24.04.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
Müjde Işıl - Ne çok özlemişiz, karanlık salonlarda yan yana ve coşkuyla festival takip etmeyi… Son iki senedir pandemi nedeniyle önce çevrimiçi sonra da birkaç aya uzatılarak tamamlanan İstanbul Film Festivali, bu sene tam kapasiteyle eski günlerine döndü ve sinemaseverleri de yeniden o coşkulu ritüelleriyle buluşturdu. Festival programına dair ilk ipuçları geldiğinde, Sergio Leone retrospektifini ve 50. yılı vesilesiyle “The Godfather/Baba”yı perdede izleme şansına sahip olmak hepimizi heyecanlandırmıştı. Eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağardı, sözünün istisnası olarak tüm bu gösterimler tıklım tıklım dolu salonlarda yapıldı. Ve bu ayrıcalığa şahit olan seyircinin üzerine yağan nur, muhtemelen uzun süre onlara huzur vermeye devam edecek.
Uluslararası seçkiden öne çıkanlar
Bu senenin César galibi “Illusions perdues/Sönmüş Hayaller”, şık bir Balzac uyarlaması olması kadar, gazetecilik ve eleştirmenliğe dair de ibretlik bir film olarak öne çıktı. 19. YY’dan çıkagelen hikâyede o zamanın basın ve sanat ortamından kalemini satmak, çıkar için yergiyi övgüye çevirmek, kitap kapağı açmadan eleştiri yazmak vs. her şey vardı. Ali Asgari, yeni filmi “Ta farda/Yarına Kadar”da da yine İran'da kadının özgür iradesiyle var olmasının imkânsızlığını ajite etmeden ve gerilimi yükselterek anlattı. Kadınları, masum erkeklerin başını yakan sebepler olarak yansıtan Asghar Farhadi'nin antitezi olan Asgari, umarız intihallere bulaşmadan yoluna devam eder. Laura Wandel imzalı “Playground/Oyun Alanı” ise festivalin en fazla iç acıtan filmi oldu desek abartı olmaz. İlkokula giden iki kardeş üzerinden akran zorbalığını, çocukluk korkularını, utançlarını ve kötülüklerini bu kadar gerçekçi ve yalın anlatabilmek büyük başarı. Çocuk oyunculardan olağanüstü performans çıkaran filme, festivalde Genç Usta Ödülü verildi.
Gaspar Noé izdihamı
Gaspar Noé’nin son filmi “Vortex”, festivalin Uluslararası Yarışma’sında yer alıyordu. İnsanların sabır sınırlarını zorlayan ve genellikle seks ve şiddette odaklanan Noé, ailesinde yaşadığı hastalıklar ve kendisinin de ölümden dönmesi üzerine yine sabır zorlayan ama ondan beklenmeyecek kadar hüzünlü bir yaşlılık trajedisi anlattı “Vortex”te. 12 yıl aradan sonra sürpriz şekilde festivale konuk olan Noé’nin söyleşide, Yılmaz Güney’in çocuk oyuncudan performans alma tekniğini uyguladığını açıklaması ve Nuri Bilge Ceylan ile fuaye sohbeti de filmi kadar konuşuldu. Festivalden ise Uluslararası Yarışma’da En İyi Film ve FIPRESCI Ödülü ile döndü.
Ulusal Yarışma heyecanı
Sundance Film Festivali’nden ödülle dönen “Klondike”, Ukrayna’da yaşananları hamile bir kadının direnişi üzerinden yansıtarak, savaşı erkek hegemonyasından çıkarıyordu. Savaşın hâlen devam etmesi ve coğrafyadaki huzursuzluk, Maryna Er Gorbach imzalı yapımın önemini daha da artırdı. “Klondike”, En İyi Film ve En İyi Görüntü Yönetmeni Ödülü’nü kazanırken Ece Yüksel’e En İyi Kadın Oyuncu Ödülü getiren “Ela ile Hilmi ve Ali” ise En İyi Senaryo, Mansiyon ve FIPRESCI Ödülü’nün de sahibi oldu. Onat Kutlar Jüri Özel Ödülü’nün yanı sıra En İyi Erkek Oyuncu Ödülü de “Çilingir Sofrası”nın iki başrol oyuncu Ahmet Rıfat Şungar ile Barış Gönenen’e verildi. Neredeyse tek mekânda geçen filmin kuir hikâyesi, yakın plan çekimlerle oyuncularına hem zorlu hem de geniş bir performans alanı açıyordu. Sinemamızın tek plan çekilen ilk filmi olarak yarışan “Mukavemet”in teknik başarısı kadar şiddet içeriği ve senaryosundaki eleştirel yetersizlik de dikkat çekiciydi. Yarışma dışında festivalin en beğenilen yapımı ise Cem Kaya imzalı belgesel “Aşk, Mark ve Ölüm” oldu. Göçmenlerin acı vatanı Almanya'dan muhteşem bir arşiv çalışmasıyla 60 yılın özetini çıkaran yapımın siyasi ve toplumsal gelişmeleri, müziğin gelişimi ve değişimiyle anlatması, duygusal ve mizahi olarak harika bir kıvam tutturdu.
Milliyet Sanat’tan ilk ödül
“Dört Duvar” ile hayal kırıklığı yaratan Bahman Ghobadi’yi saymazsak, Ulusal Yarışma’da en tecrübeli yönetmen olarak Tayfun Pirselimoğlu öne çıkıyordu. Otoriterleşmenin, toplumsal unutkanlığın, faili meçhullerin, memleket meseleleri üzerine fikir beyan etmekten kaçınmanın hâkim olduğu bir hikâye vardı karşımızda “Kerr”de. Ağırlıklı olarak Kastamonu’da çekilen filmin sanat yönetimi de iddialıydı. Filmde karaktere dönüşen mekânları, zamansızlık hissini besleyen aksesuarlarıyla… Bu yıl festivalde ilk defa verilen ve Milliyet Sanat’ın 10 bin TL ödülle desteklediği En İyi Sanat Yönetmeni Ödülü’nün “Kerr”deki özenli ve çarpıcı çalışmasıyla Natali Yeres’e gitmesi de sürpriz olmadı. Milliyet Sanat’ın Genel Yayın Yönetmeni Filiz Aygündüz’ün elinden aldığı ödülün önemini şöyle ifade etti Yeres: “Türkiye’nin en prestijli ve uluslararası platformda belli başlı festivaller arasında sayılan İstanbul Film Festivali’nin bu ödülü vermesi; Cannes, Berlin gibi bu ödülü vermeyen festivaller için de öncü olur belki diye düşünmek istiyorum. Çünkü bir filmin artistik vizyonu, teknik dili ve görsel kimliği; yönetmen, görüntü yönetmeni ve sanat yönetmeninin iş birliğiyle oluyor. Milliyet Sanat’ın bu konudaki desteği ve ilk ödülün bana denk gelmesi de beni son derece onurlandırdı.”