20.10.2024 - 07:01 | Son Güncellenme:
Ümran Avcı - Behçet Çelik, “Turuncunun Kıvamı” ile okurlarının karşısına çıktı. İlk öyküsünün üzerinden 37, ilk kitabının üzerinden 32 yıl geçen Çelik, dil evreniyle yarattığı ‘mürekkepten mürekkep’ yeni romanında okuru güçlü bir kadın karakter Arzu ile tanıştırıyor. Başkalarının biçtiği rollere girmemekte mahir, tek başına olmayı yalnızlık saymayan, “Başka sığınaklarım olacak benim. Kapıldığınız selde olmayacağım” diyen ve direten Arzu ile… “Turuncunun Kıvamı”; sözünü esirgemeyen Arzu’nun yolunun kesiştikleri üzerinden hayata, şiire, romana, edebiyat dünyasına yönelik çıkarımlarla, tartışmalar ve yer yer didişmelerle ilerleyen bir anlatı…
- Bir kadının olası tüm ruh hâllerini sergiliyorsunuz romanda. Kadın dili ve ruhuna bunca aşinalığı neye borçlusunuz?
Bu sorunun cevabından emin değilim. Kız kardeşim yok mesela ama kalabalık bir aile apartmanında büyüdüm. İlk gençlik yıllarımda değilse bile sonraları eşim dahil, çok yakın kadın arkadaşlarım oldu. Belki bir etken de edebiyattaki kadın karakterler ve kadın edebiyatçılar olabilir. Edebiyat yapıtlarını okurken hiç farkında olmadan derinden çok şey öğreniriz. Roman ya da öykü yazarken kendimi roman kişilerinin yerine koyuyorum. Bu kez de Arzu olsa ne yapardı, ne düşünürdü diyerek sürdürdüm hikâyeyi. Arzu, baştan bütün özellikleriyle belirmiş değildi zihnimde, yazdıkça oluştu. Yazmak insanın farkında olmadığı sezgilerini de ortaya çıkarabiliyor.
- İnsanların beklentileriyle yaşamaya dirençli bir kahraman Arzu. Kendini tamamlayana kadar verdiği tavizlerden de pişman.
Toplum hayatı ve insanlar hem doğrudan ifade ederek hem de beklentilerini sezdirerek bizi biçimlendirebiliyor. En başta aile hiç kuşkusuz. Sonra da duygusal ilişkiler. Onlarca değerli görülürsek kendimizi değerli bulmaya başlıyor, onların beklentilerini öne alabiliyoruz. Bu mekanizma giderek sevme/sevilme biçimimizi belirliyor. Yalnız kalmaktan korktuğumuz, kendi başımıza kaldığımızda değerli hissetmeyi öğrenmediğimiz için ödünler veriyoruz. Şanslıysak bunun farkına varıyoruz, kuşkusuz derin bunalımlar, çatışmalar yaşıyoruz, ama sürgit ödünler vermektense ya da değersizlik duygumuzu bertaraf etmek için sahte şişkin bir benlik yaratıp dünyaya onunla bakmaktan yeğdir bu sıkıntılar. Romanda Arzu’yu bu gibi çatışmaları arkada bıraktığı bir çağındayken tanıyoruz. Kendisine düşkünlüğü de bu gibi sıkıntıları atlatmış olduğunu düşünmesinden.
“Edebiyat daha vicdanlı yapar”
- Edebiyatın ‘vicdanları harekete geçirme ve empati’ becerisi kazandırmadaki yeri yadsınamaz sanırım.
Arzu, her şeyi dilediğince yapacak olsa toplum hayatının büsbütün dışına düşeceğini biliyor. Yıllar içinde neyi ne kadar törpüleyeceğine ilişkin bir yol çizmiş.Kendi başınalığı da vurdumduymazlık değil. Arzu, iyi bir edebiyat okuru, empati gücünü pekiştiren en önemli etken okuduğu kitaplar ama başkalarının acılarıyla paralize olmamak için sığındığı da gene şiir kitapları. Edebiyat bizi daha vicdanlı yapar elbette ama bizi vicdan azabıyla boğmaz, bize dayanma gücü, hareket etme, devam etme gücü de verir.