11.04.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
Seyhan Akıncı - Çocukluğundan beri sahnede olan isimlerden Cem Davran. Bütün bu yaşanmışlıklarını da “Yakışıklı bir kelime” dediği hüzünlü bir dille anlatıyor “Palyaço’nun Günlüğü”nde. 15 yaşından beri kimi zaman bir peçetenin kenarına kimi zaman bir sayfanın ucuna tuttuğu notlar İnkılap Kitabevi etiketiyle okurla buluştu. Davran ile “Palyaço’nun Günlüğü”nü karıştırdık.
Günlüğünüzü başka insanlara açmak kolay olmasa gerek. Nasıl karar verdiniz?
Bu kitap benim masalımın sadece küçük bir bölümü. Kafa dergisi sayesinde zincirlerim çözüldü yıllar içinde, tam tarif edemediğim huzurlu bir güven duygusu. Paylaşmak istediğim küçük hikâyelerim vardı. Onları biçimlendirirken bir gün tuttuğum notları da yazıya dönüştürmeye karar verdim. Elbette hepsi editoryal bir kurgu içinde sıralandı ama özellikle günlük bölümleri sağa sola karalanmış, kimi zaman şifreli bir dağınıklık halindeydi. Düşünün 30 yıl önce bir peçeteye ya da bir sınav kâğıdının köşesine iliştirilmiş, zaman zaman belli bir düzene girip sonra yeniden karışmış notlar. İşte o notların bir tanesine bir gün “Palyaço’nun Günlüğü” diye başlık atmışım.
Ne zamandan beri günlük tutuyorsunuz? Ve nasıl bir sağalma yaratıyor sizde yazmak?
Çocukluktan beri ama sadece günlük tutmuyorum. Yazıp oynadığım tiyatro oyunu var, hiç oynanmamış üç oyunum daha var, senaryolar, şiirler, öyküler var. Yazmakla sahici bir zaman tükettim, devam da ediyorum. Sadece bilerek ara verdiğim dönemler oldu, sebebi de belli; okumak. Okumadan yazmaya çabalamak tam bir trajedi. Kitap konusuna senelerce direndim aslında. Bir şeyler yazmanın bendeki karşılığı çok basit; oyunculuğun gözden kaçırdığı köşelerimi temizlemek. Buradan da anlaşılacağı gibi ben sadece bir aktörüm, diğerleri yakın akrabalar.
Sayfaların arasında insanın içine işleyen bir hüzün var... Çok şey yitirmişiz… Tüm bu hızlı dönüşümle siz nasıl başa çıkıyorsunuz?
Hüzün çok yakışıklı bir kelime, evet, onu ihmal etmem, severim de. Yitirme kısmına gelince, devam ediyoruz, eksilerek yol alıyoruz bu kesin. Ben buna dönüşüm falan da demiyorum, öyleyse de kendimize benzemeyen bir şeye dönüşüyoruz. Başa çıkabiliyor muyum bununla bilmem ama çabalıyorum. Teslim olmama çok var belki de.
1980 darbesinden bahsettiğiniz yerde geleceğinizin çalınması olarak değerlendiriyorsunuz darbeyi. Benzer hislere sahip pek çok genç var şimdi. Genç Cem yola nasıl devam edebildi?
Bir oyuncunun rolünü anlatmaya çalışması travmatik bir durumdur, inanın yazdığın hakkında konuşmak da öyle. Küçük küçük hikâyeler yazdım, bazılarında fonu değiştirdim bazılarında karakterleri, imgeleri. Elbette tamamını bunca yıllık hayatımdan damıttım, 12 Eylül darbesi de öncesi de sonrası da hep yolculuğumda rastladığım, kişisel tanıklığımın olduğu fotoğraflar. Geleceğimizin çalınması tanımımda ısrarlı olduğum için yazdım zaten. Doğrusu, tiyatro olmasaydı yol falan alamazdım.
Çocukluğu ve geçmişi daha çok kurcaladığınız anlaşılıyor. Yaş almak ne ifade ediyor sizin için. Uzaklaştığınız şeylere daha yakın durduğunuzu, hissettiğinizi görüyoruz satırlarınızda...
Yazmak biraz da veda etmek benim için, el sallayıp uzaklaşmak. Esasen pratik hayatta bugünle, şimdiyle daha çok oynaşırım, elim kaleme gittiğinde sempatik bir ayrılık hâli çöküyor üstüme. Her zaman değil ama çoğu zaman. Kitap konusuna evet dememin bir sebebi de bu sanki. Artık mesele sadece benimle ilgili değil, sayfalar, satırlar orada geziniyor. Bir yerden başlamak gerekti, ister istemez geçmiş öne çıkardı kendini. Bir süre daha böyle devam edecektir çünkü o sandık hâlâ tıka basa dolu. Yaş almak bölümü ayrı bir kitap konusu ama hüzünlü değil onu söyleyeyim. Uzaklaştığım şeylere daha yakın durmak doğru bir tanım olabilir ama dedim ya; veda bu. Çok da heyecanlı ayrıca. Şimdiyle veda zamanı geldiğinde de heyecanlı olacak benim için.