28.07.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
MÜJDE IŞIL- SELİN GÜREL
MÜJDE IŞIL-Trenin istasyona girişiyle, perdede yaptıkları ilk gösterimde seyirciye sinema etkisini pek derinden yaşatan Lumière Kardeşler, bu buluşlarının kısa süreli eğlencelik bir akım olacağını düşünmüş, yedinci sanata evrileceğine ihtimal vermemişti. Chaplin, sinemada ses kullanılmaya başlandığında buna ilk itiraz edenlerin başında geliyordu. Sinema sessizden sesliye, siyah beyazdan renkliye geçti. Her yenilik onu daha güçlendirdi. Alternatifleri de güçlendi bu zaman zarfında. Önce televizyon girdi hayatımıza. “Evde ayaklarını uzatıp rahat rahat film izleme keyfi sinemayı öldürür” dendi. Öyle olmadı. Sonra video kasetler, DVD’ler vs. geldi. “Elde kaydı varken artık kimse sinemaya kimse gitmez” dendi. Öyle olmadı. Önüne çıkan her engelden alnının akıyla ve seyircisiyle çıkmayı başardı sinema. Özellikle pandemiden beri sinema salonlarının bir rakibi daha güçlenerek “Sinema ölüyor mu?” sorusunu sordurmaya başladı: Dijital platformlar.
Kurtarıcı etkisi
Pandemi neredeyse tüm dünyayı eve hapsederken ve sinema salonları kapalıyken bir kurtarıcıya dönüştü dijital platformlar. Önceleri daha çok vizyondan sonra gelen yapımlar ve klasiklerin gösterimiyle sınırlı olan içerikler son dönemde orijinal yapımlara yönelmeye başlamıştı zaten. Bu açıdan 2019 belirleyici yıl olarak dikkat çekiyor. Pandemiden hemen önceki sene dijital platform filmi “Roma”, En İyi Film Oscar’ını kazanırken büyük usta Martin Scorsese ise stüdyo patronlarından olur alamadığı üç buçuk saatlik başyapıtı “The Irishman”i dijital platformun sunduğu geniş imkânlarla hayata geçirdi. Bu arada başta Spielberg olmak üzere dijital platform filmlerinin Oscar ve festival yarışından çıkarılması gerektiğini savunan sinemacılar seslerini yükseltiyordu. Sonrasında pandemi patladı ve neredeyse tüm sinemaseverler dijital dünyanın nimetleriyle yetinmek durumunda kaldı.
Önceleri orijinal fikirleri değerlendiren, daha çok kişiye daha uygun ücretlerle ulaşma imkânı sağlayan, evde donanımlı izleme sistemi olanlara daha fazla keyif veren vaha olarak nitelendirildi bu durum. Ülkemizde de sinemacılarımız filmlerini dijital için çekti, festivallerden ödüllerle dönen filmlerini vizyona sokmayıp dijitalde gösterdi.
Seri üretimler
Neredeyse her yıldızın ve usta yönetmenin dijitale iş yaptığı, bu işlerin prestijli ödüller için yarıştığı bir süreç yaşıyoruz. Dijital şu anda seri üretime dönüşmüş durumda. Tabii ki iyiler aradan sıyrılıyor ama bu hızlı üretimin kaliteyi umulduğu ölçüde yükseltemediği de bir gerçek. Platformlar, yeniden aslına rücu edip vizyondan gelen filmleri kaçıranların buluşma noktasına döndü. Eskisinden asıl farkı, dizi kalitesindeki yükseliş. Platformlar, film üretimlerinden ziyade dizi paketleriyle fark yaratıyor. Yani, evde izlenen yine televizyonda dizi oluyor.
İyi film ise sonuçta yine beyaz perdenin büyük ekranında, topluca o heyecanı ve tepkiyi paylaşarak izleniyor. Ve elbette doğru düzgün projeksiyonlu, kimsenin kimseyi cep telefonuyla, konuşarak vs. rahatsız etmediği koşullarda… Pandeminin yalnızlaştırdığı, içine kapattığı bizler için sinemanın öneminin daha iyi anlaşıldığını söylemek de abartı değil bu açıdan. Perdede izlenip de toplu büyünün, hayranlığın yoğunluğunun tavan yaptığı “Spider-Man: No Way Home”un, “Top Gun: Maverick”in, “Elvis”in dünya çapındaki hasılatları bunu doğruluyor. Bizde de mesela “Bergen”in başarısı, sinemada lokal reflekslerin hiç kaybolmadığının ispatı. Sonuç olarak sinema ölmüyor, şekil de değiştirmiyor. Sanatı basitleştirip seyirciyi “çantada keklik” görmeyen yapımların perdeye gelmesine ihtiyaç var ki, bu da zaten her devrin mutlak ideali.
‘Nitelikli filmlerle sinemaya dönüş başlayacak’ (SELİN GÜREL)
Sinemadaki kan kaybının nedenlerini sorgularken, dijital platformları sinemanın can düşmanı olarak konumlandırmanın, odağı kaydırdığını düşünüyorum. Dijital platformlar genel olarak film izleme alışkanlığını değil, daha çok evdeki seyir deneyimini değiştiriyor ki bu asıl televizyonun derdi olmalı. Hangi filmin hangi platformda yayınlandığı ve ne kadar hızlı tüketileceği, asıl izlemek istediğimiz filmin neden hiçbirinde olmadığı, hangilerine üye olunması gerektiği, son tahlilde şifrelerin kimlere verildiği ve kimlerden alındığı, gelecek programlara nelerin eklendiği, sinemada kaçırdığımız filmin kaç hafta sonra nerede karşımıza çıkacağı gibi sayısız sorunun sürekli kendini yenilediği, engelli bir koşunun içinde gibiyiz. Platformların sayısı arttıkça, ironik bir şekilde aradığımız filme ulaşmak daha da zorlaşıyor, üstelik her şey fazla hızlı eskiyor. Evde böyle bir kaos sürerken, sinema önce pandeminin sonra fahiş bilet fiyatlarının etkisiyle hem yasaklı hem de lüks bir kaçış alanına dönüştü. Tüm platformların aylık ücretleri bir sinema biletinden daha ucuz olduğu için, sadece perdede görülmesi gereken gişe filmlerinin bir nebze seyirci topladığı bir dönemdeyiz. Ancak bu dönemin de kalıcı olacağını sanmıyorum. Sinema yeniden daha fazla insanın karşılayabileceği ve daha çeşitli ve nitelikli filmler sunabilen bir seçenek olduğunda, evdeki kaos iyice çekilmez görünecek; sinemaya dönüş başlayacak.
Bence dijital platformların sinemaya asıl zararı, toplu film izleme adabını unutturmak oldu. Seyirciyi sinemaya soğutan en önemli nedenlerden biri sinema salonunda yaşanan kötü film izleme deneyimi ki buna ancak çarkları döndürebilecek kadar bakım gören görüntü ve ses sistemleri dahil. İkinci bir sebep de vizyona üşüşen üçüncü sınıf filmler. Uzun zamandır her haftaya iki tane düşen, düğün videosu seviyesindeki cin filmlerinden kurtulamıyoruz örneğin. Sinemaya dair “İzleyecek film yok ki!” serzenişi, seyircinin eve hapsolmasından çok daha büyük bir tehlike.