04.10.2015 - 02:30 | Son Güncellenme:
FIRAT KARADENİZ - firat.karadeniz@milliyet.com.tr
Birkaç hafta önce yerli korku filmlerinin yönetmenleriyle röportaj yaptığımda hepsinin bu türün vazgeçilmez temaları cinler, büyüler ve hocalar konusunda “Korkutmaya yeterler” fikrinde birleştiklerine şahit olmuştum. Fakat hiçbir yönetmenin bu konuda şahsi bir korkusu yoktu. Cuma günü vizyona giren “Vesvese: Cin Tuzağı” filminin Türk asıllı Belçikalı yönetmeni Sümeya Kökten bu açıdan farklı. Kendisi de cinlerden korkuyor. Bunu da bu hikayelerle büyümesine bağlıyor. Asıl mesleği polislik olan Kökten sinemacı ve yapımcıların tavsiyesi üzerine bu türde bir film çektiğini anlattı. Bu film sayesinde korkularıyla yüzleştiğini de söyledi...
-Üç uzun metraj filminiz daha var. Bu ise korku türündeki ilk filminiz. Nasıl karar verdiniz korku filmi çekmeye?
İlk filmim dramaydı. Daha sonraki iki filmim ise psikolojik gerilim türündeydi. İçlerinde korku öğeleri de vardı tabii. Tamamen korku türüne geçmem ise tavsiye üzerine oldu. Hem Özen Film hem de sinemacı arkadaşlarım beni bu konuda ikna etti. Ben de “Neden olmasın?” diye düşündüm. Çocukluğumdan beri de bildiğim, duyduğum hatta bire bir yaşadığım bir konuydu: Büyü, cinler... Onlarla birlikte yaşıyoruz. Duyduğum hikayeleri anlattım.
-Son 10 yıldır Türkiye’de korku türü, özellikle cin temalı filmler çok popüler. Siz türün bu örneklerini izlediniz mi?
Çoğu Türk filmini izleyemiyorum. Sıkılıyorum bazen...
“Cinlerle ilgili komedi filmi yapamazdım”
-Korku türünden mi söz ediyorsunuz?
Evet. Genel olarak Türk sinemasını çok beğeniyorum. Korku türünde hayran kaldığım bir tek Alper Mestçi’nin “Siccin” filmi var. Gerçekçi bir kere. Efektler abartılmamış. Duyduğum hikayelere benziyor o filmde anlatılanlar. Hatta Belçika’da bir kadın vardı. Cin mi vurmuş nedir bilmiyorum kadının ağzı eğilmişti. Bunlar filmde vardı. Çok akıllıca bir senaryoydu.
-Siz gerçekten cin hikayelerine inanır mısınız?
İnanıyorum tabii ki. Korkuyorum da... Evde yalnızsam korkuyorum.
-Böyle korkuları olan bir yönetmen için bu filmi çekmek zor olmadı mı?
Bu filmi çekerek korkularımla yüzleştim zaten. Filmi çekerken de dikkat ettim. Derin konular bunlar. Dalga geçmedim, saygılı davrandım. Bu konularda şaka yapamam. Sette ekiple birlikte olduğum için de film çekimi süresince korkmadım.
-Gençken cin çağırmak gibi bir işe girişmiş miydiniz?
Hayır. Allah korusun. Hayatta yapmam öyle şeyler. Günah bir kere... Ben tuhaf şeyler de yaşadım birkaç kere. Bu nedenle hep korkardım bu işlerden. Cinlerle ilgili komedi filmi yapamam mesela. Başıma bir bela gelir endişesi yaşarım. İnsanlara musallat olan cinler var. Ben buna inanıyorum.
“Çocuğum olsa izlettirmem”
-Büyü inancı Türkiye’de olduğu kadar Belçika’da da yaygın mı?
Oradaki Türklerde değil ama Afrikalılarda ve Faslılarda bu inanç var. Çok fena büyüler yapıyorlarmış.
-Belçika’da korku türü popüler mi?
Türk yapımı filmleri yine Türkler izliyor orada. Fakat Belçikalılar daha çok Amerikan korkularını seviyor.
-Bazı eleştirmenler cinlerle, büyü ve hocalarla bezeli bu yeni korku türünü “ticari sinema” olarak nitelendiriyor. Ucuza yapılıyor ve belirli bir gişesi, kemik izleyicisi var. Siz ne dersiniz?
Evet. Ticari kaygılar vardır tabii ki.
-Peki size bu yönde bir tavsiye gelmesinin nedeni de bu olabilir mi?
Kesinlikle. Gerçekten de öyle oldu. Bu film çok daha ucuza mal oldu. İsimsiz oyuncularla çalıştım. Ünlü oyuncularla çalışınca seyirci korku filminin içine giremiyor.
-Çocuğunuz var mı bilmiyorum ama olsaydı bu türde filmler izletir miydiniz?
Çocuğum yok. Olsa da izlettirmem.
Çünkü küçüklükte yaşananlar çok etkiliyor insanı. Akılını başına alana kadar izletmemekte fayda var.
“Belçika’nın havası da gri, insanları da gri”
-Belçika’daki hayatınız nasıl?
Belçika benim doğup büyüdüğüm yer. Ne derseniz deyin orası benim ülkem. Fakat Belçika depresif bir ülke. Belçika’nın havası da gri, insanları da gri... İyi yönleri de var ama Avrupa genelde sıkıcı. Oradaki hayat üstü açık bir hapishane gibi.
-Sinema sizin için bir
kaçış mıydı?
Evet. hem Belçika’nın sıkıcı havasından hem de polislikten... Yaptığınız meslek çok önemli. Ben polisken mutlu değildim. Türkiye’ye geldiğim zaman nefes alıyorum. Hatta enerjimi buradan alıyorum.
-İlk filminiz “Yasak Hisler”de eşcinsel bir polis karakter var. Bu filminizde ne kadar otobiyografik öğeler kullandınız?
Yüzde 80’i diyebilirim hatta yüzde 90... Bire bir gördüğüm hikayeleri anlattım ben. Çok başarılı oldu o film. Festivallerde gösterildi.
-Bu başarı sizi şaşırttı mı?
Çok. Türkiye’de duyulacağını hiç tahmin etmemiştim. Her şeyi o filmle öğrendim ben zaten.
“Belçika’da toplum polisiydim”
-Polis olduğunuzu biliyorum. Bıraktınız mı yoksa ara mı verdiniz?
Ara verdim.
-Neden polis oldunuz? Her zaman sinemaya ilginiz yok muydu?
Sinemaya ilgim sonradan başladı. Aslında avukat olmak istedim. Sonra kitapları görünce vazgeçtim. O sabır bende yoktu sanırım. Kısa yoldan
ne yapabilirim derken polis oldum.
23 yaşındaydım polis olduğumda.
-Belçika’da Türklere karşı yaklaşım nasıl? Hoşnutlar mı Türklerin polis olmasından?
Irkçılar. Neler çektim neler... Türk asıllı olduğum için oldu bunlar. Aslında Belçika vatandaşıyım.
-Hangi şubede görev aldınız?
Toplum polisiydim. Uyuşturucuyla ilgili operasyonlar yapıyorduk.
-Türkiye’deki kadın polislere dikkat ediyor musunuz? Neler yapıyorlar, nasıl davranıyorlar?
Hiç denk gelmedim kadın polise.
-Polisliğe devam etmeyi düşünüyor musunuz?
Hayır. Sinemaya devam...
-Çekmek istediğiniz bir polisiye hikaye var mı kafanızda?
Var. Birkaç tane var hem de... Biraz para meselesi. Büyük bütçe gerektiği için sıra bekliyorlar.
Onlar Türkiye'nin en çok bilinen isimleri. Şimdi ışıl ışıl yaşayan ünlülerin hayat yolculukları hep böyle başlamadı. Kimi kaset satarken söylediği şarkılarla keşfedildi, kimi inşaatlarda çalıştı. İşte ünlülerin ilk işleri...