24.08.2020 - 07:00 | Son Güncellenme:
SELİN GÜREL
“RUBEN BRANDT, COLLECTOR” (2018)
Sanat tarihini zarafetle sırtında taşıyan bir Macar animasyonu ve aynı zamanda iddialı bir suç filmiyle karşı karşıyayız. Filmde, kâbuslarında sevdiği eserlerden fırlamış figürlerin saldırısına uğrayan bir terapist, bu sorunuyla beklenmedik bir şekilde baş etmeye çalışıyor. Karakterlerin bilhassa Picasso’nun fırçasından çıkmış gibi göründüğü, meşhur eserlerin ve bu eserlere ait referansların etrafa bolca serpiştirildiği bir yetişkin animasyonu “Ruben Brandt, Collector”. Sanat tarihine ilgi duyanları mest edecek.
“GULYABANİ” (2018)
Pek kolay ulaşılamayan Gürcan Keltek filmlerinin dijital plaformlarda gezinmeye başlaması iyi haber. Sineması ‘deneysel’ olarak tarif edilen yönetmenin bir deney yaptığı muhakkak, ancak seyirci için daha çok atmosfer odaklı bir deneyim sineması inşa ettiği söylenebilir. 34 dakikalık “Gulyabani” girdabına kapılmaktan kendinizi alamadığınız, hipnotize edici bir huzursuzluk deneyimi. ‘70 ve ‘80’lerin Türkiye’sinde doğaüstü varsayımlarla toplumsal çatlakların arasında kalmış, yorgun bir ruhun sözlerine kulak verin. “Gulyabani” bittikten sonra, kötü bir kâbustan uyanma hissi bir süre daha yanınızda.
“THE CHILDHOOD OF A LEADER” (2015)
1900’lerin başında, dünya savaşının ertesinde ve yaklaşan bir başka dünya savaşının henüz gerisinde, asap bozucu bir çocukluğa konuk oluyoruz. Bitişiyle dünyadaki tüm taşları yerinden oynatacak bir çocukluk bu. Oyunculuktan gelen Brady Corbet’nin bu ilk filmi, vurucu bir karakter analizi olduğu kadar dört başı mamur bir atmosfer filmi. Dönemi doğal ışık altında, makyajlamadan sunan yönetmen, organik bir kâbus film yaratıyor. Finalde tavana vuran dehşet seviyesine hazırlıklı olun.
“THE VAST OF NIGHT” (2019)
“The Vast of Night” sinopsisini okuduğunuzda kafanızda canlanan filmin hayal ettiğinizin çok ötesindeki versiyonu. Oyuncaklı sinemasıyla şaşırtan, kurduğu dünyayla kendine hayran bırakan seyircisinden talepte bulunmaktan çekinmeyen, özgüveni yüksek bir filmle karşı karşıyayız. Retro bilimkurgu sınıfında kısıtlı bir bütçeyle harikalar yaratıyor. Ev sineması için fazla donanımlı bir film olsa da, yıllar içinde değeri anlaşılacaktır. Bir gün yeniden sinemalara konuk olması dileğiyle.
Yazının tamamını Milliyet Sanat’ın ağustos sayısında okuyabilirsiniz.
“ONE CHILD NATION” (2019)
Uzun yıllar devam eden Çin’in tek çocuk politikası, ülkesine dışarıdan bakmayı başaran genç bir annenin kişisel uyanışının itici gücü oluyor. Bu belgeselde dinlemekte zorlanacağınız hikâyeler çalınacak kulağınıza. “One Child Nation” bir toplumu kökten değiştiren ancak izleri çarçabuk yok edilen bir dönemi, çarpıcı tanıklıklarla gündeme taşıyor ve yeterince sarsıcıyken bile her geçen dakika biraz daha sarsıcı olmayı başarıyor.
“BRITTANY RUNS A MARATHON” (2019)
Hayatında dibe vurduğu bir anda fazla kilolarından kurtulup daha sağlıklı yaşamaya karar veren ama bolca hayal kırıklığından nasibini alan bir kahraman Brittany. Onu başka komedilerde esas kızın fazla kilolu ve komik arkadaşı, her türlü şekilci esprinin kurbanı olarak tanıyoruz. “Brittany Runs a Marathon”, başkalarının daha iyi görünen hayatlarından kafasını kaldırıp kendini sevmeyi öğrenen bir genç kızın hikâyesi. İkinci yarısında romantik komediyle flört ederken bile sivri dilini törpülemeye gerek duymuyor. Seyirci dostu filmlerin olabildikleri ölçüde isyankâr ve öfkeli bir komedi.
“BLINDSPOTTING” (2018)
Temsil sorunları yaşayan kölelik filmlerinin yükselişe geçtiği yakın geçmişte “Blindspotting” gibi filmleri mumla arıyorduk doğrusu. Günümüz Amerika’sında hız kesmeden devam eden sistematik ırkçılığa, polis şiddetine ve ötekileştirilmeye hem siyah hem beyaz taraftan bakmayı beceren, sarsıcı olduğu kadar eğlenceli de olabilen, yaratıcı bir ilk film. Sundance’teki gösteriminden sonra 2018’in en iyi filmleri listelerinde tepelerde gezinmiş, ancak ülkemizde gösterime girememişti. #BlackLivesMatter hareketinin sembol filmlerinden biri olabilir.
“AİDİYET” (2019)
“Aidiyet”, Türkiye’nin dört bir yanında düzenlenen özel gösterimlerle vizyona yaratıcı bir alternatif yaratmayı başarmış ve kendine has bir hayran kitlesi oluşturmuştu. Film dijital platformlardaki gösterimiyle ilk kez geniş kitlelere açılıyor. Yönetmen Burak Çevik, gerçek bir cinayet öyküsünü birbirinden bağımsız ikili bir anlatımla işlerken, algı, anlamlandırma ve yargıya varmaya dair zihin açıcı bir denemeye imza atıyor. Birbirine benzeyen onca filme, şanslı gününüzdeymişsiniz gibi hissettiren, güçlü bir alternatif.