30.06.2024 - 02:01 | Son Güncellenme:
Seyhan Akıncı - Samah Jabr, Kudüs’te yaşayan bir psikiyatr. Aynı zamanda Filistin Sağlık Bakanlığında Ruh Sağlığı Hizmetleri Başkanı. 7 Ekim’den sonrasını “Bir süre hastalar kliniğe gelmeyi bıraktı. Daha sonra travmaya bağlı semptomlardan muzdarip önemli bir insan dalgası görmeye başladık” diye anlatıyor: Uyuyamayan, yemek yemeyi bırakan gençler, Gazze’deki açlığa tepki olarak yiyecek istiflemeye başlayanlar, şiddetli kaygı ve depresyon yaşayan çok sayıda hamile ve lohusa kadın... İsrail işgalinin birçok kişide nesillere aktarılacak derin psikolojik yaralar bıraktığını söyleyen Dr. Samah Jabr’la Filistin’de iyileşebilmeyi konuştuk.
- Filistin’de psikiyatrist olarak çalışıyorsunuz. Tüm dünyanın TV’den, sosyal medyadan tanık olduğu şeyler bile yeterince ağırken, bunları yaşayan ve yaşayanları iyileştirmeye çalışan biri olarak kendinizi nasıl ayakta tutuyorsunuz?
Travmatik bir ortamda doğduğum için savunmalarım ve hayatta kalma mekanizmalarım hayatım boyunca doğal olarak gelişti. Her şeyden önce Allah’a olan inancım hayatımda merkezi bir rol oynuyor. İkinci olarak, Filistin davasının, savunmaktan onur duyduğum adil ve asil bir insani dava olduğuna kesinlikle inanıyorum; sanırım Filistinli olmasaydım ben de aynı şeyi yapardım. Ailem ve arkadaşlarım gücümün temel taşları. Mücadelemizde ortak bir bağı ve anlayışı paylaşıyoruz, bu da kolektif kararlılığımızı güçlendiriyor.
Doktor ve psikiyatrist olarak başkalarının iyileşmesine yardım ederek bir amaç buluyorum ve etrafımızı saran travmatik çaresizlik yüzünden felç olmaktan kaçınıyorum. Yorgun, üzgün ya da kederli hissettiğimde bahçemde huzur buluyorum. Kendi yiyeceğimi yetiştirmek ve bitkilerime bakmak, beni toprağa ve yaşamın döngüsel doğasına bağlayan günlük bir egzersiz. İnancımı, aile desteğimi, profesyonel amacımı ve toprakla olan bağlantımı bütünleştirerek, Filistin’deki işimin ve hayatımın büyük zorluklarına göğüs geriyor ve kurtuluşumuzun bir gün geleceğini umuyorum.
- 7 Ekim bir nesil için milat oldu. Sonrasında danışanlarınızda en çok hangi sorunlarla karşılaştınız?
Bir süre hastalar kliniğe gelmeyi bıraktı. Genellikle çatışmalar ve ilişki sorunları için yardım alanlar, Gazze’de tanık olduklarıyla karşılaştırıldığında çektikleri acının önemsiz olduğunu düşünüyorlardı. Online gördüğüm uluslararası hastalarım da bir süre ortadan kayboldu. Yeniden ortaya çıktıklarında kafaları karışmış gibiydi ve çoğu zaman benimle ilgilenmek istiyorlarmış gibi bir şeyler söylemeye çalışıyorlardı. Daha sonra travmaya bağlı semptomlardan muzdarip önemli bir insan dalgası görmeye başladık. Klinikte karşılaştığım en önemli sorunlar politik travmaya bağlı semptomlar. Dehşet ve kayıplarla dolu haber döngüsü birçok kişiyi sürekli bir endişe hâlinde tutuyor. Uyuyamayan, haberleri dinleyen gençler, yemek yemeyi bırakan ergenler ve Gazze’de insanlara yönelik silahlı açlığa tepki olarak yiyecek istiflemeye başlayanlar. Bombardıman altındaki barınaklarda hayvan yemi ve kana karışmış pide yiyen insanların görüntüleri akıllarından çıkmıyordu. Ayrıca Gazze’de öldürülen bebek ve çocukların resimlerini gördükten sonra şiddetli kaygı ve depresyon yaşayan çok sayıda hamile ve lohusa kadınla görüştüm. Birçoğu, çocuklarını böylesine güvensiz bir dünyaya getirdiği için kendini suçlu hissediyordu. İşini kaybeden erkekler psikosomatik acı çekiyor. Askerler veya yerleşimciler tarafından aşağılama ve işkenceye mağruz kalan diğer birçok kişi de de muhtemelen uzun sürecek ve nesillere aktarılacak derin psikolojik yaralar bıraktı.
- Bütün bunlarla başa çıkabilmek için Filistinlilerin Kurtuluş Psikolojisini benimsemeleri gerektiğini söylüyorsunuz...
Latin Amerika’da geliştirilen Kurtuluş Psikolojisi, baskının ve sosyal adaletsizliğin psikolojik etkilerini ele almayı amaçlayan bir yaklaşım. Ruh sağlığını sistemik eşitsizlik ve güç dinamikleri bağlamında anlamayı vurgulayarak kültürel açıdan duyarlı, güçlendirici ve kolektif iyileştirme uygulamalarını savunur. Bu yaklaşım, işgalin ruh sağlığına ilişkin sonuçlarını ele almak için daha uygun ve etkili. Kurtuluş Psikolojisinin temel ilkelerinden biri, dışlanmış toplumların güçlendirilmesidir. Bireyleri ve toplulukları kendi failliklerini geri almaya ve kendi iyileşme ve kurtuluşlarına aktif olarak katılmaya teşvik eder. Filistinliler için bu yaklaşımı benimsemek, baskı mağdurlarını değişimin aktif aktörlerine dönüştürerek güçlenme duygusunu geliştirebilir. Filistin travmasının kolektif doğası göz önüne alındığında, kurtuluş psikolojisi yaklaşımı, iyileşme sürecinde toplumsal destek sistemleri ve kolektif eylem ihtiyacıyla iyi uyum sağlıyor. İyileşmenin dayanışmayı ve karşılıklı desteği teşvik eden ortak bir yolculuk olduğu fikrini destekliyor. Şehit annelerinin şifa çemberleri, siyasi tutuklular kulübü, Filistin işlemeleri dokuyan kadınların dinleme grupları, Filistinli gençlerin işgal sırasında top mermisi alan ambulansların enkazından Cenin savaşının boğuk bir heykelinin yapılmasına katılımı. 2002’deki Cenin mülteci kampı, Filistin’de kolektif ve sembolik müdahalelerin nasıl uygulandığının birkaç örneği.
“Gazze’nin enkazdan yükseldiğini hayal ediyorum”
- Aylardır, hatta yıllardır Gazze’yi, Filistin’i “izliyoruz”... Peki, Filistinlilerin gözünden dünyanın geri kalanı nasıl görünüyor?
İki yıl önce Medicins Du Monde (MDM) İspanya ile birlikte çocuklarda travmayla ilgilenen psikologları eğitmek ve denetlemek üzere tıbbi bir görevle Gazze’ye girdim. Gazze’ye gittiğimde baskı ve kuşatmanın derinden etkilediği bir bölgeyi gözlemlemiştim. Gazze’den ayrılırken Erez kontrol noktasında saatlerce bekleyen Filistinli emekçilerin modern köleliği yansıtan acı gerçeğine tanık oldum. Gazze’deki deneyimim bana, Gazze halkının derin travmasını ve dayanıklılığını öğretti. Gazzeliler için en derin travma sadece düşmanın saldırganlığı değil, aynı zamanda komşularının ihaneti ve terk edilmesiydi. Gazzeliler insan haklarına ve uluslararası hukuka olan inançlarını kaybetmiş olmalı; aksi takdirde insani duygularını kaybederler ve ilk seçenek daha sağlıklı. Gazze’nin sonunda enkazdan yükseldiğini, gözlerimizin içine baktığını, muhtemelen eylemlerimizi sorguladığını veya belki bizi affedeceğini ve çökmüş insanlığımızın yeniden inşasına katkıda bulunacağını hayal ediyorum.
“Protestolar Filistinliler için güçlü bir teselli”
- Önemli bir kesim Filistin meselesine sessiz kalıyor ama birçok insan işgali protesto ediyor. Gazzeliler ve Filistinliler için bu ne anlama geliyor?
Küresel aktivistlerin, özellikle de üniversite öğrencilerinin gösterdiği dayanışma, sadece siyasi bir duruş değil, Gazzelilerin ve Filistinlilerin psikolojik ve duygusal iyileşmesinde hayati bir unsur. Aktivistler, Filistinlilerle bir arada durarak adaleti savunuyor, daha adil ve barışçıl bir dünyanın yaratılmasına katkıda bulunuyor. Dayanışmanın iyileştirici gücü karşılıklıdır ve adalet ve eşitliğe doğru kolektif bir yolculuğu teşvik eder. Uluslararası protestocuların gösterdiği dayanışma, Filistinliler için güçlü bir teselli. Dayanışma hareketlerinin tedavi edici potansiyeli derindir. Gazzeliler ve Filistinliler uluslararası toplulukların eylemlerine ve desteğine tanık olduklarında, amansız baskının neden olduğu psikolojik izolasyon hafifliyor. Dayanışma hareketleri aynı zamanda önemli ahlaki ve etik anlamlar da taşıyor. İsrail işgalini destekleyen hükümetlerin ve medyanın tarihsel suç ortaklığının reddini temsil ediyorlar.