14.09.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
Müjde Işıl - Sadece sinema okullarında ders olarak okutulan değil, sinemayla ortalama ilişkisi olan sinemaseverlerin bile hakkında bilgi sahibi olduğu, yedinci sanatı bir anlamda baştan yaratan yenilikçi bir ustayı kaybettik. İlerleyen yaşına rağmen sinemadan kopmayan Jean-Luc Godard, 91 yaşında aramızdan ayrıldı. Ailenin hukuk müşaviri Patrick Jeanneret usta yönetmenin İsviçre’de ötanazi yaptırdığını doğruladı. Jeanneret, “Godard, tıbbi rapora göre birden fazla hastalığa sahip olması nedeniyle ötanazi uygulanması için İsviçre’de yasal yardıma başvurdu” dedi. Godard’ın karısı Anne-Marie Miéville ise eşinin sevdikleriyle çevrili evinde huzur içinde öldüğünü belirtti. Ailesi Godard için resmi bir tören yapılmayacağını ve cenazenin yakılacağını açıkladı.
1930’da Paris’te doğan Godard’ın sinemayla ilişkisi eleştirmen André Bazin, geleceğin yönetmenleri François Truffaut ve Claude Chabrol ile tanışıp Cahiers du Cinema’da yazdığı film eleştirileriyle başladı. İlk sinema filmi, 1960 tarihli “À bout de souffle/Serseri Âşıklar” ile hem Fransız Yeni Dalgası’nın öncülerinden oldu hem de dünya çapında tanındı. Truffaut’nun küçük çaplı bir suçlu ve kız arkadaşı hakkındaki fikrini onun izniyle geliştirip yine onun desteğiyle hayata geçirmesi, her gün yazılan bir senaryo ile çekilen bu filmi fenomene dönüştürürken başroldeki (geçen sene 6 Eylül’de kaybettiğimiz) Jean-Paul Belmondo’yu da yıldızlaştırdı. Godard’a da Berlin Film Festivali’de En İyi Yönetmeni Ödülü kazandırdı.
Yenilikçi bakış
Godard daha ilk filmiyle klasikleşmiş sinema gramerini ve kurallarını yapıbozuma uğratarak pek çok sinemacı için yeni bir yol haritası çizdi. Bugün bile izlendiğinde filmin dilinin hâlâ yenilikçi durabilmesi, Godard’ın kavramsal devrimciliğinin kanıtı.
Özellikle ‘60’lar ve ‘70’lerde “Une femme est une femme”, “Masculin féminin” gibi yapımlarda Michel Piccoli, Brigitte Bardot başta olmak üzere dönemin yıldız oyuncularını bir araya getirirken Fransız sinemasının taze kanı ve dünyaya açılan yenilikçi bakışı olmayı sürdürdü. Godard, filmografisindeki en ilginç yapımlardan birine yine bu dönemde imza attı. Kara film ve bilim kurgu türlerini harmanladığı “Alphaville”, yıllar sonra da yenilikçi kalabilecek ama o dönemde tuhaf karşılanmış bir yapımdı. Zaten Godard’ın sinemayla ilişkisi klasik dile alışkın olanlar tarafından “tuhaf” olarak nitelendirildi çoğunlukla. Onun seyirciyi yakalamak gibi bir hedefi olmadı hiçbir zaman. Sadece istediği gibi, özgün eserler üretmek için çalıştı. Diline hayran olanların bile kendilerine yakın bulmadığı filmleri de vardı bu yüzden. Agnes Varda’nın 2017 tarihli belgeseli “Visages villages”da Godard ile görüşmek için gittiğinde kapıyı ona açmaması ve Varda’nın gözyaşları, Godard’ı sevenleri dahi çilden çıkarttığını da unutmadık.
2011’de Akademi tarafından Onur Ödülü’ne layık görüldü. Sinemaya olan tutkusu ve yeni bir sinema dili yarattığı için… Ödül törenine katılmadı ve ödülü onun adına Akademi Başkanı Tom Sherak kabul etti. 2014 yapımı “Adieu au langage”a Cannes’da Jüri Ödülü ve 2018’de de yine Cannes’da “Le livre d’image”a Özel Altın Palmiye Ödülü ile taltif edildi. “Le livre d’image”, Godard’ın perdeye gelen son filmi oldu. Pandemi süresince verdiği röportajlarda yeni projelerini tamamladıktan sonra sinemaya veda edeceğini beyan etse de yeni bir Godard filmini beyaz perdede bir daha izleyemeyeceğimizi bilmek üzücü. Sadece yenilikçi bir sinemacıyı değil, bir anlamda sinema tarihini yaratan son simge kişiliklerden birini de kaybettik.