Kültür SanatKulis

Kulis

14.10.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Kulis

Kulis

Kuinterna Topluluğu bugün "Ortaçağ enstrümanlarının" nostaljisini yaşatacak Eskişehir'de....

BU hafta sonu kalabalık bir grup olarak Eskişehir'e gittik. Basının sanat takımı, Deniz Adanalı, Sibel Asna, kompartımanın ön bülümünde bilim dünyasından Tahsin Yücel, tiyatro dünyasından Erol Günaydın, güzellerden Neşe Erberk filan gibi "nezih" bir topluluktuk. Yol boyunca basının kendisi giderek haber öznesi haline geldiğinde daha çok basın *** konuşuldu ben pek sanatsal kulis bulamadım ama özel trenimiz ve her şey çok güzeldi. Bir kere yolculuk boyunca Fransız filmlerinden fırlayıp gelmiş diva güzellikte genç bir kızımız akardeon ile evrensel kabul görmüş ne kadar parça varsa çaldı. Dahası İstanbul'dan çıktıktan sonra her şey gözümüze cennet gözükmeye başladı, ülkemizde savaş ve kötümserlik karabasanları dağıldı hayran hayran yoğun yeşilliği, söğüt ağaçlarının arasından iyice bir güzel gözüken gölleri, ağaçların altına serpilmiş şirin evleri izledik. "Allah Allah Türkler Türkiye'yi niye sevmiyor, nefismiş" hallerine girdik. Bu mutluluk halimiz Eskişehir'de de devam etti. Meraklıları bilir Eskişehir'in uluslararası festivali var ama havaalanı ve oteli yok. Bir tane var o da bir senfoni orkestrası gelince tamamen doluyor. O yüzden diğer konuklar Orduevi'nde ağırlanıyordu. Geçen yıl Kültür Bakanlığı Müsteşarı Emre Kongar sakallı olduğu için Orduevi'ne neredeyse zorla alınmıştı, bu yıl Faruk Şüyun bir de atkuyruklu olmasına rağmen hiçbir zorlama olmadan alındı.
Meraklılarının bildiği üzere bu yıl dördüncüsü gerçekleştirilen Uluslararası Eskişehir Festivali'ni Zeytinoğlu Eğitim, Bilim ve Kültür Vakfı düzenliyor.
1979 yılında kaybettiğimiz Mümtaz Zeytinoğlu'nun "ulusal sanayici" profili ile adını duyuran aile "kuramsal sponsorlar" olmasına rağmen bu çapta bir festivali tek başlarına finanse ediyorlar.
Yavuz Zeytinoğlu'nun açılış konuşması bu anlamda ailenin ilerlemesi ve aydınlık yüzünü yansıtır nitelikteydi. Yavuz Bey 75 yıl önce Meclis'e koyacak sandalye bulamayan Cumhuriyet Türkiye'sinin geldiği noktaya dikkat çekerken (tabii ki Gün ve Meclis'e gönderme yaparak düzeyi düşürmedi), bu yıl dördüncüsü gerçekleşen festivalin ideolojik dayanağını da 40 yıl önce kurulan Anadolu Üniversitesi'nden aldığına dikkat çekti.
Diyorum ya her şey moral verici nitelikteydi. Örneğin Eskişehir'e adımını ilk kez atanlar için Zeytinoğlu ailesi oldukça şaşırtıcıydı. Monoko Kraliyet Ailesine taş çıkartacak güzellikte ve zariflikteki bu aile hem zengin, hem de sade olabilmeleri açısından bizi bayağı düşündürdü. Yine "Yahu ülke hiç de fena değil, neler varmış" halleri olduk. Boş zamanlarımızı böylece onları izleyerek geçirdik.
Festivale ve açılış konserine gelince:
Filiz Ali bir çok aşamada olmazı nasıl oldurduklarını anlattı. Örneğin Ferhan ve Ferten Önder'in çalabileceği iki piyano gerekiyormuş. Oysa Eskişehir'de bir tek Bösendorfer piyano varmış. Diğeri için Filiz Ali önce Resim ve Heykel Müzesi'ne gitmiş, Orası vermeyince Hacattepe Üniversitesi'ne yönelmişler. Ne var ki oradaki Bösendorfer'ın da arızası varmış. Bunun üzerine Zeynep Zeytinoğlu, Viyana'ya Banu Zeytinoğlu'na "yetiş" demiş o Viyano'da piyanonun merkezine gitmiş, uygun adım Ankara'ya yollanmış ve biz karşımızda mükemmel bir iki piyano gördük.
Önder kardeşler de mükemmeldi. Hem yorumları, hem de sadelikleri ile. Filiz Ali'nin gereğinden fazla mütevazılar dediği ikizler Viyana'da yaşıyorlar.
Şef Howard Griffith'in müziksel başarısı yanında her parçayı hayatımıza sokma çabası, espri dehası da çok hoştu. Griffith sempatikliği ile ana haber bültenlerine bile girmeyi başardı. Zaten 1971 - 80 yılları arasında Türkiye'de çalışan İngiliz şefin eşi de viyolonselci bir Türk sanatçısı imiş.
Açılış konserinde benim açımdan aksayan tek şey Server Alim'in Cumhuriyet'in 75. yıl onuruna yaptığı "Cumhuriyet Uvertürü" idi. Dinleyici olmanın ötesinde hiçbir niteliğim yok. Yani Alim'in alınması hiç gerekmiyor ama böylesi iddialı bir adın içini doldurmak için daha iddialı bir şey gerekirdi." Parça bittiğinde kulağımızda tek bir melodi bile kalmamış biraz da içimiz sıkılmıştı.
4. Uluslararası Eskişehir Festivali blues, caz, klasik müzik konserleri, sergiler, tiyatro gösterileri, çocuk etkinlikleri ile devam edecek.
Darısı diğer şehirlerimizin başına.

AĞIRLIKLI olarak sanat, edebiyat ve tasarıma yönelik ürünlere yer veren yeni bir yayın organı girdi hayatıma "No". İlk sayıda sessiz bir karşı koyucu Peter Handke'yle yapılmış bir söyleşi ve Handke'nin bir radyo oyunu. Haydar Ergülen, Orhan Alkaya ve Seyhan Er Özçelik'in şiirleri. Edward Munch'un desenleri var.
Gelecek sayılarda da sürecek olan Bazı Sözcükler adlı dosyanın ilkinde Oda yazılmış.
Odasını herkes pek güzel anlatmış ama Edip Cansever'in Oteller Kenti'nden İkinci Set: Uyanış bir ayrı güzel:
Herhangi bir gündüzün bir odasındayım
Uzanıyorum yatağıma yarı çıplak
Öğle sonu, sıcak, panjurları kapatıyorum
Ben kapatır kapatmaz
Geceden ya da düşten sızmış
Bir görüntü gibi
Biri
Zorlamaya başlıyor panjurları nedense
Gölgesini görüyorum yalnız
Ve işte
- Yok başka bir seçeneğim, biliyorum -
Kaçınılmaz bir durumun bir odasından diyorum kendikendime
Ben böyle diyorum ya
Kısa bir an boşlukta gezdikten sonra
Yere düşüyor tavandaki avize
Maviyle kristal karışımı bir gürültüyle
Kapı aralanıyor hemen; masmavi bir oda bakıcısı
Bir şey, bir şey, bir şey istermiymişim acaba
Soruyor kekeleyerek
Buzlu bir konyak, diyorum ona, buzlu bir konyak
Panjurları gösteriyorum bir elimde de - ama ters yönde -
Başını sallıyor
Dışarı süzülüyor

BİR yerlere tutunmakta hala zorluk çeken, 12 Eylül kuşağının baş yapıtı "Tutunamayanlar"ın yazarı Oğuz Atay'ın kayıp romanı "Eylembilim" İletişim Yayınları arasında çıktı.
Oğuz Atay "Eylembilim"i tamamlayamadan hayata veda etmişti. Ayrıca yazdığı bazı bölümler de kaybolmuştu. Allahtan kayıp bölüm bulundu ve kitap yazıma hazırlandı.
Oğuz Atay bu romana 1976'da başlamış. "Eylembilim" bir hocanın serüvenini anlatacaktı: "Prof., evli, erken evlenmiş. Yaşantısında, insanımızın sıradan sayılan fakat bana göre acıklı olan beceriksizliğinin örnekleri dolu... biraz rastlantıyla katıldığı eyleme aklını veriyor, bilimsel olarak meseleye yaklaşıyor ve herkesin - kendince - yanılgı içinde olduğunu görüyor... yaptığı çıkışlar korkaklık ve ihanet olarak nitelendiriliyor. Onun üzerine tek başına bilimsel - kendine göre - eyleme geçiyor. Yani kendini aşıyor..." diye anlatmıştı yazar romanını.
Romanın önsözü Cevat Çapan'ın Atay'a yazılmış bir mektubu. Çapan mektubun bir bölümünde (...) "Eylembilim"de ironi, öykünün başlığından başlıyor. Anlattığı olaylar 12 Mart öncesi, ülkede yaşanan öğrenci çatışmaları, üniversitedeki işgaller ve forumlar, özellikle de bu olaylar karşısında birtakım öğretim üyelerinin, yani bilim adamlarının tutum ve davranışları. Eyleme girişmeye kararlı öğrenciler ve eyleme girişip girişmeme konusunda ikircikli öğretim üyeleri. (...) işte böyle bir ortamda karşımıza çıkıyor Prof. Server Gözbudak. (...) Gözbudak dış görünüşüyle işini aksatmayan bir matematik profesörü, karısına ve çocuklarına bağlı küçük burjuva bir aile reisi olabilir. Ama kolay kolay dışavuramadığı iç dünyasında, her türlü klişeye, basmakalıp değere ve davranışlara karşı savaş açmış bir kişiliği var".
Server Gözbudak'ı hatırladınız değil mi?
Oğuz Atay'ın romanı ile yeni nesil, belki artık hiç konuşulmayan bir "iç dil"i de okuma fırsatı bulur. Eskiler ise anı tazeler.