21.04.2024 - 07:00 | Son Güncellenme:
Müjde Işıl - Alex Garland hep kuvvetli bir kalem olageldi. “The Beach” romanı, “28 Days Later” ve “Sunshine”ın senaryosu, “Ex Machina” ve “Annihilation” ile yönetmenliğe geçişi… Garland’ın kalemindeki güç, temelini distopyadan, bilim kurgudan alıyor hiç kuşkusuz. Yeni filmi “Civil War/İç Savaş” da öyle… Ama bu sefer başrole gazeteci bakışını, gazeteci ruhunu koyuyor.
ABD, yüzyıllar sonra yeniden iç savaş hâlinde… Eyaletler birbirine düşmüş. Ayrılıkçılar başkente yürüyor. ABD Başkanı için kritik zamanlar… Tecrübeli foto muhabiri Lee, meslektaşı Joel ile birlikte Başkan ile son kez röportaj yapmak için başkente doğru yola çıkıyor. Yanlarınca çaylak fotoğrafçı Jassie ve mesleğin duayeni Sammy ile birlikte çıktıkları yolculukta pek çok zorlukla sınanıyorlar.
Alex Garland çok sevdiği distopyanın önüne gazetecilik mesleğini koyuyor bu sefer. ‘80’lerin ünlü gazetecilik filmlerini hatırlatırcasına… “Salvador”, “Under Fire” gibi o dönemin yapımlarında ABD’nin Orta Amerika’yı nasıl karıştırdığını ve gazetecilerin kelle koltukta görevlerini yerine getirmeye çalışmalarını izlemiştik. Garland, kendi filminde ABD’yi benzer politik ve askeri kaosun içine sokuyor. Yani bir bakıma yabancı ülkelere ettiğini bulan, iç karışıklığın Beyaz Saray’ın kapısına dayandığı bir distopya getiriyor karşımıza. Amerikalı olmanın, eyalet üzerinden sorgulandığı yani bir zamanlar Kızılderililere yaptıkları katliamı birbirlerine uyguladıkları bir düşmanlık içinde ülke. Bu aslında filmin görünür yüzü. Garland’ın asıl meselesi gazetecilerin mesleklerini ne zorluklarla icra ettikleri. Başkahramanımız Lee, yılların yorgunluğu yüzünden okunan efsaneleşmiş bir foto muhabiri. Öldürülmüş birinin fotoğrafını çekerken bunun sorgulamasını yapmadığını, insanların sorgulaması için fotoğraf çektiğini ifade ediyor. Onu idol olarak gören çaylak Jassie kendisinin duygusal açıdan zayıf olduğunu biliyor. Sammy ise ölümün kokusunu alacak kadar tecrübeli. Aslında gazeteciliğin tecrübe açısından üç farklı kuşağını izliyoruz filmde. Usta-çırak ilişkisi ve meslek tutkusu üç kuşağı birbirine bağlıyor.
Oyuncular harikulade
“İç Savaş”ın en zayıf tarafı, kolaya kaçan finali. Ama oraya gelene kadar kurduğu dünya, seyirciyi epeyce sarsıyor. Savaş sahneleri, fotoğraf kareleri, terk edilmiş alanlar, şiddetin zirve yaptığı sahneler… Filmin oyuncu kadrosu da harikulade. Lee’yi canlandıran Kirsten Dunst, 2025’te Oscar’a aday olur mu bilinmez ama ‘80’lerde olsaydık En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü kesinlikle kazanırdı. “Priscilla”da Priscilla Presley’i canlandırarak dikkatleri çeken Cailee Spaeny çaylak foto muhabiri rolünde yine çocuksu ve çok doğal. Stephen McKinley Henderson da tecrübeli Sammy’ye hayat veriyor. Ama bir oyuncu var ki beş dakikalık rolüyle hikâyenin tüm kötücül damarını inanılmaz şekilde temsil ediyor. Kirsten Dunst’ın eşi Jesse Plemons, kariyerinin en unutulmaz karakterlerinden birine hayat veriyor filmde. Muhtemelen “İç Savaş” onun sahnesiyle hatırlanacak öncelikle.