Ferzan Özpetek'in ikinci filmi "Harem Suare" her yönüyle övgüyü hak eden etkileyici bir yapım
"Harem Suare" - Yönetmen: Ferzan Özpetek / Görüntü: Pasquale Mari / Senaryo: Ferzan Özpetek, Gianni Romoli / Müzik: Pivio ve Aldo De Scalzi / Oyuncular: Marie Gillain (Genç Safiye), Alex Descas (Nadir), Serra Yılmaz (Gülfidan), Lucia Bose (Yaşlı Safiye), Valeria Golino (Anita), Haluk Bilginer (Abdülhamit), Nilüfer Açıkalın (Selma Sultan).
"Apres le bain" / Paul - Louis Bouchard
"Esclave Blanche" / Jean Lecomte du Nouy
"Giocoliera" / Jean - Baptiste Huysmans
Auguste Renoir, Eugene Giraud, Maurice Bompard, Jean - Dominique Ingres
Melodramların sonunu değiştirebilmek ne iyi olurdu! Yaşam, Doğu masallarındaki mutlu sonlara erse. Gökten üç elma düşse...
"Harem Suare" 1953 yılında bir İtalyan kentinin gar kahvesinde kanaviçe yastığıyla diğerlerinden ayırt edilen masadan kalkıp 1908 yılında Yıldız Sarayı tiyatrosuna iniyor. Alexandre Dumas'nın Kamelyalı Kadın'ından uyarlanan Verdi operası "La Traviata"nın final sahnesi. Violetta, sevdiği adamın kollarında
son nefesini vermeli. Ama birden ayağa kalkıp "Yeniden doğdum!" diye şakıyor!
II. Abdülhamit, kendi yazgısını değiştiremezdi elbette, ama padişah olarak mutlak gücünü sevdiği operalara "mutlu son"lar yazdırmak için kullanabildi!
Abdülhamit'in müzik danışmanı da olan, İtalyan asıllı gözdesi Safiye'nin Osmanlı İmparatorluğu'nun son hareminde geçen hazin öyküsünü anlatan "Harem Suare", Binbir Gece Masalları'ndan birini dinler gibi izleniyor. Masalın öyle ilginç, öyle renkli ayrıntıları var ki, artık ezberlemiş de olsanız her dinleyişte onları bir kez daha keşfetmenin tadına varıp bildiğiniz sona ulaşmak için sabredebilirsiniz.
"Harem Suare" her yönüyle çok iyi bir film. Taçyaprakları katmerli bir çiçek gibi açılıyor önünüzde. Açıldıkça güzelleşiyor. Her yaprağın bir işlevi var. Her biri çiçeğin güzelliğini tamamlıyor. Gözalıcı rengi solup, narin boynu büküldükten sonra bile hoş kokusunu bırakıyor. Öncelikle belirtilmesi gereken sinemada iki önemli yenilik yapmış olması. Hizmetkarlardan Gülfidan, harem kadınlarına bir öykü anlatır. Geçmiş bir tarihte haremde yaşanan bu öykü, filmin kahramanı Safiye'nin gelecekte, (1953 yılında, gar kahvesinde) Anita ile karşılaşmasına denk düşer. Haremi terk etmekte olan yaşlı gözde ile yeni gelen genç gözdenin diyaloğu, acıları demlenmiş Safiye ile aşk acısı henüz kaynamakta olan Anita'nın karşılaşmasında da oluşuverir. Yaşlıların deneyimi, gençlerin yaşamını biçimlendirecektir. Safiye, öykünün hem dinleyicisi hem anlatıcısı hem de kahramanıdır. Ama gökten düşen elmaların hepsini hak ettiği halde hiçbirini alamamıştır...
Alain Resnais, sinemada geri dönüşün yanı sıra ileri gidiş tekniğini de uygulayan ilk sinemacı oldu. Ferzan Özpetek ve Gianni Romoli de, "Harem Suare"de zaman içinde serbestçe gezinmekle kalmıyor, geçmiş, bugün ve geleceği birleştiren bir anlatım yeniliği getiriyor.
Bir başka yenilik de hareme yaklaşımında ortaya çıkıyor. Mutlak iktidar sahibi bir erkeğin tensel zevk yuvası olarak harem klişesini kırıyor. Harem, kadınların mahremiyetlerinin çok sıkı korunduğu ama mahrumiyetlerinin giderildiği bir mekan olarak betimleniyor. Harem kadınları çok iyi yetiştiriliyor, dört duvar arasında her türlü lükse sahip oluyor. Ancak ait oldukları topluluğun dışında bir özel alana sahip değiller. Padişahın gözdesi olma ayrıcalığına kavuşmak, sonra da bu ayrıcalığı korumak için cinayete varabilen entrikalar çevirmek, haremağaları ile işbirliği yapmak zorundalar. Ayrıca padişahın yatağına girebilmek için sınavlardan geçip Valide Sultan'ın onayını almalılar. Padişahın egemenliği haremi dışarıdan kuşatmaktan ibaret, içeride inisiyatif kadınların ve hadımların elinde...
İktidar mücadelesinin kişisel ilişkileri yok etmesi, Safiye ile haremağası Nadir'in aşklarının bile karşılıklı çıkar temeli üzerine yükselmesine neden oluyor. Haremdeki kadın karakterler arasında gerçek dostluk ve dayanışma ancak harem kapatılınca kurulabiliyor.
Filmin öyle incelikli göndermeleri var ki, hayran olmamak elde değil. Garda Safiye'nin öyküsünü dinleyen Anita'nın, Özpetek'in ilk filmi "Hamam"da, Francesco'ya hamamı miras bırakan İstanbul tutkunu teyzesi. Safiye, Anita'ya anlattığı yaşamöyküsüne Abdülhamit gibi bir mutlu son ekliyor. Oysa gerçekte her gün bir garda oturmasının nedeni Nadir'in kendisini trenin altına atmış olması. Nadir ile İstanbul sokaklarından tüm köpeklerin toplatılıp aç susuz Hayırsız Ada'ya terk edildiği katliam sırasında sığındıkları terk edilmiş fabrikaya belki de kentte sağ kalan tek köpeğin, memeleri sarkan bir dişinin de sığınmış olması, yıllar sonra Anita'nın de bir köpekle gar kahvesine gelmesi ancak melodramlarda rastlanan bir incelik.
Gökten üç elma düştü. Biri biri filmi çevirenin, biri izleyenin, biri de Ferzan Özpetek'in başına!
Kadınlar hayatın bekçileri
Harem deyince aklına gelen ilk imge ne oldu?Kapalı, ışığı az, sessiz bir yer.
Hamam'ı yaparken aklında mıydı bu film?Hayır. Hamam'ın montajı sırasında bir arkadaşım aslında harem ilginç bir konu, dedi. Pek ilgilenmedim, çünkü harem ticari bir konu. Bence asıl ilginç olan harem kapandıktan sonra kadınlara ne olduğu, dedim. Son harem Abdülhamit'inki... Onu araştırdım. Topkapı Sarayı'na gittim. Yıldız Sarayı'nı dolaştım. Uzmanlarla konuştum. Mualla Anhegger Eyüboğlu ile konuştum. 'Melek Hanım'ın Hatıraları"nı okudum. Oryantalist yazarlar beni konudan uzaklaştırdı. Prof. Dr. Nurhan Atasoy çıktı karşıma. Onun haremden çıkan kadınlarla yaptığı söyleşilerden yararlandım.
Filmin görsel kaynakları neler? Harem üzerine diğer filmleri izledin mi? Oryantalist ressamların tablolarından yararlandın mı?Diğer filmleri izlemedim, çünkü hepsi ticari. Başka türlü bakıyorlar hareme. Ama resimlerden etkilendik. Özellikle iki sahnenin, Safiye'nin hamamda yıkandığı ve Selma Sultan'nı nargile içtiği sahnelerin oryantalist ressamlara bir saygı gösterisi olmasına çok uğraştık.
Filmin görüntü yönetimi söz konusu tabloları andırıyor.Aslında Yıldız Sarayı'nda çok ışık varmış. Ama ben mum ışığı kullanmak, doğal renkler olsun isityordum. Sanırım başarılı olduk. Filmin aldığı ilk ödül En İyi Görüntü Yönetmeni oldu! Pasquale Mari Hamam ile dikkat çekmişti. Harem Suare ile ustalar arasına girdi. Onunla ilişkimiz çok karmaşık. Çok tartıştık. Benim için ışık çok önemli. Michael Powell, Vicente Minelli, Visconti gibi etkilendiğim yönetmenlerin filmlerinde ışık sinema dili!
Abdülhamit haremindekilerin dışarı çıkmasını yasakladığı için filmin tamamı iç mekanda geçiyor. Haremağası Nadir, Safiye'yi gözde olmaya kışkırtmak için çatıda bir balkon kapısını açtığında Safiye günışığına çıkmayı neden reddediyor?Bir yasak varsa onun üstüne yasak koyuyorum diyor, Safiye. Sevgi Soysal'ı çok severim. Onun bir kitabında hapishanedeki bir karakter de aşırı yüklenir kendine; sabahları
spor yapar, vs. böylece üstündeki baskıyı hissetmez. Safiye bir yere varmaya çalışıyor. Nadir ile birlikte hareket ediyor. Padişahtan çocuk sahibi oluyor. Bir dengeye giriyor. İstediğinden değil. Harem kapatıldığında bir de bakıyorlar ki bütün o entrikalar boşmuş!
Bu film haremle ilgili klişeleri kırıyor. Bir tensel aşk yuvası değil. izleyicinin tepkisi nasıldı?Avrupa seyircisi beklediği tensel aşkı bulamadı. Haremi duyan herkes çıplak kadınlar, padişah yaşasın diyordu. Harem Suare'yi yapmak benim için bir lükstü. Hamam'ın başarısından sonra istediğimi yapmak önemliydi. Bir daha bu fırsatı bulamayabilirim.
Sanat yönetimine çok özenilmiş. Mustafa Ziya Ülkenciler'in Türkiye'deki diğer çalışmaları bu düzeye ulaşamamıştı... Senin sanat yönetimine katkın oldu mu?Mustafa Ziya Ülkenciler bilinçsizce cesur. Filmi hakiki mekanlarda çekecektik, olmadı. İyi ki olmamış. Her yanlıştan bir doğru çıkar. Stüdyoda çektik. İtalyan sanat yönetmeni olsa yanmıştım. Bir haftada sarayın salonun yetiştirdi. Renkler ve diğer ayrıntılar üzerine ben ona kitaplar getirdim. o, arşiv çalışması yaptı. Önerilerde bulundum. Çok yaratıcı bir ilişkimiz var. Bütün o kumaşlar kostümcü Alfonsina'nın evinden çıktı. Hindistan ve Londra'dan gelen kumaşlara varıncaya kadar titiz bir çalışma yaptık. Bir yandan sürekli okuyordum. Her kitapla bilgim artacağına azalıyordu! Her şeyin detayına dikkat edildi.
Filmin yoğun bir arka planı var. II. Meşrutiyet'in ilanı, köpek katilamı gibi olaylar yer alıyor. Abdülhamit, Valide Sultan, haremdeki bazı kadınlar önemli portreler çiziyor. Abdülhamit, apayrı bir çalışma. Onu anlamak için Abdülaziz ve Valide Sultan'ı araştırdım. Onun tahta çıkarılmasını hangi koşullar altında kabul ettiğini öğrendim. Meşrutiyet bir geçiş dönemi. Ekim Devrimi gibi. O yüzden olumsuz yanları da olacaktır. Abdülhamit kedileri çok seviyor, o yüzden ben de onu seviyorum. Sürgüne gönderileceği bildirildiğinde ilk sorusu kedilerinin ne olacağı imiş. Zalim denen adama değişik gözle bakayım dedim.
"Haremdekiler sorunu köpekler gibi çözümlenmiş! İnsanlar sokakta haremağalarına bakamıyorlar. Geçmişten utanıyorlar. Gözden ırak olsun istiyorlar. İster aç kalsın ister acı çeksin...
Hareme içindekilerin gözüyle bakıyorsun. Bu kadınlara özgü açıyı nasıl belirledin?"Ben hep toplumun kadınlar tarafından idare edildiğini düşünürüm. Kadınlar hayatın bekçileri, toplumun sütunları. Toplum çöktügünde de ilk darbeyi onlar yiyor. Harem bir
okul, çünkü bir kadının sultanla yalnız kalıp onu etkilemesi çok önemli. Güzellik değil zeka, iyi konuşma önemli. Sultan'a gidecek kadın Valide tarafından seçiliyor. Güzel, bir gecelik. Sultan akıllı, iyi konuşan kadınlarla daha çok birlikte oluyor.
Öte yandan harem görkemli bir yer. Kadınlar çok süslü. O kadınlar belirli bir yerde oturup güzelliğe kayıyor. Günde üç kere elbise değiştirdikleri olurmuş. Bugün de kadınlar erkekler sevdiği için değil kendileri için güzelleşir. Dekoltesini açar, mini etek giyerse kendisi için yapar. Bu yüzden, sarkıntılık edilince alınıyor kadınlar!