Modern çağın hastalığı: Hayatın anlamını sorgulama
Dünya modernleşme çağını yaşarken, insanlar da garip şekillerde modernleşiyor. Modernleşen yaşamlar da insana yeni arayışlar sunuyor. Kimi uzaya çıkmanın yollarını arıyor, kimi kısa yoldan zengin olmanın... Bazılarımız da yeni bir 'trend' gibi hayatının anlamını arıyor. Hal böyle olunca, işinde terfi etmeyi 'başarı', aşık olmayı 'ebedi mutluluğun sırrı', iyi bir arabaya binmeyi 'hayali' olarak anlamlandıran son model insanlar türüyor...
Dünyanın ihtişamı, mutluluğun anahtarı mı?
Hepimiz hayatı arayış içinde geçiriyoruz. Mutluluğu arıyoruz, başarıyı, aşkı, şansı... Aynı zamanda, sürekli bunları bulamadığımızdan yakınıyoruz. Bulduğunu sanıp yanılmanın pişmanlığını yaşıyoruz. Aslında tam olarak bu 'bulamamışlık' sebebiyle, insan tarihinin en büyük bunalımlarından birini yaşıyor. Dünya teknolojik ve bilimsel tüm ilerlemeleri ve modernitesine rağmen, insanı mutlu edemiyor. Neden? Çünkü insan ne kadar doyumsuzca nesnelere bağlı olsa da, özünde içgüdüleriyle hareket eden bir varlık. Yani dünyevi hiçbir imkan, sonsuz mutluluğu getirmediğinden, çılgınlar gibi serveti olan iş adamları veya herkes tarafından sevilen ünlülerin intiharla sonlanan hayatlarını görüyoruz.
Bu durumda akla gelen ilk soru, herhangi bir şeyi yapmaya hazırlanırken, onu yapma motivasyonumuzun ne olduğu olsagerek. Çünkü insan yaptığı tüm eylemlerde anlam ararken, aynı zamanda yapabilmek için güç de arar. Peki bu gücü bulduğu şeyler ona gerçekten aradığı anlamı da buldurur mu? Hiç sanmıyorum. Çünkü hiçbir insan gerçek anlamı başkasının ilgisinde bulamaz.
Örneğin bir araba satın almanın hayalini kuruyorsanız ona sahip olmak sizin için yeterince mutluluk verici olacaktır. O halde neden insanlar arabalarının onları yeterince mutlu etmediğini düşünüp modelini yenilemek ister? Çünkü onlar için anlamlı olan bir arabaya binebiliyor olmak değil, arabanın ne kadar insana “Wowww çok iyiymiş” dedirttiğidir. Bu da anlamın kendisinden tamamen sapıp bir nesneye anlam yüklemenize sebep olur. Bu yüzden günün sonunda bilmem nerenin CEO’su olmak veya çok sevilen bir ünlü olmak 'yetersiz' kalır ve intihar edersiniz...
Önemli olan mutlu olmak değil, mutlu görünmek!
Çağın insanın kuşkusuz en büyük problemi, attığı her adımı başkaları için atıyor olması. “Elalem ne der?” kaygısının da ötesinde, beğenilme, ilgi görme, takdir edilme arzuları, insanı asıl amacından tamamen uzaklaştıran hisler. Çünkü modern dünya insanı her zaman sonuç odaklı olmak zorunda. Her şeyin en iyisine sahip olabilmek, en iyisi olabilmekten daha önemli artık... Başta size verilen işi başarmak ve başarının getirdiği hazları yaşamak 'anlamlı amacınız' olsa da, sonunda anlam yüklediğiniz şey, yıl sonunda alacağınız prim olur. Bu da sizi başarı hazzından tamamen uzaklaştırdığı gibi mutlu da etmez. Günün birinde çok başarılı olduğunuz işinizden “Yeter, müdür de demeyiversinler bana!” diyerek istifa edebilirsiniz. İşte o gün, başkaları için yaşadığınızı fark ettiğiniz gündür. Başarının anlamını hissedebilmeniz, başarınızın alkışlanmasından daha değerli olmalı çünkü.
İnsanlar olarak ilgiye öyle açız ki, nerede ilgi görebileceğimiz bir şey varsa oraya kulak kabartıyoruz. Bu açlık sizi amacınızdan ve anlamınızdan tamamen uzaklaştırıp yalnızca ulaşacağınız sahte tatminlere odaklar. Bu da sizi sonunda yetersiz göreceğiniz bir mutluluk duygusuna sürükler. Herkes tarafından sevilen bir insan olmak artık anlamlı değildir; çünkü zaten anlam verdiğiniz şey hiçbir zaman sevginin kendisi olmamıştır... Yani en başında bir şeyi başkalarının ilgisi ve düşüncesi için isteyenler, o şeyin güzelliğini asla göremeyeceklerdir.
Fırat Devecioğlu 'Yüzleşme' isimli kitabında insanın neden bir başkası için yaşadığını, bunu yaparken nasıl kendi yaşamını atladığını ve günün sonunda ardında yaşamın değerine dair ne büyük 'keşkeler' bırakarak gidebileceğini anlatmış. Bununla ilgili değerli bir tespiti, kitabındaki şu sözlerle belirtmiş:
“Sadece alkış almayı düşleyerek yola çıkan biri için ilerlemek zamanla çekilmez olur ve bir gün mutlaka bu yoldan vazgeçer. Yaptığı şeyi anlamlı bulan biri için sadece yolun sonu değil, kendisi de güzeldir.”
Amaca kolayca ulaşabilmek onu değersizleştirir
Günümüzde neredeyse her aradığımıza kolayca ulaşabiliyoruz. Teknolojik tüm yenilikler sayesinde çoğu şeyi yerimizden bile kalkmadan hallediyoruz. Böyle olunca da hiçbir şey için o kadar da büyük çaba harcamamıza gerek kalmıyor. Peki bunun değerini biliyor muyuz? Gerçekten her şey 'bir tık' uzağımızda olmasaydı da bu kadar değersiz olur muydu?
İnsanın herhangi bir isteğine ulaşması onun kolay olup olmamasıyla büyük değişiklik gösteriyor. Ulaşmanız ne kadar kolaysa, anlamını da o kadar yitiriyor. Modern dünya insanın en büyük problemi de bu. Çünkü yukarıda bahsettiğim 'yolda olma ve arayışın' hazzını yaşayamıyor. Hayat koşturmacasına adapte olmuşken durup anlamın bu kadar kolay ulaşılabilir, içi boş şeylerde olamayacağını göremiyor.
Hayatınıza anlam katan eylemlerin zor ve meşakkatli olması gerektiğinden bahsetmiyorum. Elbette ki çok basit şeylerde de büyük anlamlar bulabilirsiniz. Sorun o anlama ulaşabilmek için gösterdiğiniz çabada. Ne yazık ki modern insan bu çabayı göstermesi gerektiğini unutmuş durumda.
Bir tiyatro sanatçısı olmayı isterken, aklınızdan geçen binlerce insanın sizi alkışlamasıysa ve tiyatroyu kafanızda yalnızca alkışlanan bir sanat olarak anlamlandırdıysanız, ilk aldığınız alkışta amacınıza ulaştınız demektir. Bu amaca ulaşmak da basit olduğundan, günün sonunda sizi mutlu etmeyecek ve “Bu işte bir şeyler eksik” dedirtecek. Ama aklınızda tiyatronun anlamını sahne tozu yutabilmekle ilişkilendirebildiyseniz, bu anlamı sanat hayatınız boyunca hissedebileceksiniz. Çünkü yaptığı işin anlamını bilen kimse, o işi bir başkasının takdiri için yapmaz.
Her şeyin bir anlamı olmalıydı
Farkındaysanız günümüzde bazı şeylere ciddi bir heves ve yönelim var. Kişisel gelişim kursları, meditasyon merkezleri, ilişki koçları... İnsanlar mutluluğu ve hayatın anlamını yapabilecekleri her şeyde arıyor. Biraz mutlu görünen herkesten muhtaç gibi tavsiyeler alıyorlar. Öteki taraftan gözü sadece katılacağınız seans ve eğitimlerin parasında olan kimseler de 'nasıl daha paranoyak ve anlamsız' bir yaşam geçirebileceğinizin sırrını veriyor. Bir de bunu mutluluğun anahtarı gibi pazarlıyorlar... Sizlere “Başkasının ne dediğini önemsemeyin, ne istiyorsanız onu yapın” gibi bahsi geçen modern insanın onlarca yıl önce yapmayı bıraktığı şeylerin tavsiyesini veriyor. Günümüz dünyasının insanı, böylesine hırs ve ego ile doluyken, rekabet ortamı deliler gibi kızışmışken, bu tavsiyelere kulak asıp mutluluğu burada aramak olacak iş değil doğrusu...
Sürekli size yaptığınız eylemlerin 'anlamlı' olması gerektiğini empoze eden birtakım düşüncelere maruz kalıyorsunuz. Örneğin evlenmenin anlamının aile kurmak olduğunu düşünüyorsunuz veya başarının anlamını çalıştığınız şirketin yöneticisi olmakta bulacağınızı sanıyorsunuz. Çünkü bunlar toplum tarafından size böyle empoze ediliyor. Gördüğünüz bir reklamdan tutun, okuduğunuz bir kitaba kadar her şey size anlam bulmanızı söylüyor. Bunun sonucunda kendinizi “Bunun bir anlamlı olmalı, çünkü olmak zorunda” derken bulabiliyorsunuz.
Halbuki bir şeyin anlamlı olabilmesi bir gereklilik değil. Sizin için 'değerli' olması gereklilik. Değer verdiğiniz ne yapıyorsanız, anlamlı olan da odur. Çevrenizde dönenler hayatınıza yön veremez. Yoksul bir ailenizin olması, hırsı hayatınızın anlamı yapmanıza sebep olmamalıdır. Yürüdüğünüz yolun bir gün bomboş ve anlamsız gelmemesi adına sadece kendiniz için değerli gördüklerinizin peşinden koşun. 'Bir yere varabilmeyi' düşünerek koşulmuş bir yolun tek anlamı, varıp varamayacağınızdır. “Değer verdiğiniz bir şeyin yolunda koşabiliyor” olmanın anlamıysa, bundan çok daha fazladır...