26.11.2023 - 07:01 | Son Güncellenme:
Ümran Avcı - ■ Kitaba adını da veren “Kırk Üçteki Korkunç Traktör Yağmuru” öyküsünde, bilimin açıklamada yetersiz kaldığı yerlerde hurafeler artıyor.
Öyküdeki traktör yağmuru, uygarlığımızı yıkan bir felaket. Verdiği fiziksel hasar baş edilemeyecek kadar büyük değil, traktörler toplanıyor, hayat normal akışına dönüyor. Ama düşünsel hasarın altından kalkmak mümkün olmuyor. Bilim felaketi açıklamakta aciz kalınca, bilime olan güven ortadan kalkıyor. Akılcılık tahtını kaybediyor. Yerini üzerinde uzlaşılması mümkün olmayan inançlar, hurafeler, sözde bilimsel teoriler alıyor. Uzlaşma zemini ortadan kalktığında barışı korumanın imkânı kalmıyor ve dünya bir yangın yerine dönüyor. Bildiğimiz hâliyle insan uygarlığı çöküşe doğru sürükleniyor. Bu, oldukça olasılık dışı bir senaryo ama uygarlık dediğimiz şeyin üzerinde durduğu kaygan zemin hakkında düşünmeye davet ediyor okuyucuyu.
■ “Ekmek Parası”nda güncel bir tartışma var. Öyküye göre romanlar tamamen yapay zekâ elinden çıkıyor. Ne dersiniz ileride yapay zêka imzalı kitaplar görecek miyiz?
“Ekmek Parası”nın ilk hâli İstanbul 2099 öykü derlemesinde yayımlanmıştı. Bu kitapta oldukça geliştirilmiş hâli var. Öykü, tahmin edilebileceği gibi 2099 yılında geçiyor. İnsanlığın yapay zekânın (YZ) üstünlüğünü kabullendiği ve YZ tarafından kurulmuş bir düzende yaşadığı bir çağ. Bugün ‘iş’ olarak nitelediğimiz her şeyi YZ hallediyor, insanlar ise onlara YZ tarafından verilen, neye yaradığını bilmedikleri abuk sabuk işler yapıyorlar ve karşılığında para kazanıyorlar. Sistem bu şekilde dönüyor. Tabii edebiyat da YZ’nin eline geçmiş durumda. Bunun mümkün olup olmayacağına dair bir tartışma günümüzde de sürüyor. Duyguları olmayan bir varlığın edebiyat üretemeyeceğine dair bir inanç var bazılarında. Ben o kadar kesin konuşamıyorum. Yazarlar da bizzat yaşamadıkları duyguları yaşamış gibi anlatabilirler. Bunu yapmalarını sağlayan da zekâ ve gözlem becerisidir. Ki bu yetenekler yapay zekâda da var. Yani YZ, kendi duyguları olmasa da duyguları olan birini ayırt edilemeyecek şekilde iyi taklit edebilecek seviyeye gelebilir. Bu da edebiyat üretmek için yeterli.
■ “Bir Tuhaf Sarkaç”ta bir kız çocuğu gibi yetiştirilen bir erkeğin cinsiyet kimliği bunalımı var. Dizi konusu olur gibi geldi. Beklentiye girmeli miyiz?
“Bir Tuhaf Sarkaç”, kız çocuğu olarak büyütülen, erkek olduğunu öğrendikten sonra bıçkın bir delikanlıya dönüşen, sonra tekrar kadın olan, sonra tekrar erkek olan bir karakterin hikâyesi. Bir yönüyle cinsiyet geçişkenliğiyle ilgili, bir yönüyle de her birimizin hayat boyu yaşadığı savrulmaların alegorisi sayılabilir. Yapısı itibarıyla hızlı çekimde bir roman gibi yazılmış bir öykü. Anlatıcının “sonra anlatırım” diyerek ileri sardığı kısımlar da var. Dolayısıyla uyarlama için de epey malzeme var ama memleketin mevcut ortamında böyle bir hikâyenin televizyona uyarlanması imkânsıza yakın görünüyor bana. İleride aynı karakterin başka maceralarını yazıp yazmayacağımdan emin değilim ama buna bir açık kapı bırakmayı bir oyun olarak seviyorum.
“Belki gelecekten geldim”
■ “Ekmek Parası”nda geçmişe, geleceğe gitme hayalinden bahsediliyor. Nereye gitmek isterdiniz böyle bir şansınız olsaydı?
Öykünün anlatıcısı genç fizikçi, traktör yağmurunun açıklamasını yapmayı başardıklarında zamanda yolculuğun sırrını da çözeceklerini düşünüyor. Ama elbette bu çok uzak bir hayal. Zamanda yolculukla ilgili çeşitli paradokslar var ama benim çözemediğim paradoks şu: Zaman aslen bizim olayları öncelik-sonralık sırasında koymak için yarattığımız bir kavram. Yani bizim doğrudan algıladığımız zaman değildir, bazı şeylerin bazı şeylerden önce veya sonra olmasıdır. Bu durumda ben geçmişe yolculuk yaparsam ‘önce’ye gitmiş olacağım ama o benim için ‘sonra’ olacak. Bu da zamanın tanımıyla çelişir. Dolayısıyla gelecekten geçmişe giderken geçmişimi de gelecekte bırakmak zorundayım demektir. Geçmişe, geleceği bilmeden dönersem zaman yolculuğu yaptığımı da fark edemem. Yani belki zaten gelecekten geldim ama geleceği hatırlayamadığım için bunun farkında değilim.