Kafelerdeki ses kirliliğini kanıksamayalım
Ernesto Sabato'nun 'Direniş' kitabı geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Daha önce ağırlıkla romanlarına denk geldiğimiz Sabato'nun bu kitabında denemeler yer alıyor. Ve kitapta öyle bir noktaya temas edilmiş ki, gerçekten de 'Adam haklı' diyorsunuz. İşte o nokta atışı: 'Kafelerde oturduğumuzda neden bangır bangır müzik çalıyor?'
Bir arkadaşınızla buluşmaya karar veriyorsunuz ve haliyle dışarda güzel, tatlı bir mekanda buluşma kararı alıyorsunuz.
Kahve siparişi, mis gibi hava, güzel dekorlar...
Ama o da ne?
Bangır bangır çalan müzik de size eşlik ediyor.
Ve siz, adeta insanlıktan çıkmışcasına bağıra bağıra, avaz avaz konuşurken buluyorsunuz kendinizi.
Sabato, "İlkel insan mıyız biz? Niye bağırmak mecburiyetinde kalıyoruz?" diyor, ne kadar da doğru diyor.
Keyifli bir vakit geçirmek için seçtiğimiz o kafe, bütün muhteşemliğine ve 4 4'lüklüğüne rağmen aslında ses tellerimizi mahvetmemize yol açıyor.
Kelimelerimizi karşı tarafa aktarabilmek için Gülşen'den daha çok Gülşen, Tarkan'dan daha çok Tarkan'laşıyoruz.
Medeniyet bu mudur?
Sessiz bir mekan iş yapmıyor mu cidden?
Yoksa birileri bizi buna şartladı da, kanıksadık da mı o yüzden ses çıkarmıyoruz?
Sessizlikle başa çıkamıyor muyuz sahiden?