25.01.2023 - 07:00 | Son Güncellenme:
Hülya Avtan - “Bir elmayla Paris’i hayrete düşüreceğim.” Cezanne, zamanında ettiği bu sözün hakkını fazlasıyla veriyor. 19. YY’ın en esrarengiz olduğu kadar en saygın isimlerinden de olan Cezanne, resimlerinde belirsizlikle belirlilik arasında gidip gelen yaşama dair açtığı yepyeni olanaklarla hâlâ benzersiz. Tate Modern’de açılan “The Ey Exhibition: Cezanne” sergisi sanatçının işlerindeki birçok gerilim ve çelişkiye odaklanırken Güney Akdeniz’le gurur duyan, ancak Paris metropolünde var olmak konusunda hevesli ve hırslı ressamı daha iyi anlamayı amaçlıyor.
Aynı zamanda Birleşik Krallık’ta ilk kez gösterilen pek çok yapıtın da yer aldığı sergiyi hafta içi bir günde ve gün ortasında ziyaret etmek isteseniz de önünde uzanan uzun kuyrukları göze almanız gerekeceği konusunda şimdiden uyarmakta fayda var. Zira Cezanne’ın kimselerinkine benzemeyen kendi dilini amansızca takip etmesinden önce, tanınmak ve ortaya yeni çıkan izlenimcilere katılmak konusundaki mücadelesinin de izini süren sergi, kapılarını açtığı 5 Ekim’den itibaren büyük ilgiyle karşılanmış durumda.
Tate Modern’in “Bir sanatçının, modern ressam olmanın ne anlama geldiğiyle boğuşmasından yaşadığı dünyaya, siyasi kargaşalar sebebiyle sürekli hızlanan yaşam biçimine dek derinden şüpheyle baktığı dünyaya tanıklık edeceğiz” dediği sergi, ressamın ilk dönem işlerinden başlayarak yaşamının ve sanatının son dönemlerine uzanan kapsamlı bir bakış sunuyor. Aynı zamanda bugüne dek sorulmamış sorular aracılığıyla Cezanne’a dair yeni bir kavrayış getirmeyi amaçlıyor: “Döneminde yaşanan siyasi ve politik atmosfere nasıl karşılık verdi?”, “Metropol şehir Paris ile evi saydığı kırsal yaşam arasında nasıl bir denge kurdu?”, “Döneminin kural yıkıcısı bu ismi bugün modern sanatın özü olarak niteleyebilir miyiz?”
Cesur ve tutkulu
Sergi salonuna girdiğinizde sizi karşılayan ilk şey Cezanne’ın 35 yaşındaki otoportresi oluyor. Çaprazındaki duvarda ise Cezanne’dan şöyle bir alıntı yer alıyor: “Gördüğüm ve hissettiğim gibi resmediyorum. Onlar da benim gibi hissediyor ve görüyorlar, fakat cesaret edemiyorlar. Ben ediyorum.” Cezanne’ın “Cesaret ediyorum” diye bahsettiği şey, bugün eleştirmenlerin ona dair hemfikir oldukları nokta; 15. YY’dan bu yana süregelen resim geleneğinde yarattığı radikal kırılma bir bakıma. “Şanlı atalarımızın güzel formüllerine tutunmakla yetinmemeliyiz” diyen Cezanne içinse ömürlük bir araştırma tutkusu...
Serginin ilk yarısı Cezanne’ın zamanını, yaşantısını, ilişkilerini ve onu çevreleyen yaratıcı dünyayı merkezine alıyor. İkinci kısım ise onunla özdeşleşmiş ‘ölü doğa’, ‘yüzmeye gidenler’ gibi belli başlı temalar üzerinden ilerliyor. Sanatçının 30’lu yaşları, aynı zamanda kendisini bir ‘yetişkin’ olarak tanımladığı yaşlar. Sonraki 30 senesi ise “Modern resim nedir?” sorusuna yanıt arayarak geçmiş. Bu bilgileri girişte ediniyor ziyaretçiler. Nesneler dünyasıyla ilişkimizin her daim bir sorgu meselesi olduğu Cezanne sergisinin pusula görevini ise her odada karşınıza çıkan elmalar üstleniyor.
Babasıyla ilişkisi
Cezanne’ın olduğu kişide etkisi en büyük şeylerden birincisi babasıyla olan sorunlu ilişkisi. Bunun ardından ise Emile Zola ve Camille Pisarro ile kurduğu dostluklar anahtar nokta. İkinci oda Cezanne’ın sanat yolculuğunu bunların etkileri üstünden takip ediyor. Bu isimlerin etkilerini odada karşılıklı yerleştirilmiş iki farklı tablo üzerinden yorumlamak mümkün. İlki karanlık, vahşi ve pejmürde “Sugar Bowl, Pearl and Blue Cup” (Şeker Kâsesi, İnci ve Mavi Fincan), ikincisi ise rengârenk bir natürmort olan “Fruit Dish” (Meyve Tabağı).
Pissaro’nun anarşistliği, Zola’nın devrimi destekleyen mektupları biliniyor olsa da Cezanne’ın hiçbir zaman politik açıdan dobra olmadığı söyleniyordu. Fakat son dönemdeki araştırmalar, Cezanne’ın erken dönem işlerinin popüler görsel kültüre ve politikaya dair mesajlar içerdiğini ortaya koyuyor. Bir sonraki oda ön plana çıkan üç farklı resim üzerinden bu araştırmaların izinden gidiyor. Köleliğin kaldırılmasına dair “Scipio”, ana akım medyadaki kadın tasvirine dair “Eternal Feminine” (Ebedi Feminen) ve ressamın politik görüşlerini açık ettiği “The Conversation” (Sohbet) tablolarını bu bilgiler üzerinden yeniden konumlandırıyor.
Bu yazı Milliyet Sanat dergisinin ocak sayısından alıntılanmıştır. Tamamını dergide okuyabilirsiniz.