25.09.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
Müjde Işıl - Cem Kaya ile “Motör: Kopya Kültürü & Popüler Türk Sineması” vesilesiyle tanıştı çoğu sinemasever. Anlatım tarzı ve anlattığı konunun sempatisi izleyenleri hem şaşırttı hem de güldürdü. Özellikle ‘60’larda ve ‘70’lerde film çekme rekoru kıran Yeşilçam’ın biraz bilinen ama büyüsü bozulmasın diye çok da yüksek sesle bağırılmayan tatlı sırlarını anlatıyordu bu belgesel. Sansürü, maddi ve teknik imkânsızlıkları aşmak için bulunan acayip ama pratik çözümleri… Seri üretime bağlanan Yeşilçam’ın bunca filmi nasıl yabancı filmlerden hızlıca ve hınzırca kopyaladığını… Cem Kaya’nın yeni belgeseli “Aşk, Mark ve Ölüm” de tarz olarak “Motör” ile benzer rotada ilerliyor ve seyirciyi yine kalbinden vuruyor.
“Aşk, Mark ve Ölüm” bir müzik belgeseli ama öyle alıştığımız gibi şu şurada doğmuş da bunu bestelemiş, öyle meşhur olmuş gibi tahmin edilebilir bir içeriği ve tarzı yok. Türkiye’den Almanya’ya göçün 60 yıllık tarihini, göçmenlerin müzik kültürü üzerinden anlatıyor. Kaya senaryoyu, 2019’da yine Berlin Film Festivali’nde En İyi İlk Film Ödülü’nü kazanan “Oray”ın yönetmen ve senaristi Mehmet Akif Büyükatalay ile birlikte yazmış. Prömiyerini bu sene Berlin Film Festivali’nin Panorama seçkisinde yapan belgesel, festivalden Seyirci Ödülü ile dönmüştü.
Kuşaklar boyu müzik
Film önce misafir işçi olarak gelen, sonra yerleşik göçmene, sonra da kök salarak Alman vatandaşlığına uzanan kuşakların uzun ve sancılı sürecini anlatıyor. Belgeselin ismi ise Almanya’da çok sevilen ve İdeal Grubu’nun yaklaşık 40 sene önce şarkısında kullandığı şiirden alıyor. Adından da anlaşılacağı üzere üç konu başlığına sahip belgesel. Aşk, Almanya’ya misafir olarak gelen ilk kuşağın geride bıraktıklarına duydukları hasreti ve bu yeni topraklardaki uyum sorununa odaklanıyor. İkinci bölüm olan Mark ise kendi kültürlerini Almanya’da yaşatmaya başlayan ve bölgelerini gazinolaştıran yerleşik kuşağa yoğunlaşıyor. Ölüm adını taşıyan bölüm ise Solingen’deki gibi ırkçı saldırılarla birlikte değişen müzik kültürünü anlatıyor. Hasret kokan, arabeskleşen şarkılarla başlayan sürecin, ırkçı saldırılar ve ölümlerden sonra yerleşik kuşakların çocukları tarafından hip hop, rap gibi farklı müzik türleriyle nasıl yüksek sesle ve daha global dert paylaşımına dönüştüğünü izliyoruz.
Köln Bülbülü olarak bilinen Yüksel Özkasap, yakın zaman önce vefat eden Berlinli sanatçı Hatay Engin, Âşık Metin Türköz, bağlama virtüözü İsmet Topçu, Cavidan Ünal, Muhabbet, Killa Hakan, Kâbus Kerim gibi pek çok ismi belgeselde görmek mümkün. Cem Karaca’nın yolu da Almanya’dan geçiyor. 80 darbesi sonrasında 1981’de Almanya’ya siyasi sürgün olarak giden ve kurduğu Die Kanaken adlı grupla Almanca albüm yaparak konserler veren Karaca’nın görüntüleri, Almanca röportajları çoğu müzikseveri şaşırtacak.
Cem Kaya bu belgesel için Alman televizyonlarının arşivlerini ve kişisel arşivleri detaylıca taramış. Bizlerin daha önce hiç görmeyip yeni öğrendiği ve Almanya’daki vatandaşların nesiller boyu aşina olduğu zengin bir müzik kültürü çıkmış böylece ortaya. “Motör”deki gibi eğlenceli tarzını yine devam ettiren Kaya, müzik kültürünün siyasal ve toplumsal dinamiklerden nasıl etkilendiğini açıklıyor temelde. Türkiye’den göçenler yanlarında kendi müziklerini ve dertlerini de götürüyor. Bu yüzden Türkiye’de zirveye çıkan gazino kültürü aynı dönemlerde Almanya’daki göçmenler için de ülke toprağına basmaya benziyor. Örneğin Berlin’deki kullanılmayan bir tren istasyonu Türk pazarına dönüştürülüp içine bir de gazino açılıyor. Düğün dernek, şarkı türkü, göbek atma, gerdan kıvırma vs. her şey Türkiye’dekinden bile daha “yerli” bir hâl alıyor.
Filmler üzerinden Almanya’ya göç hikâyelerini çok izledik. Ve sinemadaki göçün etkisini çok irdeledik, tartıştık. Cem Kaya yine sinema yoluyla ama müziğin göçmenlerle etkileşimi üzerinden farklı bir Almanya hikâyesi anlatıyor “Aşk, Mark ve Ölüm”de. O dönemin şarkıcılarının kendilerine biçtiği roller, verdikleri büyük değer gerçeküstü ama hayli mizahi bir dönem anlatısının ortağı yapıyor seyirciyi. Bazen çok hüzünleniyor bazen de bu cümbüşün parçası oluyoruz. Almanya’ya acı vatan yerine, acıya ve hasrete müzikle direnenlerin vatanı diyoruz. Ve son bir not: Filmin başındaki o ilginç sahnenin son jenerikten sonra nereye bağlandığını kaçırmamak için sonuna kadar izlemeyi ihmal etmeyin.