31.07.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
Müjde Işıl - Beykoz Kundura’da Bir Yaz Gecesi Festivali başladı. 14 Ağustos’a kadar sürecek festivalin Restore Klasikler programı bu yıl, Oscar ve Grammy ödüllü müzisyen Henry Mancini’ye odaklanıyor. Usta bestecinin müziklerini yaptığı “The Pink Panther/Pembe Panter”, “A Shot in the Dark/Karanlıkta Bir Çığlık”, “Breakfast at Tiffany’s/Tiffany’de Kahvaltı” ve “The Party/Tatlı Budala” restore edilmiş kopyalarıyla Türkiye’de ilk kez seyirciyle buluşuyor. Biz de bu vesileyle Henry Mancini’nin muhteşem bestelerini ve o müziklerle hayat bulmuş komedilerin büyük oyuncusu Peter Sellers’ı yâd edelim istedik. Meslek büyüğümüz, sinema gibi müzik konusunda da uzman sevgili Sevin Ablamız, Sevin Okyay ile…
Sinemanın unutulmaz bestecileri denince aklımıza Ennio Morricone, Bernard Herrmann ve John Williams geliyor ilk olarak. Ve tabii ki Henry Mancini de… “İyi bir müzik insanıydı” diyor Sevin Okyay, Mancini için ve kariyerini şöyle özetliyor: “Amerikalı besteci, şef, aranjör, piyanist ve flütist Henry Mancini, 20. YY’ın ikinci yarısında unutulmaz film ve TV tema müzikleri yapmıştı. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki Baby Boom Kuşağı’nın gözünde bir dâhiydi. 1946’da müzik dünyasına girdi. Belki asıl şöhretini sonradan popüler müzikle yaptı ama temelinde caz ve klasik ile Glenn Miller, Benny Goodman gibi cazcılarla yaptığı iş birliği vardır. Aynı zamanda yılda 50 konser veren bir konser piyanistiydi ve dünyanın önde gelen bütün senfoni orkestralarını yönetmişti. Pek çok TV dizisi ve filmin müziğini yaptı ama herhalde zamanında onu izlemiş olanların aklından çıkmayan TV dizisi ‘Peter Gunn’dır. Sonradan dizinin İngiliz yönetmeni Blake Edwards’la ‘The Pink Panther/Pembe Panter’de de bir araya geldiler.”
Bir sırrı olmalı
“Pembe Panter”, “Tiffany’de Kahvaltı”, “The Party”… Mancini’nin bestelerinin hâlâ kulaklarda çınlamasının bir sırrı olmalı. Okyay da bu ayırt ediciliğe dikkat çekiyor: “Özellikle ilk üç notasıyla bile hepimizi çocukluğumuza geri götüren ‘Pembe Panter’i elbette eşsiz Peter Sellers’la, çizimiyle ve yönetmeni Blake Edwards’la da hatırlarız ama Mancini’nin müziği gerçekten de filmle bütünleşmiştir. Peter Sellers’ın Hintli aktör Hrundi V. Bakshi’yi oynadığı ‘The Party’ de Mancini’nin en iyi çalışmalarından biridir. Müziği Shelly Manne, Plas Johnson, Jimmy Rowles ve Jack Sheldon gibi Los Angeleslı cazcılar icra eder. Truman Capote’nin aynı adlı kitabından uyarlanan ‘Moon River’ (müzik Mancini, şarkı sözleri Johnny Mercer) ile taçlanan ‘Tiffany’de Kahvaltı’ ise özellikle Audrey Hepburn’ün varlığıyla değer kazanır ama ‘Moon River’ apayrı sihri olan bir şarkıdır. Üstelik bestecisi de Hepburn’ün hüzünlü bir ânında eline gitarını alıp yangın merdivenine oturarak sunduğu şarkının en iyi versiyonlardan biri olduğunu kabul eder.”
John Williams ve Hans Zimmer’den sonra sinemada müziği baskın olmuş müzisyen kuşağı bitiyor diyoruz ama Okyay aynı kanıda değil. “İngiliz Rachel Portman henüz 61 yaşında. Oscar alan ilk kadın film müziği bestecisi (‘Emma’ ile) ve ayrıca ‘Bessie’ ile de bir Primetime Emmy Ödülü var. ‘The Cider House Rules’ ve ‘Chocolat’ ile Oscar’a iki kez daha aday oldu. Bu iki usta ile anı düzeyde sayılmayışını kadın ve Avrupalı oluşuna bağlayabiliriz. Başka usta müzik yaratıcıları da var gerçi. Mesela ‘Back to the Future/Geleceğe Dönüş’ serisi ve birçok Marvel Sinematik Evreni filmiyle adını duyurmuş, ‘Cosmos: A Spacetime Odyssey’, TV dizisi müziğini bestelemiş Alan Silvestri, daha çok ‘Yüzüklerin Efendisi’ ve ‘Hobbit’ filmleriyle, yani Peter Jackson’la olan işleriyle bildiğimiz Kanadalı Howard Shore, Tim Burton filmlerinin müzik ve şarkıları ve ‘The Simpsons’ dizisinin jenerik müziğiyle bilinen Danny Elfman gibi. Gene de en umutlu olduğum kişi, hiç değilse kalite açısından, Fransız Alexandre Desplat.”
Başkası gelmez
Ve gelelim Peter Sellers’a… “Pembe Panter”den ve “The Party”den bahsetmişken, Sellers’ı sinema tarihinde nasıl konumlamalıyız? “Aslında Sellers kendini sinema tarihinde yerli yerine oturtmuştur” diyor Okyay ve devam ediyor: “Blake Edwards ile ‘Pembe Panter’ serisini yaptı. Mancini’nin akıldan çıkmaz müziği ve jeneriği sunarak bileğinin hakkıyla bir anime dizi kazanan ‘Pembe Panter’in de etkisiyle unutulmaz oldu. Ama Sellers sadece Müfettiş Clouseau ya da Hrundi V. Bakshi değildi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra radyo seslendirmesiyle başladığı mesleğinde, çoğu kez aynı filmde birden fazla kişiyi/çok karakterli kişileri, bazen farklı aksanlarla oynadı. Sellers her şeyden önce komedyenliğinin içinde çok sağlam bir dramatik oyunculuk barındırırdı. Karakterlerini zaman zaman, Müfettiş Jacques Clouseau gibi büyük bir abartıyla yorumlardı ki, bu da kendi tercihiydi. Aynı filmde farklı karakterler de onun doğal komedyenliğinin örnekleridir. Öneğin ‘The Mouse That Roared’da askeri lider Tully Bascomb, başbakan Ruper Mountjoy ve Düşes XII’nci Gloriana karakterleri ve ondan beş yıl sonra da Stanley Kubrick’in ‘Dr. Strangelove’ında hava albayı Lionel Mandrake, Başkan Merkin Muffley ve Dr. Strangelove gibi. Ama belki de ‘Being There’in dünyayı sadece TV ile tanıyan saf Chance’i, onun saf mizahına en iyi örnektir. ‘Being There’in Chance’i ile ikinci kez Oscar adayı oldu. Bu çok başarılı kompozisyonla Oscar ödülünü nasıl ‘Kramer Kramer’e Karşı’ ile Dustin Hoffman’a kaptırdığını da bugün bile anlayamam.” Giderek daha az güler olduğumuz günümüzde, “Çok iyi komedyenler var. İngiliz komedileri ve mizahı hâlen mevcut. Ama doğrusu bir başka Peter Sellers düşünemiyorum” diyen Sevin Okyay ile hemfikir olmamak mümkün mü?