16.12.2018 - 08:15 | Son Güncellenme:
CEYDA ULUKAYA
Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım, sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz” Yunus Emre’nin hepimizin ezbere bildiği bu dizeleri, Fırat Tanış’ın yaklaşık 2.5 yıldır kapalı gişe oynayan “Gelin Tanış Olalım” oyununa da adını veriyor. Tanış’ın beyazlar içinde bir modern abdalı canlandırdığı oyun, aslında oyunun da dinletinin de ötesinde bir alan açıyor. Belli temalar eşliğinde Anadolu halk müziğinden eserlerle sürüklenen bir hikaye dinliyor, derin felsefi sorgulamalara da güçlü duygulanımlara da kapı açıyorsunuz. Belki de bu yüzden oyun “terapi gibi” diye nitelendiriliyor. Seyirciler arasında sessizce ağlayanı da, Tanış’a içli içli eşlik edeni de görebiliyorsunuz. Bunun için illa ki halk müziği sever olmanız gerekmiyor üstelik, yaratılan atmosfer tek başına içsel bir sakinliğe, dinginliğe yöneltiyor insanı. Tanış olmak böyle bir şey mi, diye sorduruyor insana Fırat Tanış sahneye taşıdığı yüzyıllardan süzülen bilgelik dolu dizelerle; Karacaoğlan’dan, Kaygusuz Abdal’dan, Mevlana’dan... Elbette orkestranın ve yazar-yönetmen Semih Çelenk’in de bunda payı büyük. Tüm bunları konuşmak üzere Fırat Tanış’la bir araya geldik.
- İki buçuk yıldır kapalı gişe oynuyorsunuz “Gelin Tanış Olalım”ı, nedir bu başarının sırrı?
İnsanların diyalog kurmaya ihtiyacı var. Oyun da tam bu ihtiyaca yönelik. Bence sebebi bu.
- Ne tür bir diyalog bu?
Aslında 2011’den beri aklımda vardı böyle bir fikir; acaba Anadolu halk müziği eserlerinden oluşan bir müzikal yapılabilir mi? Sonra isim düşündüm; “Gelin tanış olalım” gibi kapsayıcı, hepimizin bildiği bir şey olsun istedim. Çerçevesi belliydi kafamda ama içeriğin ne olacağına dair pek fikrim yoktu. Birkaç yazarla görüştüm, en son şair ve yazar Prof. Semih Çelenk’le temasım oldu ve kafamızdakilerin örtüştüğünü gördük. Oyunda aslında hepimizin bildiği, tanıdık bazı hikayeler, Anadolu halk edebiyatından dizeler söylüyorum. Bu da izleyende ortak bir aidiyet duygusu yaratıyor. Diyalogla biraz bunu kastediyorum.
- Diyaloğa ihtiyaç duyuluyor...
Hele ki bugün buna çok daha fazla ihtiyacımız var bence. Oyun bu diyalog kurma isteğine bir yanıt oldu. Temelde bir diyalogdan bahsediyor çünkü oyun da; insanın kendiyle, hayatla, başka insanlarla kurduğu diyalogdan, bu diyalogdan hareketle paylaşmaktan, aidiyetten, mülkiyetten, yol arkadaşlığından, sevgiden, tevazudan, kibirden bahsediyor. Bu diyaloğu bugünden bir abdal, sahnede görmediğimiz ama ortada olan hayali biriyle kuruyor.
- Oyunla ilgili “terapi gibi” denmesi neden sizce?
Her oyun öyledir. Amerika’yı tekrar keşfetmedik. Binlerce yıllık metinleri sahneye çıkardık fakat şu var; zaman içerisinde ezberlenmekten artık ağdalanmış, anlamı kaybolmuş, kıymeti kanıksanmış ama içselleştirilmemiş sözlerin anlamına uzak kalmışız… Biz sadece yüzlerce yıllık o tozlanmayı üfleyip oradaki anlamı açığa çıkarmaya çalıştık.
“Karşındakini görmeyi öneren bir yol”
- “Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım, sevelim sevilelim” diyorsunuz Yunus Emre dizeleriyle. Günümüz şartlarında bu ne kadar mümkün?
Bu sadece bugüne özgü değil; herkesin birbiriyle tanışmaya can attığı bir ortam olsa Yunus Emre de “Gelin tanış olalım” demezdi herhalde değil mi? O yüzden o günden bugüne değişen çok şey var mı düşünmek lazım. Metinlere baktığımızda görüyoruz ki, hakikaten bugünün meselesi neyse 700 sene önce Yunus da aynı meseleleri konuşmuş. Tabii biz burada kimseden tasavvuf ehli olmasını beklemiyoruz. Bugünün tüketim dünyasında böyle bir şey olması da söz konusu değil ama yine de bugünün koşulları göz önüne alındığında optimum bir yol teklif ediyoruz. Bu yol karşındakini de gören, onun açlığının tokluğunun da farkına varmaya, onu da anlamaya çalışan, kime ne niyetle bakarsak karşımızda ayan olanın da bizim niyetimiz olduğunu öneren bir yol. Bu öneriden almak isteyen, almak istediğini, almak istediği kadar alıyor ya da almıyor. Ama bugüne dek benim seyircide gördüğüm, bunu almanın ötesinde buna aç oldukları. Böyle bir şeyi hatırlamaya açmış insanlar, buna çok hasretlermiş.
- Bu açlık, böyle bir miras unutulduğu için mi?
Bunun biraz ezberden kaynaklandığını düşünüyorum. Bir şeyi unutturmak istiyorsanız ezberletin, bakın nasıl anlamını yitiriyor. Ama yine de insanlar bir çıkış yolu arıyor, böyle bir niyetin kendisi zaten kıymetli. Bizim de bu arayış karşısında önerimiz biraz da buraya bakalım demek oluyor; karşısındakiyle empati kurmayı bilen, tevazu sahibi, kendisindeki cevheri ortaya çıkarmaya niyetli insanlarız, böyle bir toplumuz... Kimseyi dışlamayan bu yaklaşım da oyunun bu kadar ses getirmesine sebep oluyor; çünkü sağlıklı bir diyalog içinde bu özü barındırır, ötelemez.
- İşin içinde bu kadar bilgelik olunca aşka bakış nasıl oluyor?
Hiç kimseyi incitmemek. Bundan anladığımız, tabii ki şiddetten uzak bir aşk ilişkisi… Aşık olunanı bir çiçeğe benzetiyor, öyle bir güzellik ki, bahçeye girdiği zaman çiçekler ona selam durur, gül utancından kızarır diyor... Ne kadar basit ama ne kadar katmanlı bir öneri: İncitmemek!
- Oyunla ilgili, “türkülü” oluşuna dayalı bir önyargıyla gidilip “buna rağmen” çok sevildiği yorumları var.Oyun bu önyargıyı nasıl kırdı sizce?
Türkü yerine Anadolu halk müziği demek daha doğru geliyor. Oyunu çalışırken gördük ki, müzik eserleri de zamanla ezberden bir çalıma dönüşmüş. Neyi anlattığı, sözün kıymeti söylene söylene aşınmış. Bu yüzden düzenlemeleri yaparken klasik çalım biçiminin de dışına çıkmaya çalıştık. Belki önyargı dediğiniz şeyin kırılmasında bu etkili olmuştur.
- Böyle bir oyunun parçası olmanın size etkisi ne oldu?
Seyirciye baktığımda toplumun her kesiminden insanı görüyorum. Tüm bu insanlar ortak bir dilde toplanıyorlar ve ortak duygulanımlar yaşıyorlar, bu müthiş bir şey. Bunu görmüş olmak bana çok büyük umut verdi. Diyalogdan kastım tam da buydu işte...
Yakında kitabı çıkıyor
- Yakında oyunun kitabı da çıkacak, değil mi?
Evet, yeni yılda hem kitabevlerinde bulunacak hem de oyunlar sırasında fuayede stand açacağız. Çok kıymetli, çünkü birincisi yeni yazılmış bir oyun. İkincisi sadece sahneye koymak amacıyla değil, sade okura da hitap eden bir oyun; çünkü Semih Çelenk, adeta Halil Cibran’la yarışacak bir sadelikle kaleme aldığı, öyle tatlı bir kılavuz ortaya koymuş ki, bir başucu kitabı olabileceğini düşünüyorum.
“Çocuk bir babayım”
- Bilinenler dışında nasıl biridir Fırat Tanış?
Ben herkes için başka biriyim, herkes de öyledir, dolayısıyla herkes gibi biriyim. Burada size röportaj verenim, evde kızımın babasıyım, sette iş arkadaşıyım, yönetmenin oyuncusuyum. Hayatımız bu rollerdir ve bunlar arasında değişmez bir tutarlılıkla durmaya çalışmak işe yaramaz çünkü herkese göre başka birisinizdir. O yüzden ben kimim ya da neyim sorusuna cevap aramayı bir kenara bıraktım, anladım ki herkes için başka biriyim. Ama en azından çalışkan biri olduğumu söyleyebilirim. Bir de hoş anılar bırakıp buradan gitmeyi ümit eden biriyim. Güzel anılar bırakayım, kızımı utandırmayayım...
- Nasıl bir babasınız diye sorayım...
Nasıl bir baba olduğunu zannediyorsun diyorsunuz. (Gülüşmeler) Çocuğuyla diyalog kurmayı seven bir babayım. Ona ne verebilirim derdinde olan bir babayım. Tabii ki çocuğunu çok seven bir babayım. Görüyorum ki aslında daha çocuk bir babayım. Çünkü insanın çocuğu olduğu zaman bir kaygılar deryasına giriyorsunuz, gelecekle, bugünle ilgili kaygılar, her ana babanın duyacağı cinsten… Öyle ki, aslında yatıştırılması gereken kişinin bizzat ana-babalar olduğunu da tecrübe ediyorum.
- Sizi en çok ne şaşırtıyor babalıkta?
Hayatta evet demeyeceğim şeylere evet, hayır demeyeceğim şeylere hayır dedirtiyor olması. Bu çok şaşırtıyor beni gerçekten. Beklenmedik bir Fırat’la tanışıyorum ben de.