14.11.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
Abdullah Kaya - Sergi mekânının kendisini bir yaratım alanı olarak ele alan sanatçılar, alçak girişli 12 metrekarelik galerinin zeminini yerden 20 santimetre yüksekliğinde suyla doldurmuşlar. Bu nedenle içeriye alınmadan önce ayakkabıların çıkarılıp, ziyaretçiler için ayrılan suya dayanıklı çizmelerden giyilmesi gerekiyor. Bir iki basamak aşağı inerek suya girildiğinde izleyicilerin ayakları görünmüyor. Tedirginlik hissettiren bu durumun, suyun mat siyah renginden kaynaklandığını öğreniyoruz.
Aynı anda en fazla iki kişinin kabul edildiği alanın ortasında Yunus Aras’ın yerleştirdiği beton arketipler yükseliyor. Her biri farklı binalardan toplanmış beton karotların boşluktaki düzenlenişi olan bu kütle, Babil’in biçimini çağrıştırıyor. Binalardan alınan beton analizleri olan bu birimler, İstanbul’un çeşitli kentsel dönüşüm bölgelerinden toplanmış.
Mekânın çeşitli noktalarına yayılmış yirmi dokuz adet fotoğraf Deniz Kulaksızoğlu imzasını taşıyor. Dört adet demir çubuk arasında sunulan fotoğraflardan birinin yerleştirmesi ise özellikle dikkat çekiyor. Suyun içinden yükselen çubukların arasına yatay yerleştirilmiş bu kare, suya o kadar yakın ki izleyici ona yaklaşırken su sıçratma kaygısı güdüyor. Üzerindeki görüntüyü seçebilmek için eğilen izleyiciyi, fotoğrafın yükseldiği zemin üzerinde olması muhtemel karo parçası karşılıyor. Mekânın öteki yüzeylerinde yer alan fotoğraflara bakıldıktan sonra anlaşılıyor ki, her biri yerleştirildiği alan kesitinin sergiden hemen önceki görüntülerini aktarıyor.
Tekrarı ve çeşitlemeyi odağına alan sergi, mekânı ve ona yanıt üretme biçimimizi yeniden kurguluyor. Üstelik bunu, dekoratif ya da tasarımsal değil, doğrudan sanatsal edimlerle yaparak tüketicilerini bütüncül bir tecrübe alanına davet ediyor. Bu davet, 23 Kasım Çarşamba günü son bulacak.