20.02.2022 - 03:01 | Son Güncellenme:
CEYDA ULUKAYA - İstanbul’da kış geceleri sokaklarda yankılanan en hoş nağmelerden biridir “Boooozaaa” sesleri. Tarihi 17. yüzyıla dek uzanan bu gelenek, birçoğumuza Orhan Pamuk’un “Kafamda Bir Tuhaflık” romanındaki bozacı başkahraman Mevlüt kadar uzak gelse de bozacılığın belki de son temsilcileri hâlâ sokaklarda. Ceylan Uğurlu da onlardan biri. 20 yıldır yağmur, kar, fırtına demeden şehrin sokaklarını arşınlıyor, yanık sesiyle bozaseverlerin kalbini fethediyor. Onunla soğuk bir şubat gecesi Kadıköy’de boza satmaya çıkıyoruz.
Uğurlu, bu mesleği 35 yıl bozacılık yapan abisinden devralmış. Bir fabrikadaki işine ek olarak, kasım ayında başlayıp mart sonuna kadar haftada 3-4 akşam bozaya çıkıyor. Kadıköy, Beyoğlu, Beşiktaş gibi semtlerin yanı sıra İzmit’te de satış yapıyor. Programını, bir semtte satışa çıktıktan sonra en az 2 gün oraya gitmeyecek şekilde planlıyor. Bozayı günlük olarak üretilip dağıtıma çıkarıldığı Gebze’den alırken ilk işinin satın alacağı bozanın tadına bakmak olduğunu anlatıyor: “Hep aynı yerden alıyor olsam da her zaman mutlaka tadına bakarım. Damak tadıma uygun değilse almam. Aynı şekilde müşteriye de önce tadına bakmasını öyle almasını tavsiye ediyorum. Bozanın taze olması lazım, hijyenik olması lazım. Hafif ekşimsi olacak, lapa lapa dökülecek.”
“En çok kar yağarken seviyorum”
Sokaklarda yankılanmaya başlıyor Uğurlu’nun gür sesi. “Bozayı sattıran gerçekten de bozacının sesi mi?” diye soruyorum. “Evet” diyor: “Bozacının en büyük sermayesi sesidir. Sesin ne kadar gürse o kadar çok iş yapıyorsun. 18. katta oturan bile duyacak sesini. Bir de hava soğuk olacak. Ben en çok kar yağarken boza satmayı seviyorum. Sokaklar boş olacak, herkes evine çekilmiş olacak, bozacı gelse de boza içsek diye düşünecek. Öyle zamanlarda camdan “Bozacı” diye seslendiklerinde çok mutlu oluyorum. Almayacaktım ama sesine dayanamadım diyenler oluyor. Sırf sesinden dolayı çağırdım diyenler oluyor. Ailecek sizi bekliyoruz diyenler oluyor. Bu tepkiler de bize moral veriyor. Seviniyoruz, bir geleneği sürdürüyoruz diye düşünüyoruz.”
Uğurlu, 11 litrelik bir güğümle taşıdığı bozayı ortalama 3-4 saatte sattığını anlatıyor. İsteyene ikram etmek üzere yanında tarçın ve leblebi de bulundurmaya özen gösteriyor. Bir de tabii kılık kıyafetine: “Bir müşterim, ne kadar titiz, gösterişli olursan o kadar dikkat çeker, daha iyi olur demişti. Temizliğe önem veriyorum ama tarz olarak benim kişiliğimi yansıtıyor. Hoşuma gidiyor bu kıyafet tarzı.” Bu sırada ilk boza alıcısı sesleniyor balkondan, “Bozacı” diye. Elinde bir sürahiyle aşağıya inip boza alırken, Uğurlu’nun devamlı müşterilerinden biri olduğu ortaya çıkıyor. Ayaküstü bir sohbet eşliğinde bozayı alıp giderken biz de tekrar yola koyuluyoruz. Saat ilerledikçe ve sokaklar boşaldıkça “Bozaaa” sesi daha da yankılanıyor ve boza alıcılarının sayısı artıyor. Boşluğa doğru tüm gücünle bağırdıktan sonra bir cevap almanın gerçekten de tuhaf bir şekilde zevk verdiğini fark ediyorum. Bu kez ben de “Bozaaa” diye bağırmaya başlıyorum. “Bağırdıkça da rahatlıyor mu sanki insan?” diye soruyorum Uğurlu’ya. Cevabı, “Tabii” oluyor, “Ne sandın?”
“Romandaki gibi sevdiğimi kaçırdım”
Ceylan Uğurlu, Orhan Pamuk’un “Kafamda Bir Tuhaflık” romanını da okumuş bir bozacı. Ona nasıl bulduğunu soruyorum: “Kitabı Kadıköy’den bir müşterim hediye etti bana. Okudum, çok beğendim. Onu okudukça bana ilham geldi. Tam beni anlatıyor. Ben de 16 yıl önce sevdiğimi kaçırdım. Sonra dediler ki, yok olmaz, annesine gidelim. Neyse gittik, verdiler. Annesi bana ‘Seni Mahsun Kırmızıgül’e benzetiyorum’ demişti. Kırmızı gömlek, siyah pantolon, beyaz ceket giymiştim, herhalde o yüzden.”