
Osmanlı'nın bilinmeyen özelliği: Çınar ağacı
623 yıl boyunca Türk ve dünya tarihinin en önemli devletlerinden biri olan Osmanlı Devleti’nin birçok özelliği vardı.
Hiç dikkat ettiniz mi? Etrafınızda, şehir merkezlerinde koca koca, yaşlı çınar ağaçları vardır. Peki bunların orada olmasını bir nedeni olduğunu düğününüz mü? Evet, onların orada olmasını bir sebebi var. Yani rastgele oluşmuş ağaçlar değillerdir.
Çınarın Türk tarihindeki yeri
Milletlerin tarihlerinde birçok varlık önemli bir yer almaktadır. Kimi ayıyı sever, kimi kurdu, kimi aslanı… Türkler’de de kurt kadar önemli başka bir canlı çınar ağacıdır. “Ulu ağaç” olarak nitelendirilen çınar evin ağacıdır. Doğumun temsilcisi olan çınar, yapraklarını geç dökerse kışın geç geleceğini, erken dökerse sert geçeceği inanışı vardı. Hatta çocukları doğduğunda bir çınar ağacı diken aileler, uzun ömürlü olmalarını istedikleri için böyle bir şey yaparlardı.
Osmanlı döneminde ise geçmiş ile geleceği birbirine bağladığına inanılırdı. Çünkü çınarın ömrü çok uzundu ve nesiller boyunca bir mesaj aktarabilirdi.
Osman Gazi’nin rüyası
Osmanlı Devleti’nin kurucusu ve ilk padişahı Osman Gazi’nin Şeyh Edebali’nin evinde gördüğü bir rüya geçmişten beri anlatılagelen bir vaka olmuştur.
Rüyaya göre Osman Gazi rüyasında, vakit sabah ezanına yaklaşmışken, yorgunluk ve uyku da bir hayli bastırmışken, Kur’an elinde, yaslandığı yerde, tatlı bir uykuya daldı Osman Bey. Uyurken bir rüya gördü. Rüyasında kendisi Şeyh Edebali’nin yanında yatıyordu. Edebali’nin göğsünden bir hilal doğdu. Hilal biraz yükseldikten sonra büyüdü, büyüdü ve dolunay haline gelince kendisinin göğsüne girdi. Daha sonra göğsünden bir ağaç bitip büyümeye, yükselmeye başladı. Bir çınar ağacıydı bu. Büyüdükçe yeşerdi, güzelleşti. Dallarının gölgesiyle bütün dünyayı kapladı, dünyanın her tarafından insanlar gurup gurup gelip bu çınarın gölgesine giriyorlardı, çok mutlu ve neşeliydiler. Ulu çınarın gölgesinde dağlar, dağların dibinde pınarlar gördü. Ağacın yanında ise dört sıra dağlar gördü ki bunlar Kafkas, Atlas, Toros ve Balkanlardı. Ağacın köklerinden Dicle, Fırat, Nil ve Tuna çıkıyordu. Bu nehirde koca koca gemiler yüzüyordu. Tarlalar ekin doluydu. Ağaçlar meyve dolu. Dağların tepeleri ormanlarla örtülüydü. Ruy-i Zemin yemyeşil, asuman masmaviydi. Vadilerde şehirler vardı. Şehirlerde camiler arz-i didar ediyordu. Bunların hepsinin altın kubbelerinde birer hilal parlıyor, minarelerinde müezzinler ezan okuyorlardı. Ezan sesleri ağaç dallarındaki kuşların cıvıltısına karışıyordu. Bir ara ulu çınarın yaprakları kılıç gibi uzamaya başladı. Derken bir rüzgâr çıkıp bu yaprakları İstanbul’a doğru çevirdi. Şehir iki denizin ve iki karanın birleştiği yerde iki masmavi firuze ile iki yemyeşil zümrüt arasına oturtulmuş pırıl pırıl bir elmas gibiydi. Sanki bütün dünyayı kuşatan geniş bir ülke gibi halkalanan bir yüzüğün kıymetli taşını andırıyordu İstanbul. Ve nihayet Osman Gazi Han bu yüzüğü parmağına takıyorken uyandı.
Bu olaydan sonra Osman Gazi ve nesli tarihe damga vurdu.
Meydanlardaki ağaçlar ne için?
Osmanlı toprakları git gide büyümeye başlamıştı. Her yıl yeni şehirler fethediliyordu. İşte burada devreye çınar ağacı giriyordu. Belli başlı şehirlerin meydanlarına çınar ağacı dikiliyordu. Uzun ömürlü bu ağaçlar da, şehir başka devlet tarafından fethedilse bile orada Osmanlı’dan bir eser olarak kalıyordu. Sonuçta yeşili dünyanın ortak değeridir.