Yürümenin de felsefesi olur muymuş?
Frederic Gros, Yürümenin Felsefesi kitabında, ilk anda akla gelmeyecek şekilde ele alıyor ‘yürümeyi ve felsefesini’.
Bu kitabı okumaya başladığımda hoşuma giden yerleri not almaktan okuyamaz olmuştum. Bir kaç satır okuyorum, hop not al, bir sayfa daha oku, ah bu da ne kadar doğru ve güzel not al derken bir süre sonra not almayı bıraktım. Dedim ki bu şekilde okumanın keyfi çıkmayacak, en iyisi hatırladıkça tekrar okurum kitabı.
Kitabın ismine baktığınızda ilk akla gelen yürümeye dair bilimsel araştırmalara dayanan bir çalışma oluyor. Hatta kitabı sırf bu sebeple alıp okuyan bazı arkadaşlarımda hayal kırıklığı yaratmış. Yürümeyi çok sevdiğimden mi ya da son zamanlarda uzun yürüyüşlere çıkma planı yaptığımdan mı bilinmez , kitabı okurken inanılmaz keyif aldım.
Yürümek için yetenek gerekmiyor diyor kitapta. İki ayağımızın olması yeterli. Yani herhangi bir engelimiz yoksa, hepimiz doğal akışında yürümeyi öğreniyoruz. Diyeceğiz ki her gün bir yerlere yürüyoruz, bunun felsefesi olur muymuş. Yürümekten kasıt, işe yürümek, bakkala gitmek, sinemaya giderken yürümek değil. Yürümek asla bir yerlere yetişmek değil, yavaş gerçekleşen bir eylemdir der Frederic Gros. İşe yetişmeye çalışırken ya da bir yerlere ulaşmaya çalışırken, hedefimiz o yere ulaşmak oluyor , yürümekten çok yetişmeye çalışma içerisinde buluyoruz kendimizi. Hal böyle olunca ne her gün geçtiğimiz sokaktaki çiçekleri ya da grafitileri fark ediyoruz ne de güneşin, yağmurun güzelliğini.
Kitapta Nietzsche, Rimbaud, Rousseau, Nerval, Thoreau, Kant , Gandhi gibi isimlerin hayatlarında, yürüyüşün nasıl bir yer tuttuğuna ve yürüme felsefelerine değiniyor. Kimi uzun yürüyüşlere çıkmadan yazamazken kimi için ise yürümek bir direniş. Nietzsche keşiş gibi yorulmak bilmez uzun doğa yürüyüşlerini, sarp yerleri tırmanmayı severken, Kant ise küçük çaplı kısa yürüyüşlerde kendini bulduğuna değiniyor. Thoreou ise yerli kabileler ile tanışmasına vesile olan seyahatler yaparmış.
Bununla birlikte her türlü yürüme eylemine farklı açılardan yaklaşan göçebeler, seyyahlar, aylaklar, mülteciler ve göçebelerden de bahsediyor. Yürüme eylemini gerçekleştiren her kesimi kendi varoluşu içerisinde değerlendiriyor.
Bende en etki bırakan ve hiç böyle düşünmemiştim dedirten satırlar ise;
‘ Yürüyerek benliğinizle buluşmaya gidemezsiniz. Burada mevzu, kendinizi yeniden bulmak, otantik bir ben veya kayıp bir benliğe yeniden kavuşmak için eski bağlardan kurtulmak değildir. Yürüyerek kimlik fikrinin kendisinden, biri olma, bir isim ve hikayaye sahip olma isteğinden kaçarsınız.’
Sanırım birçok kişi kendi varoluşuna dokunmak için yürürken, modern hayatta hep kalıplara sokulduğumuzdan bu cümle beni bu kadar vurdu. Tüm sorunları, statüleri, işleri geride bırakıp, ‘yürürken biri olmama özgürlüğünü yakalarız’. Bir yere varma endişesi olmadan yürümek ise en büyük özgürlüklerdendir. Çünkü yorgunluğun ve yolun sonunda insan her zaman gideceği yere ulaşır.
Kitabın her cümlesi adeta özlü sözlerden ibaret. Burayı alıntılarla doldurmak yerine, bu keyifli yolculuğu sizlerin okuyarak deneyimlemesini isterim.
Son olarak bana göre yürüme eylemini ve bende uyandırdığı hisleri tanımlarsam;
Sadece yürümek, başka bir şey yapmaya ihtiyaç duymamak, bir yere varmaya çalışmamak, peşinden koşacak bir hedef olmaması. Özellikle doğa ile iç içe keyifli rotalarda, ağaçların dokusunu, çeşitliliğini, doğanın sessizliğinin, havanın değişkenliğini, kalabalık zihinden süzülen ben duygusunu, günlük koşuşturmacayı geride bırakarak zamanı yakalamak değil zamanla hareket etmek, kısaca ‘var olmak’.