlatıyor: “Oscar Getz müthiş bir koleksiyoner. Büyük bir Fikret Mualla koleksiyonu da var. Adam Nuh diyor peygamber demiyor. Bir türlü satmıyor. 91 yaşına geldi. Bir gün ondan bir telefon geliyor ‘Fikret Mualla’nın artık Türkiye’ye geri dönmesi lazım’ diyerek. O sattı, biz aldık ve iki ay sonra vefat etti. Sonra burada 150 eserlik bir Fikret Mualla sergisi ile açtık müzeyi”.
Oya Eczacıbaşı iki çocuk annesiyken İngiltere’ye giderek “University of Leicester”de müze işletmeciliği dalında master derecesi de almıştır. Evli, iki küçük çocuğu var ve İngiltere’de iki yıl master eğitimi... Hafta sonları ya Oya İstanbul’a uçarmış, ya Bülent Eczacıbaşı çocukları alıp Londra’ya gidermiş.
Bülent Eczacıbaşı’nın da diğer vasıflarının yanı sıra eş olarak bu bilgeliğine şapka.
Ondan sonra çok sayıda sergi açıldı.
Elbette aile koleksiyonlarının da yer aldığı üst kattaki devamlı sergi hep kalıcı.
Genelde Modern Sanat sergilerine bir kez gidilir, sonra yıllar boyu uğranmaz. İstanbul Modern’in konseptinde sürekli değişen sergiler olduğu için insanlarımız sık sık oradalar.
Her yeni sergi yeni bir ilgi çekim alanı.
Yılda ziyaretçi sayısı 750 bini geçmekte.
Ciddi bir sayı...
Fransa’da yetişti ama Türk yemeklerini tercih ediyor
OYA’NIN MENÜSÜ
MÜZENİN öyküsüne gelmeden önce Oya’nın seçtiği yemekleri yazayım.
Fransa’da yetişti ama Türk yemeklerini de çok seviyor.
Borsa’nın özel yoğurdu eşliğinde asma yaprak sarması...
Mantı...
Ben de pideli köfte ve zeytinyağlı kereviz istedim.
Çalışma günü olduğu için -hele iki yazı yazacağım için- uyku vermesin diye şarap almadık.
Limon dilimleri ve buz atılmış maden suyu...
Fakat Borsa’nın sahibi Rasim Bey bu yemeğimizi de haber almış. Masaya Borsa’nın özel lezzetleri de geldi.
Somon saşimi, tam bir usta işiydi.
İstanbul Modern’in lokantası
İstanbul Modern’in lokantası Borsa tarafından işletiliyor. Liman ve tarihi yarımada manzarası ile İstanbul’un gözde mekanlarından.