16.01.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
Seyhan Akıncı - Perde açılır ve siz gözünüze çekilen perdenin görmenizi istemedikleriyle baş başa kalırsınız tiyatro salonunda. DasDas'ın bu sezonki yenilerinden "Ağaçtaki Kız" zarif bir gösterme biçimi sergiliyor hem sahneleme, hem oyunculuklar hem de metin açısından. Zarafet denince hemen çıtkırıldım bir algı belirir ya tam tersidir esasında. Şebnem İşigüzel'in aynı adlı romanından İlksen Başarır'ın uyarladığı ve yönettiği oyunda "Ağaçtaki Kız" olarak Ahsen Eroğlu'nu izliyoruz. Oyun, Ahsen Eroğlu'nun dediği gibi "Sadece Ağaçtaki Kız'ın değil, toplumumuzun da hikâyesi" ve İlksen Başarır'ın ifade ettiği gibi "Her ses susturulabilir ama size bildiğiniz gerçeği her gün fısıldayan o sesi susturmak mümkün değil." İkili ile cesaret ve sığınma öykülerinin ağaca tırmanmayla ilişkisini konuştuk.
“Ağaçtaki Kız" toplumsal hafızamızda henüz çok taze olan acıların üzerinde dolaşıyor. Böylesi bir anlatıyı sahneye taşıyor olmanın getirdiği farklı bir sorumluluk var mıydı?
Ahsen Eroğlu: Kesinlikle. Bu aslında sadece "Ağaçtaki Kız"ın değil, toplumumuzun da hikâyesi. Klasik bir metni ya da günümüzde yazılmış taptaze bir komedi metnini uyarlıyor olsak belki daha özgür, daha deneysel bir çalışma disiplinimiz olabilirdi. Oyundaki karakterlerin adını değiştirseniz bile kendi geçmişinizden ve çevrenizden birilerini görebiliyorsunuz; o yüzden de metni kendinize göre çekiştirme ihtiyacı duymuyorsunuz. Dolayısıyla prova sürecinde metni abartısız ve en doğal hâliyle anlatma biçimlerini bulmak hepimizin önceliği oldu.
İlksen Başarır: "Ağaçtaki Kız", yakın tarihimizde acısını her gün hissettiğimiz olayların anlatıldığı, bu kuşağın acı hikâyesi. Bizim, bir arkadaşımızın, bazen yüzlerini sonradan öğrenip unutamadığımız o insanların yaşadıkları ve bu ülkede yaşayan insanların her gün karşı karşıya kaldıkları, içinde oldukları bu acının neler yaptığının hikâyesi. Tüm bunları anlatmanın sorumluluğu gerçeklerden kaçmamak, “Unutmadık” diyebilmek.
“Ağaçtaki Kız"ın hatırlattıklarıyla yüzleşebilecek miyiz bir gün peki?
Eroğlu.: "Zaten o yüzden buradayım" oyunumuzdaki bir repliğimdi bu... Yüzleşmeden, geçmişi unutarak ne kadar ileriye gidebiliriz bilmiyorum. Bir de hangi birini unutasınız? Konu unutmak, hatırlamak da değil, farkındayım. Hatırladıklarımızla yüzleşmeye ne kadar cesaretimiz var? Kimimiz zihninde anıları yaşarken kendini tutuyor düşünmesin, düşünüp canı yanmasın diye. Ama oyuna gelen seyircilerimizden öyle ayrılanlar oluyor ki anlıyoruz bir anısına dokunduk, kaçamıyor yüzleşmekten.
İ. Başarır.: "Ağaçtaki Kız"ın anlattığı her şeyle yüzleşmek zorundayız. Mücadele etmemiz gerekiyor. Hem kendimizle, hem bize unutturmaya çalışanlarla. Bazen uzun bir uykuda buluyoruz kendimizi ama bir gün biri ağaca çıkıyor ve bizi uyandırıyor. "Ağaçtaki Kız", toplumun vicdanı ve inandığım şey, her ses susturulabilir ama size bildiğiniz gerçeği her gün fısıldayan o sesi susturmak mümkün değil.
İlk tiyatro deneyimini anlatısı böylesine güçlü bir oyunla yapmak ne hissettirdi?
Ahsen Eroğlu: Kolay bir süreçten geçtim, dersem yalan olur. Provalarda zaman büküldü sanki. Hem senelerdir bu oyuna hazırlanıyormuş gibiydim, hem de öğrenme sürecim bitmesin diye gün saydım. Bu süreçte çok kırıldım. Tiyatro dünyasına böyle atlarcasına girme cesaretini nereden bulduğumu bilmiyorum ama "Ağaçtaki Kız" olduğuma bazen inanamasam da, güçlü hikâyeleri anlatan kız olmaktan gurur duyuyorum.
‘”Ağaçtaki Kız” beni yılgınlığımdan çıkardı’
Tüm tercihlerimizin sebepleri vardır. Peki, neden “Ağaçtaki Kız”?
İlksen Başarır: "Ağaçtaki Kız", beni yılgınlığımdan çekip çıkardı aslında. Kitabı bitirdikten sonra bir süre, çok mutsuz ve sinirli hissettim kendimi. Yapamadıklarım, başaramadıklarım için daha önce hissettiğim o çaresizlik hissi geri geldi. Bir de "Ağaçtaki Kız" ve babaannesi arasındaki ilişki kitaba beni bağlayan duygusal nedenlerdendi. Sonrasında yapmam gereken tek şey, bunları anlatmanın yolunu bulmak diye düşündüm.
Romandan oyun uyarlamanın farklı bir hazırlığı var mıydı?
İlksen Başarır: Kitabı okuduktan sonraki bir iki denememde yapamıyorum, diyerek bırakmıştım. Pandemide yeniden başına oturdum. Tabii ki üç yüz elli sayfalık bir romanı, duygusunu eksiltmeden, doksan dakikalık bir metne çevirmek kolay olmadı. Bir zaman çizelgesi yaptım ve karakterlerin hikâyelerini bunun üzerine dizdim. Kitap on yedi yaşında bir kızın ağzından yazılmış. O yüzden çok yalın. Tüm sahne çalışmasını da bu yalınlığın üzerine kurduk.