03.04.2020 - 07:00 | Son Güncellenme:
Özgür Yılgür
Alper Tuzcu üç bölümden oluşacak EP serisinin ilk parçası olan “Migrante” ile müzik severlerle buluştu. Aynı zamanda Grammy Ödülleri’nde jüri üyesi de olan müzisyenle “Migrante”yi ve coğrafya ile müzik arasındaki bağa olan merakını konuştuk.
“Migrante”nin üretim sürecinden bahsedebilir misiniz?
“Migrante” ve sonrasında çıkacak iki EP’yi de Barselona’da, 2019 yılında besteledim. “Canção do Pássaro” şarkısında fado türünün etkileri gözüküyor. “Con Ella” ise Pablo Neruda’nın “Estravagario” isimli kitabından aldığım bir şiir. Klasik şiire göre daha sade ve modern bir bakışla yazdığı, antişiir akımına dahil olan şiirler yer alıyor bu kitabında. Bu tip şiirler düzyazı gibi oldukları için normal şiire göre bestelemesi daha zor oluyor. Bu şiiri besteledikten sonra resmi olarak da izin aldım. Kayıtlarıysa Amerika’da Berklee’den arkadaşlarımla birlikte gerçekleştirdik.
Önceki kayıtlarınızla kıyasladığında “Migrante”de ne gibi farklılıklar görüyorsunuz?
İlk albümümde birçok değişik tür vardı. Artık bir projede hangi tür üzerine çalışacağım konusunda daha odaklı bir yaklaşımım oluyor. Her proje için bir tane tema seçiyorum. Ardından onun etrafında besteler yapabileceğim birkaç müzik türü belirliyorum. “Migrante” için seçtiğim türler fado, flamenko, caz ve klasik müzik oldu. Bunun dışında insanlardan “Şarkıyı duyar duymaz senin bestelediğini anlayabiliyorum,” şeklinde geri dönüşler aldım. Böylece karakteristik bir müzik üretebildiğimi de fark edebiliyorum.
Márquez’den ilham
Bu bestelerin ilham kaynağı olarak Gabriel Garcia Márquez’in “On İki Gezici Öykü” kitabını gösteriyorsunuz. Bu kitapta sizi etkileyen şeyler neler oldu?
Garcia Márquez gerçeküstü olayları ve sihirli gerçekliği en sade şekilde anlatabilen yazarlardan biri. Onun düzyazıda yaptığını, ben de şarkı sözlerinde mümkün kılmaya çaba gösteriyorum. Sanat içerisinde gerçeküstü dünyalar yaratmak çok hoşuma gidiyor. Márquez de bir göçmen ve kitapta kendisi gibi göçmen insanları ve sanatçıları anlatıyor.
EP’nin ismi Portekizcede “göçmen” anlamını taşıyor. Bu ismi seçme sebepleriniz nelerdi?
Şarkılar İspanyolca ve Portekizce olduğu için iki dilde de ortak olan bir kelime arıyordum. “Migrante” kelimesi bu koşulu sağlıyordu. Göçmenlik benim için sürekli hareket hâlinde olma durumunu da ifade ediyor. Bu da doğanın bir parçası, insanların hayatlarında var olan bir şey.
‘Müzik bir araştırma gibi’
İlk albümünüz “Between 12 Waters” 12 farklı kültürden aldığınız ilhamın sonucunda ortaya çıkmıştı. Bu tip konseptlere duyduğunuz ilginin kaynağı nedir?
O anda dinlediğim ve ilgimi çeken müzik türleri üzerine yoğunlaşıyorum. Bu ilgi sürekli değişen bir şey açıkçası... Müzik benim için biraz da sosyal bilimler ve tarih araştırması gibi aslında. O yüzden tek bir coğrafyanın müziğini incelemek yerine, bir coğrafyadaki birkaç grubun kesişimi sonucu oluşan müzikler daha çok ilgimi çekiyor. Mesela İspanya’dan Küba’ya melodi ve armonilerin gelmesi ve burada Afrika’dan gelen ritimlerle birleşerek bolero ya da danzón türlerinin oluşması gibi. Bu tarz öyküleri öğrenmek hem müziği daha iyi anlamamı hem de özgün müzikler yazabilmemi sağlıyor. Ben de bir koleksiyoncu gibi bu değişik türleri toplayıp sunmak yerine, bu türlerin üzerine özgün bir müzik yazmak amacındayım. Bu açıdan yaşayan bir şey üretiyormuşum gibi hissediyorum. Yaptığım müzikle şu anda ve gelecekte insanları birbirine yaklaştırmayı ve bu şekilde sınırları aşmayı amaçlıyorum.
‘Caz ağırlıklı’
Besteleri Barselona’da hazırladınız. Oradaki şehir kültürünün müziğinize nasıl yansımaları oldu?
Barselona’da yüzlerce farklı kültürden insan yaşıyor. Bu açıdan caz, klasik, fado ve Latin müzikleri gibi birçok farklı türde müziği deneyimleyebildiğiniz bir yer. En ilginci de cazı son derece koruyarak ve dönemsel olarak inceleyip çalıyor olmaları. Mesela sadece bebop caz yapan müzisyenler var... Bu bakış açısına kişisel olarak katılmasam da bir müzik türünü kültürel açıdan korumalarını ve sanatı bu şekilde ciddiye almalarını çok ilham verici buluyorum. Bu yüzden caz müziğe daha çok ağırlık verdiğim bir proje oldu bu. Özellikle mayıs ayında çıkacak ikinci EP’de Latin ve klasik cazın etkisi daha yoğun hissediliyor.
‘Grammy benim için çok öğretici bir deneyim’
Grammy jürisine seçilen en genç isimlerden birisiniz. Grammy’lerdeki süreç nasıl işliyor? Burada jüri olmanın size katkıları neler?
Uzun bir başvuru süreci sonucunda jüriye kabul edildim. Bildiğin gibi 80 küsur kategoride ödül veriliyor. İlk başta birinci ve ikinci tur oylamaları yapılıyor. Birinci tur oylamalarına herkes başvuru yapabiliyor. Bu başvurulardan beş isim seçiliyor ve Grammy Ödülü de bu beş isimden birine veriliyor. Benim için çok öğretici bir deneyim, çünkü bu sayede her sene çok sayıda şarkı dinleyebiliyorum. Özellikle de normalde dinlemediğim ya da üzerine çalışmadığım müzik türlerini inceleme şansım oluyor. Bu şekilde müzik endüstrisinde neler olduğunu yakından takip edebiliyorum.
Söyleşinin tamamını Milliyet Sanat’ın nisan-mayıs sayısında okuyabilirsiniz.