01.11.2024 - 07:01 | Son Güncellenme:
MÜJDE IŞIL
MÜJDE IŞIL- Ölümle ve ölüm korkusuyla sınanmayan yok şu hayatta. Sanatçılar da bundan azade değil ama korku ve takıntılarını sanatlarına yansıtarak bunu anlamaya, kabullenmeye ve yenmeye çalışıyorlar. “The Room Next Door/Yandaki Oda”da Pedro Almodóvar da bunu yapıyor; ölümü kabullenmek üzerine dingin bir hikâye anlatıyor, ölüm korkusunu alt edercesine… Film, Sigrid Nunez’in “What Are You Going Through” adlı romanını serbest bir uyarlaması aynı zamanda. “Yandaki Oda”, Venedik Film Festivali’nde Isabelle Huppert’in başkanı olduğu jüri tarafından Altın Aslan Ödülü’ne layık görüldü ki bu da yapımı, Altın Aslan Ödülü alan ilk Pedro Almodóvar filmi yaptı. Venedik’te en çok alkışlanan (18 dakika) yapım olması bir yana, Tilda Swinton ve Julianne Moore’u ilk kez perdede bir araya getirmesi zaten alkışlık bir olay.
Yeni bir yol
Film, iki eski dost olan Martha ve Ingrid’in yıllar sonra hastalık yüzünden yollarının kesişmesiyle başlıyor. Kanser hastası Martha, ölüme yürürken yalnız hissetmemek için Ingrid’e, ‘yan oda’sında kalmasını teklif ediyor. Adını bu ricadan alan filmde iki eski dostun ölümle farklı şekilde yüzleşmesini izliyoruz. Savaş muhabiri olan Martha tanık olduğu tüm vahşetlerden sonra acısız bir ölümü olsun istiyor. Ingrid ise ölümü kabullenmenin ve anlamanın yolunu kitap yazmakta buluyor. Martha’nın Bosna’daki savaşa dair söyledikleri ise bugünün Filistin’ini anımsatıyor.
“Yandaki Oda” rengârenk dekorundan duyarlı atmosferine, anne-evlat ilişkisinden kadın dayanışmasına kadar tipik bir Almodóvar filmi aslında. Ama burada pek de mizahı olmayacak bir konuyu hayli olgun ve dingin bir şekilde anlatıyor. Ajitasyon yapmıyor, karamsarlığa paye vermiyor, kahramanlarını neredeyse ağlatmıyor bile ölüm karşısında… Ölümü yeni bir yolun başlangıcı, hatta pişmanlıkların sonu gibi ele alıyor. Bunu en net, Martha’nın kızıyla ilişkisinde görüyoruz.
Kısa filmi “The Human Voice”tan sonra yeniden Swinton’la çalışan Almodóvar, “The Eternal Daughter”daki gibi ağır bir yük yüklüyor tecrübeli oyuncunun omuzlarına. Swinton’ın karakterinin kararlı duruşu karşısında Julianne Moore’un şefkatli bakışlarında ise hep bir umut aratıyor film bize. Tıpkı yaşamın gelgitlerinde olduğu gibi.