15.08.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
Seray Şahinler - "Güncel klasik müzikte merkezi bir figür." La República bu sözlerle anlatıyor Simon Ghraichy’yi. Klasik müziğin yükselen yıldızlarından biri Ghraichy. Performansıylarıyla adından sıkça söz ettiriyor. Enerjisiyle, özgün yorumuyla ve konserlerindeki dinamik performansıyla müzikseverlerin ilgiyle takip ettiği isimlerden olan Simon Ghraichy, Meksika ve Lübnan asıllı Fransız bir piyanist. Onu özgün kılan belki de köklerinden filizlenen yorumu. Sanatçının sahip olduğu kültürel çeşninin müzik serüvenini beslediği kuşkusuz. Her röportajında, yorumunun özgünlüğünün ve gücünün temelinde farklı kültürlerden beslenmesinin büyük etkisi olduğunu vurgulayan piyanist, bunun kendisi için bir ayrıcalık olduğunu dile getiriyor. Aynı zamanda farklı müzik türleriyle olan etkileşimi de performansına lezzet katıyor. 35 yaşındaki Ghraichy şimdi 49. İstanbul Müzik Festivali’nde özel bir konsere imza atacak.
Öncelikle Müzik Festivali’yle başlamak istiyorum. Ankara’dan sonra İstanbul’dasınız. Türkiye’de konser vermek size nasıl hissettiriyor? Buradaki klasik müzik dünyası ve izleyicisi hakkındaki düşünceleriniz neler?
2018’de Türkiye’ye üç konserlik bir turne yaptım, İstanbul’da Süreyya Operası’nda, Ankara’da ve Adana’da konserler verdim. Özellikle Adana’ya gitmek benim için şaşırtıcıydı. Tamamen farklı bir şehir. İstanbul ve Ankara konserleriyle başlayacak olursak, konser vermekten çok keyif aldığım, izleyicinin ve salonların harika olduğu konserlerdi, çok kalabalıktı. Çok güzel bir deneyimdi, Türk toplumunun klasik müziğe karşı bu kadar ilgili ve pozitif olması beni iyi anlamda şaşırttı. O dönem “33” adlı albümümü tanıtıyordum, Schumann’dan Chilly Gonzales ya da diğer modern bestecilerin çağdaş dünya prömiyerlerine uzanan alternatif bir repertuvar çalıyordum. Hepsi çok fazla alkış ve coşkuyla karşılandı bu yüzden Türkiye’ye dönmeyi ve tekrar sahne almayı dört gözle bekliyorum.
Siz çok kültürlü geleneğe sahip bir müzisyensiniz. Meksika ve Lübnan kökeniniz ve yaşadığınız Fransız kültürünün bütününe bakınca bu sizi müzikal anlamda nasıl etkiliyor ve besliyor?
Bildiğiniz gibi ben hem Meksikalı hem Lübnanlı hem de Fransız’ım. Bir gün uyanıp bugün Fransız olacağım, yarın Lübnanlı ya da Meksikalı olacağım demiyorum. Bu içimde kalıcı olan ve daha küçük yaşlarda annem, babam ve içinde büyüdüğüm kültür sayesinde benimsediğim bir şey. Ve tabii ki müziğimi de etkiliyor çünkü piyanonun başına geçtiğimde, bir konser verirken ya da bir parça çalışırken de hâlâ kendim olmaya devam ediyorum. Müzik ya da herhangi bir sanat icra ederken içsel benliğinizin konuşmasına izin vermek çok önemli. Bazen insanlar bana, Beethoven çalarken Beethoven mı yoksa Meksikalı, Lübnanlı, Fransız Beethoven olan “Simon Ghraichy’den Beethoven” mı çalıyorsun diye soruyor. Sürekli olarak, ne çalarsam çalayım, tabii ki kişiliğim müziğe kendi tadını vererek onu etkiliyor. Bulunması gereken denge ise Avrupa geleneğinden gelen ustalarımın ve değerli öğretmenlerimin bana öğrettiklerine saygı gösterip sahip çıkarken, kendi zevkim ve isteklerim doğrultusunda müziği daha modern bir hale dönüştürmek. Bu modernliğin illa kökenimle alakası olmasına gerek yok fakat 2021 yılında, 21. yüzyılda yaşadığımız düşünülünce klasik müzikte yorumları modernleştirecek şeylerin bulunması gerek. Eğer bu yorumlar kökenimden ya da etkilendiğim şeylerden kaynaklanıyorsa da öyle olsun.
Goya’ya hayran olduğunuzu okudum. Goya’dan esinle yazılan eseri konserde icra edeceksiniz. Disiplinlerarası etkileşim sizi nasıl etkiliyor? Bir tablodan ilhamla bir müzik eseri üretmek nasıl bir deneyim oldu?
“Goyescas Süiti”, İspanyol besteci Enrique Granados tarafından Goya’nın resimlerinden ilham alınarak yazılmış bir başyapıt. Bu çok büyüleyici çünkü besteci burada müziğin içerisine resimlerdeki ambiyansı yerleştirmeye çalışmış. Goya etkileyici bir ressam, resimlerinde zamanının ötesinde olarak erken sürrealizm ve karanlık, ölüme ait taraflar var. Granados bunu müziğe bir sürü gizem katarak ustalıkla yerleştirmiş. Bir piyanistin bu parçaları çalabilmek için de ustalığa ihtiyacı var. Genel olarak, müzik yaparken her zaman bir şeylerden etkilenirsiniz, müzik bir boşluktan çıkmaz. Seni etkileyen şey daha önce gördüğün bir sanat eseri olabilir, yaptığın bir gezi, muhteşem bir manzara ya da göl, bir his ya da herhangi bir şey olabilir. Müzik yazarken seni her zaman etkileyen bir şey olur. Resimlerin “Goyescas Süiti”ni etkileme konusuna gelirsek, müzikte hep sanki bir sahneyi betimlermişçesine bir çeşit görsellik ve hissiyat vardır. Tabii ki müzik ile betimlemek, resim ile betimlemekten her zaman daha soyuttur çünkü resim görsel bir ürünken müzikte kendini bestecinin yarattığı ambiyans içinde yolculuğa bırakırsın, bunu yapmak hep çok güzeldir.
Türkiye ile Lübnan arasındaki kültürel benzerlikler, tarihsel bağlar var. Siz Türk kültürüyle nasıl bir diyalog kuruyorsunuz yahut bu kültür hakkında neler hissediyorsunuz?
Evet, kesinlikle. Yarı Lübnanlı olduğum ve orada birkaç sene yaşadığım için Türkiye’yi birkaç kez ziyaret ettim. Türkiye’ye birçok kez tatile geldim ve bir sürü Türk arkadaşım var. Bu yüzden kültürlerimizin çok yakın ve benzer olduğunu biliyorum. Komşu ülkeleriz ve bu iki kültür arasında bir diyalog kurabilmek çok güzel. Tabii ki bu iki kültürün de çok güzel yemeklere sahip olduğunu unutmamak lazım ve güzel yemeklerin olduğu yerlerde ben hep çok mutluyumdur.
Hayallerinize bağlı kalın
Türkiye’deki genç müzisyenlere neler önerirsiniz?
Türk olsun olmasın herkese verdiğim bir tavsiye var o da hayallerine bağlı kalmak. Bence Türk müzisyenler sahip oldukları bu güzel kültürden ve hem Avrupa hem de Ortadoğu kültürlerinin sınırında olmaktan dolayı büyük bir avantaja sahipler. Bu avantajı çok gezerek, Dünya’yı görerek, Avrupa’daki ustalarla çalışarak, farklı bakış açılarını görerek ve sonrasında ülkelerine dönerek müziklerini daha iyi, heyecanlı ve olağanüstü bir şekilde icra ederek kullanmalılar.