09.07.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:
OTOMOBİL PROFESÖRÜ: Hakan ÇELİK
Dünyada aşağıyı yukarı bütün büyük şehirleri gördüm. Önemli bölümünde araç kullandım. İstanbul ise bu anlamda çok sıra dışı bir yer. Otomobille bir noktadan diğerine gitmenin İstanbul kadar güç olduğu başka bir şehir hatırlamıyorum. Araca bindiğim andan itibaren indiğim dakikaya kadar sayısız güçlükle ve stresle karşılaşıyorum. Otomobil kullanmak en büyük tutkularımdan biri olduğu halde acaba artık şoförle mi hareket etsem diye düşünüyorum.
Bunun en büyük nedenlerinden biri, otomobil park etmenin dayanılmaz sıkıntısı. İstanbul'da artık Levent, Etiler, Bebek gibi semtlerde belli gün ve saatlerde araçla hareket etmek imkansız hale geldi. Herkes gideceği yere özel aracıyla gidip, mümkünse kapının önünde bir yerde park etmeyi denediğinden trafik kilitleniyor. Ünlü mekanların önünde uzun bir vale kuyruğu oluşuyor.
Ben, otomobilimi kendim park etmek isterim. Araç bana ait olmasa bile tanımadığım kişilere anahtar teslim etmekten rahatsız olurum. Dünyada valelerin, değnekçilerin İstanbul kadar kral olduğu şehir yoktur. Mekanın önüne gidince sizi şöyle bir süzerler. Eğer ortalık çok kalabalıksa, rica minnet arabanızı alırlar. Çoğu zaman aracınızı aldıklarına dair fiş bile vermezler. Sonra gözünüzün önünde gazlayarak otomobilinizi bilinmeyen bir yere götürürler. 20 milyondan aşağı para veremezsiniz. Kimi mekanlarda 50 milyon bırakmak gelenek haline geldiği için daha az bir vale ücreti bırakanlara kötü davranılır.
Bu arada dünyada, Amerika dahil hiçbir ülkede bu kadar yüksek bir vale ücreti alınmadığını hatırlatayım. Amerika’nın en pahalı otellerinin vale ücreti bile 10-12 doları geçmez. Genelde otopark alanları geniş ve konforlu olduğu için çoğunlukla valeye de ihtiyaç duyulmaz.
Bence değenekçi sektörünü besleyen en önemli faktörlerden birisi Türk kadınları. Evet maalesef bu ülkede kadınlar iki adım yürümekten nefret ediyor. Ayakkabılarının topuklu olduğunu gerekçe göstererek mekanlarından tam önünde araçtan inmeyi tercih ediyorlar. Yoksa bana inanın hiçbir erkek arabasını göz göre göre kim olduğu belli olmayan insanlara teslim etmek istemez.
İstanbul’da hangi sınıfta eğlence mekanına ya da restorana giderseniz gidin bir şekilde aracı park etmekle ilgili bir sıkıntı yaşanıyor. En lüks mekanlarda da daha mütevazı kebapçılarda da aynı sorun var. Size iki örnek:
İstanbul’da yemek yenebilecek en güzel mekanlardan biri olan Ulus 29’da bir otopark sorunu yaşamıştım. Ulus 29’a bitişik otoparka girip aracımı kendim park ettim. O sırada beni izlemekte olan vale görevlisi, “Aracınızı siz kendiniz park edemezsiniz. Mutlaka kapıya geri gidip otomobili valeye vermelisiniz” demişti. Hatta daha da ileri giderek “Aracı kendiniz park etmekte ısrar ederseniz buraya giremezsiniz” deyince ben çileden çıkmıştım.
Neyse sonra işletmenin sahibi Metin Fadıllıoğlu, bütün nezaketiyle olaya müdahale ederek sorunu çözmüştü.
İstanbul’un en ünlü kebapçılarından Kaşı Beyaz’da ve benzeri mekanlarda sorun başka şekilde yaşanıyor. Mekana girer girmez birileri kapınızı açmak üzere araca hamle yapıyor.
Mekandan ayrılırken da aracımın kapısını ben istemesem de zorla açıp beni bindiriyor. Sonra arkamda neredeyse stadyum kadar geniş bir alan olduğu halde bağıra bağıra “Gel gel gel” diye sinirlerimi bozuyor.
“Kardeşim rahat bıraksanıza beni. Belki otomobile girmeden önce arkadaşımla çok özel bir şey konuşacağım, niye beni adım adım takip ediyorsunuz!” demek geliyor içimden. Eğer otoparka aracımı park etmem bir işletme maliyeti getiriyorsa, bunu yemek fiyatına dahil et, olsun bitsin.
İşletmecileri ve yerel yönetimleri İstanbul'u bu vale ve değnekçi saçmalığından kurtarmak üzere proje üretmeye çağırıyorum. Ben ve benim gibi milyonlarca insan artık isyan ediyoruz. Arkamızda vale, değnekçi ya da otopark görevlisi görmek istemiyoruz. Bizi ve otomobillerimizi rahat bırakın.