14.07.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
“Şevki Kartal cinayetinde de boğmak için ip kullanmıştı.”
“Evet bıçak, ip ve tabanca… Katil gerçekten bir hayalet, iz bırakmamış. Yakından şakaklara iki kurşun anında ölüm… Buyrun olay yeri sizin… Ama diğer odalar ve salonlarda biz devam edeceğiz.”
“Teşekkürler Haluk. Bizim Ali kamera kayıtlarına bakıyor, bilgin olsun.”
“Bizim işimiz bugün gün boyu sürecek. Büyük bir mekan, her yere bakacağız.”
Kamera kayıtlarını da biz sonra alır inceleriz Ayvaz Komiserim, size kolay gelsin.”
“Yani fazla ayak altında dolaşmasanız iyi olur diyorsun?”
“Estağfurullah, öyle demek istemediğimi bilirsin.”
***
Adli Tabip Hasan Kaya ile Savcı Özer Baştan da sonunda gelmişti. Onlar bilgilendirildikten sonra Adli Tabip, cesetler üzerinde yaptığı inceleme sonrasında ölümlerin beş altı saat önce gerçekleşmiş olduğunu söyledi. Saat sabah dokuz olduğuna göre gece sabaha karşı saat üç dört gibi cinayetin işlenmiş olduğu sonucuna varabilirdik. İki cesetten biri yatakta sırt üstü, başı sağa çevrili olarak boylu boyunca yatıyordu. Bu Ömer Akbaş’tı. Kendi yatağından sonsuz uykusuna yatmıştı. Kasım Topçu ise yerde yüzüstü yatıyordu, onun da başı sola çevriliydi. İkisinin de şakaklarında kurşun delikleri ve kan vardı. Oda taze kan kokuyordu. Her taraf kan gölüne dönmüştü. Ağızlarındaki yeşil mandalinalar çıkarılmıştı. Yerde işaretlenmiş bölgede duruyorlardı. İki notta da bildiğimiz iki kelimelik cümle vardı.
“Mandalinaları unutmadım.”
Yerdeki notlar hepimizin gözüne gözüne sokuluyordu sanki. Birden hızlı bir sağanak yağmur başladı.
Bu sırada amir aradı; ona da özet bir bilgi geçtim. “Ne diyorsun?” sorusuna biraz önce ekipteki arkadaşlarıma yaptığım analizin hemen hemen aynısını yapmıştım.
“Yahu basına sızdıralım bu Sedat Girit denen adamın fotoğrafını. Polislerin baş şüphelisi Sedat Girit olarak versinler haberi, iyi olmaz mı? Böylece tanıyanlar nerede olduğunu bilenler, görenler çıkabilir. Çemberi daraltalım derim ben. Ne dersin?”
“Siz bilirsiniz amirim, olabilir. Ben katilin başka cinayetler işleyeceğini artık pek tahmin etmiyorum. Bence istediğini aldı. Sanıyorum derdi bu dört kişiyleydi. Onları da öldürmeyi becerdi.”
“O zaman bir basın toplantısı yapıp durumu açıklayalım. Hem bizim yukarıdakiler de böylece tatmin olurlar biraz. Ensemden nefeslerini çekerler, tamam mı?”
“Tek bir sakıncası var.”
“Neymiş?”
“Katilin başka birisi olma ihtimali.”
“Eee, o zaman, basına bilgi vermeyelim mi?”
“Şu son iki cinayetin inceleme ve araştırma safhasını tamamlayalım. O zaman tekrar düşünürüz. Bir iki gün daha bekleyelim, acele etmeyelim derim.”
“İyi güzel söylüyorsun da burada aranıp fırça yiyen, azar işiten sen değilsin tabii, benim Ayvaz. O zaman şu işi, elinizi çabuk tutun da bitirin bir an önce. Tamam mı?”
İçimden “Oh olsun sana, beter ol!” diyerek, kıs kıs gülüyordum. “Tamam,” dedim. Adam yukarıdakiler diyor, başka bir şey demiyordu. Kendine güvenen bir amir, bir cinayet soruşturması devam ederken, elemanları canla başla gece gündüz demeden çalışırken, yukarıdakilere gereken cevabı, ağızlarının payını verebilen biri olmalıydı.
Seza ile Zühre evde kalan korumalar ve hizmetlilerle konuşmaya başlamışlardı.
Yağmur dinmiş, gökyüzünde deniz üzerinde canlı renkler içeren nefis bir gökkuşağı oluşmuştu. Biraz önce içerdeki görüntüden sonra bu görüntü dünyanın hala güzelliklerle dolu bir yer olduğunu anımsatıyordu insana. Gökkuşağının altındaki parlaklık, sanki başka bir evrene geçilebilirmiş gibi bir his yaratıyordu. Gökkuşağı bir geçiti andırıyordu. Masalsı bir görüntüydü. Alice Harikalar Diyarı’nda gibi bir sahne canlanmıştı birden gözümde. Alice bir tavşanı takip ederken kuyuya düşer. Bir kapıdan geçerek hayvanların hüküm sürdüğü bir başka diyara geçer.
Sanki yaşadığımız her şey bir film gibi gerçek dışıydı. Belki de öyleydi. Biz bu devasa uçsuz bucaksız evrende küçücük birer noktaydık. Oysa biz bu büyük evrende bir mikrop kadar küçük yaratıklar olduğumuzu unutup kendimizi dev aynasında görüyorduk. Ne büyük bir ironi, ne büyük bir zavallılıktı aslında…
***
“Arkada gizli bir servis kapısı vardır. Hizmetliler oradan girer çıkar. Alışveriş araçları o kapıya yanaşırlar. Ömer Bey kendisi, ailesi ve misafirleri dışında ön kapıdan kimsenin girip çıkmasını istemezdi. İzin vermezdi bizlerin ön kapıyı kullanmasına,” diyordu Zühre’nin konuştuğu hizmetçi kadın Azeri asıllı Canan Nazarova.
Komiser Seza ile Zühre, evdekileri tek tek çağırarak verandada onlarla konuşuyorlardı. Hizmetçi Canan ile birlikte dört koruma görev yapıyorlarmış o gece. Kasım ve Ömer Bey’le birlikte evde toplam yedi kişi bulunuyormuş. Bunların ikisi ön kapıda nöbet tutuyormuş. Diğer iki koruma da bahçede evin çevresinde ara ara tur atıyorlarmış. Hepsi de silahlıymış üstelik. Kasım evin birinci katında salonda oturuyormuş o gece. Hizmetçi ise, Ömer Bey dışında, görevlilere de yemek ve çay servisi yapıyormuş. Hizmetçi gece saat bir gibi yatıp uyumuş. Kasım da kanepede yarı ayık yarı uyuklayarak oturuyormuş. Diğer adamlar ise uyanık olarak nöbetteymişler.
Seza ile Zühre onlarla konuşurken ben de yanlarında kulak misafiri oluyordum. Ön kapıdaki görevliler geçen sefer eve geldiğimde gördüğüm kişilerdi. Yani buranın kadrolu adamlarıydılar.
ARKASI YARIN...