Kültür Sanat‘Sanatın en güzel yanı sınır olmaması’

‘Sanatın en güzel yanı sınır olmaması’

20.03.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:

Craft Tiyatro’nun yeni oyunu “Dalgakıran”da izlediğimiz Serkan Altunorak: “Son olarak algıladığımız şey, gerçekte hiçbir şeye aslında sahip olmadığımız ve olamayacağımız. Burada geçici olduğumuzu anladığımızda karşımıza çıkan ve bize sunulan hayatla nasıl baş edebildiğimizle ilgili bütün mesele”

‘Sanatın en güzel yanı sınır olmaması’

Seyhan Akıncı - Suyun içinde ahenkle dans ederken sonsuzluk hissine en yakın hissettiğimiz yerdeyizdir belki de… Sonra aniden bir dalga gelir ve bazen öylesine serttir ki güç bela yuttuğumuz suyu tükürerek yeniden o ahengi bulmaya çabalarız. Hayata hafif bir telaşla attığımız o kulaçlarla sarılırız en çok… Biraz sersemlemiş şekilde ulaştığımız kıyı sonsuzluğun pek de mümkün olmadığıyla yüzleştirir bizi. Craft Tiyatro’nun yeni oyunu “Dalgakıran” da sizi keyifli bir yaz günü denizde salınırken yakalayan o dalga gibi yakalıyor. Oyunun yazarı Simon Stephens’ın metinde kurduğu incelikli dengeyi Serkan Altunorak minimal oyunculuğuyla sahici ve bir o kadar güçlü kılıyor. Bir saatin ardından yaşamı, sahip olmayı ve kaybetmeyi sorguladığınız bir zihinle ayrılıyorsunuz salondan. Size eşlik eden tebessümse metindeki incelikli mizahı abartısız şekilde veren Altunorak’ın başarılı performansı oluyor. Serkan Altunorak’ın kendine has yumuşak ses tonu tıpkı bir dalga gibi inip çıkıyor kulağınızda. Son dönemlerin en naif ve sahici tek kişilik performansı Çağ Çalışkur’un yalın rejisiyle ortaya izlenesi bir oyun çıkarıyor. Pandemiden önce okuyup oynamak istediği “Dalgakıran”ı Serkan Altunorak ile konuştuk. 

Haberin Devamı

Minimum hareketle duyguyu ses tonu ve yüz ifadenizle verdiğiniz bir performans “Dalkakıran”daki… -İzlediğimiz anlatım biçimini seyirciyle buluşturmak için metinle nasıl bir ilişki kurdunız?

Üç aydan biraz daha fazla süren sayı ve süre olarak çok yoğun bir prova süreci geçirdik. Bütün oyunu, yönetmenimiz Çağ Çalışkur’un evinde bir masa etrafında oturarak, toplamda beş kişi çalıştık. Oyunu ezberlemeden, sadece okuyarak çalıştım. Hatırlama üzerinden giderek çalıştık ve genelde hatırladıklarım üzerinden bağ kurduk. Oyunu toplamda kaç kere okuduğumu sayı olarak hatırlamama imkân yok. Ben hep müzikle çalışırım gün içinde bana eşlik edecek bir playlist yaptım ve spor, trafik, sette hemen hemen her yerde sürekli o playlist’i dinledim, hâlâ da dinlemeye çalışıyorum. Bu saydıklarım dışında da neredeyse başka hiçbir şey yapmadım ve kimseyle de görüşmedim, kapandım biraz. Onun dışında Alex’i anlamaya çalıştım. Sürekli olarak onun nasıl bir hayatı olduğuna dair şeyler düşündüm. Kelimelerle ancak bu kadar ifade edebilirim.

Haberin Devamı

“Dalgakıran” sonsuz zannettiğimiz şeylerin hiç ummadığımız bir anda ve zamanda aslında bir sonu/sınırı olduğunu gösteriyor bize. Bu sınır bir oyuncu olarak kısıtlayıcı mı yoksa yeni keşif alanları aratan bir şey mi?

Sanatın en güzel yanı sınır olmaması. Sınır denen şeyi insanların belirlediği ve kendini inandırmaya çalıştığı bir şey olarak düşündüm hep. “Son” olarak algıladığımız şey ise gerçekte hiçbir şeye “aslında” sahip olmadığımız ve olamayacağımız. Burada geçici olduğumuzu anladığımızda karşımıza çıkan ve bize sunulan hayatla nasıl baş edebildiğimizle ilgili bütün mesele. Alex de yaşadığı şey sonrası bir noktada tüm bunları sorguluyor diyebilirim. Hepimiz aynı şeyi yapmıyor muyuz zaman zaman?

Büyük bir kayıp hikâyesi Simon Stephens’ın diliyle seyircinin kalbini parçalamak yerine onu düşündürten ve yer yer güldüren bir anlatıya dönüşüyor. “Dalgakıran”da sizi en çok etkileyen ne olduğu?

Oyunun en çok sevdiğim tarafı da bu; sürekli olarak seni ters köşe yapması ve seni o hisle baş başa bırakması. Beni en çok etkileyen kısmı o boşluk hissi. Bu his, üzerine en çok çalıştığım ve kafa patlattığım kısımlardan biri oldu. Benim de dibi gördüğüm zamanlar oldu, iyi ki olmuş diyorum bugünden bakınca. O zamanlarda hiç isyan etmemiştim ve o hissi, o durumu yaşamak istemiştim. Alex’le çok farklı durumlar olsa da bana çok yol gösterici oldu.

Haberin Devamı

“Süre değil ne izlediğim önemli”

Son dönemlerde tek perdelik oyunların daha fazla sahnelenmeye başlandığını görüyoruz. Bunu yeni bir anlatım biçimi olarak tanımlayabilir miyiz? 

“Dalgakıran”ı pandemiden önce okumuş ve oynamak istemiştim. Oyunun haklarını aldık, ilk provamızı yaptığımız gün kapanma oldu ve bugünlere geldik. Oyun yapı itibarıyla süresi, seyirci sayısı vs. şu an oynamak için elverişli çünkü maskeyle bir şey izlemek bazı insanları zorlayan bir durum. Benim için fark etmiyor iyi bir şey izledikten sonra üç saatte olabilir 10 dakika da… Benim için sürenin bir önemi yok daha çok ne izlediğimin önemi var. Çok sayıda süresi uzun, iki perde ya da kalabalık kadrolu oyunlar da var ve hepsi de seyirciyle buluşuyor. “Dalgakıran” özelinde tesadüf oldu.

Yazarlar