Mars yolculuğu hayal mi, yoksa gerçek olabilecek mi?
NASA birkaç yıldır dünyamız ve gezegenlerle ilgili hayati detayları, tüm dünyadan canlı izlenebilen basın açıklamalarıyla bizlerle paylaşıyor. Fark ettiyseniz günümüzde bu haberler daha fazla ilgi çekiyor. Yayın organları açıklama saatini önceden bildiriyor ve milyonlarca insan NASA’nın internet adresine kilitleniyor. Bu açıklamalar yeri geldiğinde büyük sansasyon da yaratabiliyor. Aşağıda bahsedeceklerim de tam olarak böyle bir etki yarattı. Çünkü NASA, Mars’ta yaşam ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu.
Bundan yıllar önce; yani 20 Temmuz 1969 günü Apollo 11 dünyadan fırlatılarak, 3 adamı 30 tonluk bir kapsülle, 385 bin kilometrelik bir mesafeye taşımıştı ve sonrasında insanoğlu ilk kez dünya dışı bir gezegenin üzerinde adım atmıştı. Ay’a yapılan bu ilk yolculuğun hazırlığı uzun sürmüş ve NASA, Amerika’ya çok pahalıya patlamıştı. Fakat Mars’a yapılacak yolculuk çok daha uzun ve zorlu bir hazırlık süreci gerektiriyor. En basiti, Mars Ay’a göre dünyaya 140 kat daha uzakta. Şu anki teknolojiyle gidiş-dönüş 3 yıl sürecek ve bu görev için 4 ile 8 astronotluk bir ekip kurulacak. Bu görev için yapılacak roketin, daha büyük bir Apollo 11 olacağını düşünüyorsanız, bir kez daha düşünün. Çünkü bu roket ilk kez, insanoğlunu dünyanın çekim bölgesinden çıkararak, dünyanın korumasından çok daha uzağa götürecek. Durum böyle olunca da Mars’a gitmek, şu ana kadar gerçeklemiş hiçbir uzay seyahatine benzemeyecek. Ay’a giden Apollo’dan çok daha donanımlı ve kapsamlı bir uzay aracı gerekecek. Hatta NASA’ya göre, Mars’a gidebilecek, tüm ekipmanı bünyesinde barındırabilecek büyüklükte bir roketin, tek parça halinde dünyadan gönderilmesi mümkün değil. En az 7 fırlatma yapılarak, her parçanın dünyanın yörüngesinde birleştirip Mars’a öyle gönderilmesi gerek. Yani iş tahmin edildiğinden de zor.
Asıl belirtmem gerekense, az sonra bahsi geçecek sorunlar. Ancak NASA bu fırlatma işlemini yapabilecek teknolojiye sahip olduğunda gerçekleşecek. Çünkü şu an ne Mars’a roket gönderecek ne de roketin içindeki insanların yaşam fonksiyonlarını devam ettirecek teknolojiye sahip değiller...
Mars'ın doğası bize uygun değil
Mars, koşulları gereği insan doğasına uygun değil. Buna sebep olan başlıca etken ise, yer çekiminin olmaması. Sürekli uçuyor olmak kulağa keyifli gelse de, NASA bünyesinde bile yerçekimsiz ortamda 15 aydan fazla geçiren kimse olmadı. Mars’a gidiş süresinin bile bu sürenin 3 katı olduğu varsayılırsa, ne yazık ki yer çekimsiz ortamın insan için ne kadar tehlikeli olacağı büyük muamma. Sorun sadece bununla kalmıyor. Özellikle soğukluğu, yüksek radyasyon miktarı gibi daha birçok tehlikesiyle, insanlığa düşman bir çevreye sahip Mars. En önemlisi,dünya atmosferinin yüzde 78’i azot, yüzde 21’i oksijenden oluşurken, Mars’ın atmosferini yüzde 96 oranında karbondioksit oluşturuyor. Bu da oksijen tankını çıkardığınızda saniyeler içinde ölebileceğiniz anlamına geliyor.
Yolculuktan sağ çıkmak imkansız
Deneyler, astronotların bu yolculuk sonunda yürüyemeyecek kadar kemik ve kas erimesi yaşayacaklarını gösteriyor. Özellikle yukarda bahsettiğim yer çekimsiz ortamda yolculuk süresince (3 yıl) kalmanın bedeli ağır olacak gibi görünüyor. Kemik ve kas dokusunun testesteron kullanmadan korunmasının mümkün olmayacağı söyleniyor. Dünya koşullarına göre evrilmiş bir vücudun yer çekimsiz ortamda bu kadar uzun süre kalması mümkün olmadığı gibi, bu kadar uzun süre (ve tüm Mars yaşamı boyunca) testesteron hormonu kullanmanın da insanı neye 'çevireceği'henüz bilinmiyor...
NASA’nın bir diğer araştırmasına göre, insan psikolojik olarak da bu yolculuğa hazır değil. Uzun süre aynı insanlarla aynı ortamda kalmanın, aynı manzarayı izleyip, hiç değişmeyen rutinleri gerçekleştirmenin, astronotlarda depresyona ve davranışsal bozukluklara sebep olacağı düşünülüyor. Bununla ilgili yapılan çalışmalarda denek astronotların bazılarının öfke nöbetleri geçirdiği ve yolculuktan vazgeçmek istedikleri görüldü. Anlayacağınız sadece fiziksel olarak değil, ruhsal olarak da bu yolculuğa hazır olmamızı sağlayacak imkan ve teknolojiye sahip değiliz...
Mars’a ulaşsak bile...
Diyelim ki sıfır yer çekiminin zayıflatıcı etkisini atlattınız, kemik ve kaslarınız eriyip yok olmadı, akıl sağlığınızı korudunuz, delirmeden yolculuğu tamamladınız, her şeyi geri dönüştürdünüz, üstelik radyasyon, güneş patlamaları ve süpernova etkilerinden de kurtuldunuz. 56 milyon km yolculuğun ardından sonunda Mars'a vardınız... Sırada görevin en önemli kısmı var: Yaşamak...
Mars turizmi, Mars’ta yaşam alanları, koloniler gibi havalı şeyler konuşulsa da, şu an için hepsi hayal. Çünkü astronotların iniş yapabilseler bile, yaşayabilecekleri konusunda endişeler var. Özellikle Mars yüzeyinin zayıf manyetik alanından dolayı radyasyonu geçirmesi, yaşam formumuzun daha önce karşılaşmadığı büyük bir tehlike. Aynı zamanda Mars’ta yaşayanların güneş rüzgarlarına ve kozmik ışınlara direkt maruz kalmaları, önlenemez problemlerden bir diğeri.
Tüm bunları birleştirince de yolculuk ancak 2030 yılı ve sonrası için öngörülebiliyor.
Peki neden alternatif bir dünya istiyoruz?
NASA’nın her açıklamasını neden bu kadar büyük bir heyecanla bekliyoruz? Kendimiz edip kendimiz bulduğumuz bu dünyadan kaçmayı sadece heyecanlı olduğu için mi istiyoruz, yoksa etik sebeplerimiz mi var? Her ikisi de insanın bencil duygularının gülünç sonuçları olsa da, ne yazık ki iki si de doğru. Nihai amaç elbette ki dünyada yitip giden ve hala gitmekte olan kaynaklara alternatif bulmak ve yiyip bitirdiğimiz dünya yeniden bir 'big bang' yaşamadan kaçabilmek. Araştırmacılar ne zaman yeni bir dünya bulduğunu işaret etse, “İşte” diyoruz, “Bu sefer kurtulduk galiba!”
Doğal kaynakları hızla tükenen, doğanın kendi kendini yenileyemez bir sona doğru sürüklendiği, iklim değişikliği senaryolarının artık hiç umut vaat etmediği, nüfusun dizginlenemez bir biçimde arttığı dünyaya alternatif bir gezegen ihtimaliyle bu haberleri pür dikkat takip ediyoruz. Görmeyeceğini, gidemeyeceğini bilse de merak duygusu ve ihtimaller insanı her daim cezbediyor... Ne de olsa dünyanın sadece 'bize' ait olduğunu düşündüğümüz gibi, diğer gezegenlerin de bize ait olabileceğini düşünüyoruz. Öyle olmadıkları halde, oldurmaya çalışıyoruz. Sonuçta insanız, tüketmeye evrilmiş tek yaratığız...